heaven isn't as beautiful as you

133 16 24
                                    

Chapter 15: The One When It Is The Perfect Time

2 Ay Sonra, Mayıs'ın Ortaları

Kendimi çimenlere attım ve gülümseyerek gökyüzüne baktım. Doğa kendine gelmişti, hava inanılmazdı, şehirden uzaktaydım, yanımda arkadaşlarım vardı. Ve tabi Michael. Onu arkadaşlarımla aynı kategoriye koyacak değildim. Ama hala ne olduğumuzu bilmiyorduk çünkü asla fırsat bulamamıştık.

İki ay önce bana o şarkıyı çaldığından beridir evren bize karşı işlemeye başlamıştı. Onların albüm konusunda sıkıntıları çıkmış, çalışmak istedikleri yazarlar ve yapımcılar onları geri çevirince tökezlemişlerdi. O zamanlar Michael'ın yanında olmak çok istemiştim çünkü üzüldüğünü biliyordum. Ama benim elimden, ve hatta onun elinden de arada birkaç mesaj atmak ve toplu yemeklerde görüşmek dışında bir şey gelmemişti. Sanki o anları bekliyormuşçasına başvurduğum iki işten de olumlu cevap gelmişti. Sabahları setteydim, öğlenleri çıkıp tiyatroya gidiyordum. Geceye kadar da kalıyordum çünkü iki oyunun yazarlığı ve birinin yönetmenliği bendeydi.

Bazen saat gece yarısını geçtikten sonra yeni aldığım arabamı evlerinin olduğu yöne çevirdiğim oluyordu ama hemen geri dönüyordum. Gloria bana çok yorulduklarını anlattığından beynim onu rahatsız etmeme konusunda ısrarcıydı. Sabah erkenden stüdyoya gidiyorlar ve benim gibi geç dönüyorlardı. İkimiz de kendi hayatlarımıza çekilmiştik mecburen. Yine de bazen mesajlaşıyorduk, birbirimize komik fotoğraflar atıyorduk. Bunları kesmediğimiz için minnettardım. Çünkü eğer bunu da bıraksaydık... Bilmiyorum. Onu çok özlerdim. Kendime itiraf etmekten kaçınıyordum ama biliyordum; çoktan aşık olmuştum.

Onu çok düşünmüştüm; sadece onu değil ama yaşadıklarımızı, konuştuklarımızı, ilk defa elimi tuttuğu anı ya da ağladığımda yanaklarımı silmesini. Kimseye anlatmadıklarını bana anlattığı anlar dönüp durmuştu zihnimde. Bana yazdığı kelimelerle birleşmiş, rüyalarıma bile girmişlerdi bazen.

O şarkı. O şarkıyı bana canlı söyleme sözünü hala gerçekleştirmemişti. Ama yine de şansımı zorlamamıştım. Evrenin bir şekilde olaya müdahale edeceğini biliyordum. Etmişti de. Streslerimizi geride bırakmış ve buraya gelmiştik. Her şeyin tamamen bittiği söylenemezdi ama rahattık.

Birbirimize gülümseyecek ve geceleri dostlarımızla geçirecek kadar rahattık.

"Buraya geleli daha iki gün oldu ve ben kendime geldim, kırsala mı taşınsam ne yapsam?" Duyduğum ses düşüncelerimi böldüğünde korkuyla doğruldum. Andy'nin kıs kıs güldüğünü görünce rahatça nefes aldım. "Seri katiller yazan birini korkutmak bu kadar kolay olmamalı." Ona gözlerimi devirdikten sonra koluna vurdum.

"Sen bir de beni gece tiyatrodan çıktığımda gör. İyi ki Los Angeles'da yaşıyorum da saat birde bile caddelerde araba var. Yoksa o korkuyla çoktan ölmüştüm bile." Dalga geçmeme bir süre güldük. Etrafa bakındığında onu izledim. Gözlerinde bariz bir merak vardı, dizini heyecanla sallıyordu. Benimle konuşuyor olmasına rağmen vücudu bana tam dönük değildi bile. Kaşlarımı çattım, bir şeyler olduğu barizdi.

"Atlarımdan birini kaybettin ve bunu söylemek için mi geldin?" Gerginliğini almak için muzipçe sordum. Güldü, biraz daha etrafına baktıktan sonra bana döndü.

"Ah hayır. Yani en son kahverengi olanla biraz yürüdüm ama şu an nerede bilmiyorum." Kıkırdadım, oyunculuğu harikaydı. Bana gülümsedikten sonra ciddi haline geçtiğini göstermek için derin bir nefes aldı. "Tüm gün Michael'ı aradım ama bulamadım, bilirsin ben Michael konusunda biraz hassasım." Gözlerinden bunu okuyabiliyordum ama duruşunda başka bir şey vardı. Gerçekten endişeli durmuyordu.

lose me in the sight of you || cliffordHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin