KAHVALTI

13 2 0
                                    


Bir eylül sabahı güneşin ne çok yaktığı ne çok ısıttığı bir güne uyandı Jale. Odanın uzun drapeli perdelerinin şıkırtısıyla uyandı. Kedileri Latte perdelerin arasından geçip kendi kendine oyun oynuyordu çünkü. Jale gözlerini açarak bu sevimli şeye baktı. İri tüyleriyle tam bir oyun arkadaşıydı Latte. Bu ismi Jale ve  kardeşi beraber bulmuşlardı bu kediye. Sonra kardeşi yurtdışına master yapmaya gidince bu kedicik ona kalmıştı.

İçeriden mis gibi kahve kokusu geliyordu, yanında da annesinin özenle hazırladığı kruvasanlar vardı. Çikolatalı, çilekli, birbirinden güzel kruvasanlar da sofradaki yerini almıştı. Jale bu efsane kokulara daha fazla dayanamadı ve bu kokuların vermiş olduğu dinçlikle yerinden fırladı. Ellerini yüzünü yıkadıktan sonra hemen mutfağa koştu. Tam girecekken yanda ev kapısının açık olduğunu fark etti. Dışarıda, yalnızca siyah bavulu gözüken biri bekliyordu. Yoksa.. yoksa...! 

Hayır hayır bu aklındaki seçenek olamazdı. Daha kardeşinin gelmesine bir ay vardı . Ama ya oysa.. Kardeşi  Can , canından çok sevdiği, kapının ardında onu mu bekliyordu yoksa?

Büyük bir tereddütle kapının ardına yöneldi ve gelen kim olursa olsun onu görmek istedi...

Ve .... gözlerinin önünde duruyordu kardeşi. Yıllar sonra ilk kez görüyordu onu. Yemyeşil gözleri,kumral saçlarıyla ablasının karşısında duruyordu Can. Jale , bu sürprize nasıl karşılık vereceğini bilemedi.. İçinde çalan mutluluk şarkılarından haberi yoktu Can'ın oysa. 

-Abla, içeri almayacak mısın beni? dedi şakayla karışık bir ses tonuyla.

- Ya..... sana inanmıyorum Can neden haberimiz olmadı bebeğim seni karşılardık .

- Abla biliyorsun işte ... sürprizleri severim 

- Jale hala gözünde küçük olan kardeşine bir bakış attı ve "geç bakalım haylaz" diyerek onu içeri aldı. 

Annesi durumdan haberdar olduğunu belli edercesine, Can gel bak sana neler hazırladım, dedi ve tam o sırada Can bir hamleyle annesinin sırtından onu kavradı ve sıkıca sarıldılar anne oğul . 

Ayrıldıklarında ikisinin de gözünden yaşlar damlıyordu. Jale annesinin bu duruma sevinmesi gerektiğini söyleyerek onu teselli etti. Ama o da dediğini çok yapan bir kız değildi.Onun da gözlerinden yaşlar boşalmaya başladı. 

Can bu durum karşısında ne yapacağını bilemedi. İki kadın onun için ağlıyordu :) . Can onların üzülmesini yine de istemiyordu.

- Ağlama prenses dedi kardeşi Jale'ye dönerek, gözlerindeki yaşı sildi ve sarıldılar. 

Mutfağa geçtiler............

Can gözlerine inanamıyordu. Amerika'da yaşadığı süre boyunca bir kez bile böyle görsel bir şölene tanık olmamıştı. Çünkü arkadaşlarıyla kaldığı evde iki güne bir pizza söylerlerdi. Böyle ev yemeklerini unutmuştu bile denilebilirdi. Annesinin elleriyle hazırladığı katmerler ve yanında tazecik bal ve muhteşem bir sunum tabağından dökülen reçeller, içindeki büyük büyük çilekler, tabağın başka bir bölmesinde akan minik çikolata şelalesi , altında ince ince doğranmış meyveler... 

Can nereye düştüm ben böyle diye içinden geçiriyordu yutkunurken.

Bu muhteşem tabloyu anneleri hazırlamıştı. Jale eve geç saatte gelince onu kaldırmaya kıyamamıştı ki oğlu ve kızına kendi elleriyle kendi evinde böyle güzel bir kahvaltı hazırlamak onun için keyif vericiydi. 

Yemeklerini yerken aldıkları tat doyumsuzdu. Her bir lokması Jale'yi daha mutlu biri yapıyordu. Jale iki gün önce girdiği diyeti unutmuştu bile. 

Can yemek yerken arada annesine bakıyordu ve içinden ona sahip olduğu için şükran duyuyordu. İçinden geçirdi, babam.. dedi ne kadar şanslı bir adam. Umarım ben de onun kadar şanslı biri olurum.

Bu mutlu tabloyu evin salonundan gelen bir telefon bozdu. 

Jale, ben bakarım dedi ve hemen içeri gitti kısa bir süre sonra döneceğini ümit ederek. Telefondaki kişi Serkaydı. 

-Efendim, eşiniz iş yerinde bir kaza geçirdi ve hastaneye kaldırıldı. 

- Ne, Serkay ciddi misin sen şaka mı bu?

Serkay telefondakinin Jale olduğunu anladı ve içinden onları alıp hastaneye beraber gitmek geçti. Ancak annesinin ona söylediklerini hatırladı ve bir anda vazgeçti.

- Ciddiyim Jale, ne olur sakin ol ama, dikkatli gelin dedi ve hastanenin adresini vererek telefonu kapattı.

İçerden annesinin ve Can'ın sesi geldi. 

-Nerde kaldın Jale, kimdi arayan, gel hadi yemeğe. Jale 'nin gördükleri silikleşmeye başladı, duyduklarını da anlamıyordu oracığa yığılmaktan korktu. Kendini koşar adımlarla, zar zor mutfağa attı. 

Annesi ve kardeşlerinin meraklı bakışları altında sakinleşmek umuduyla sandalyeye oturdu ve verdikleri suyu ve sakinleştiriciyi içti.

Daha sonra olanı biteni bir çırpıda anlatıverdi. Portmantonun kenarında duran askılıktan arabanın anahtarını alıp çıktılar.

 Yemek masası öylece, tüm güzelliğiyle duruyordu. Bir kaç parça ucu yenmiş kruvasan, daha üstünden dumanı gitmemiş kahve ve kalan diğer kahvaltılıklar gibi...




SENORİTAHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin