4.Bölüm : Buram Buram Tehlike.

1.2M 50K 5K
                                    

Yorumlar için çook çok teşekkür ederim hepiniz harikasınız! Whatsapp konuşmalarını sevmişsiniz, onlar benim de yazarken en eğlendiğim kısımlar oldu, devamı da gelecek ^^ İyi okumalar! -Beyza.


KARANTİNA
4.Bölüm : Buram Buram Tehlike.

*Ne bir kişi eksik, ne bir kişi fazla…*

Dikkat en önemli refleksidir insanın. Dikkat bir reflekstir, evet. Dikkat anlıktır, dikkat tepkidir. İnsan planlayarak dikkat etmez hiçbir şeye. Unutmamak insanın elindedir, ama dikkatli olmak, işte o insanın ulaşması güç bir refleksidir. Bir kere ulaştı mı zorunlu ve uzun süreli refleksi olur, anlık olmaktan çıkar. İnsan bir kere dikkati yakaladı mı ondan sonra hayatının her anını ayrıntılara dikkat etmeye mahkum olarak geçirir. Ben reflekslerime güvenirim. Bu yüzden zor da olsa gözlerim kantindeki öğrencilerin üstünde. Tek tek yüzlerine bakıyorum hepsinin. Gülüyorlar, sohbet ediyorlar, yemek yiyorlar, telefonlarıyla ilgilenenler var, uyuklayanlar var. Hepsi normal görünüyor. Ya da hepsi anormal. Çünkü birbirlerinden hiçbir farkları yok. Bu yüzden, normal olacaklarsa beraber normaller, anormallerse hepsi anormal.

‘’Üç masa ötemizdeki üç kişilik masa. Üstünde turuncu hırka olan sarışın çocuk.’’ diye söze girdi Onur. Başımı oraya çevirdim. Çocuk yanındaki iki erkek arkadaşıyla birlikte oturmuş gazete okuyordu. Birlikte gazetedeki bir haberle dalga geçtikleri çok belliydi.

‘’Ne olmuş ona?’’

‘’Geçen hafta okulda kavga çıkardı. Ciddi bir kavga.’’ Bakışlarımı çocuktan ayırıp Onur’a çevirdim, çocuğa değil bana bakıyordu dikkatle,

‘’Eee? Bu onu katil yapar mı?’’ Bana doğru eğildi ve gözlerimin içine baktı bal rengi gözleriyle,

‘’Bir kızla kavga etti. Bir kızla kavga edecek erkek sayısı oldukça azdır. O da bunlardan biri. Bir dakika beklesene…’’ Ben olaya konsantre olmuş onu dinliyordum ki birden masadan kalktı. Kaşlarım çatılı bir şekilde onu izlemeye başladım. Birkaç adım ilerledi ve hemen önümüzdeki kız masasına doğru eğildi. Kızlar onu görünce heyecandan ne yapacaklarını şaşırdılar, hepsinin bakışları üzerinde. İçimdeki garip bir yenilgi hissiyle yutkundum. Ne yapmaya çalışıyordu? Birden kızlarla konuşma ihtiyacı mı hissetmişti? Ben bir kız olarak onun bu ihtiyacını karşılayamıyor muydum?

Kızlara bir şeyler söyledi, masadaki gülüşmelerden sonra en sonunda kızlardan biri çantasından küçük süslü pembe bir defter bir de pembe bir kalem çıkarıp Onur’a uzattı. Gözlerimi kıstım, telefon numarasını mı yazacaktı? Hiçbir şey yazmadı. Bir şeyler daha söyledikten sonra doğruldu, elindeki pembe defter-kalem takımıyla bana doğru geliyor.

Kalemi ve nihayet görebildiğimde üstünde renkli kalplerin bulunduğunu anladığım pembe defteri masaya bıraktı. Karşıma oturup defterle kalemi önüme doğru itti. Bir masadakilere bir ona baktım. Ne yapacaktık bunlarla? Altın günü planlaması mı?

‘’Yaz.’’ diye emretti. Cebrail’in getirdiği ilk vahiy sahnesini yaşıyorduk sanki.

‘’Ne?’’ Hiçbir şey anlamamıştım. Onur sıkıntıyla küçük bebeğine tuvalet alışkanlığını öğretiyormuş gibi pembe defterin boş bir sayfasını açtı, tam önüme koydu. Beklemediğim bir anda masada duran elimi eline aldı ve elime pembe kalemi tutuşturup defterin üstüne yerleştirdi. Her işini zorbalıkla yapacaktı, değil mi? Judith kitaplarından fırlamış zorba İskoç beyleri gibiydi.

‘’Şüpheliler defterimize merhaba de. Buraya şüphelendiklerimizi yazacağız. Tek tek sorgulayacağız.’’ Bir deftere bir ona baktım ve birden gülmeye başladım. Defterin açık sayfasındaki renkli kalp resimleri ve sayfanın üstünde yazan ‘’Love is the only way out’’ (Aşk tek çıkış yoludur) yazısı bu defterin romantik anılar defteri olması gerektiğini gösteriyordu. Ama biz bu defteri cinayet şüphelileri defteri yapacaktık!

Onur neye güldüğümü gayet iyi anlamıştı ama gülmek yerine yüzüme her deneyimi yaşamış bir insan edasıyla bakıyordu ve susmamı bekliyordu. Gülerek kalemi sıkıca tuttum ve defterin açık sayfasının üstünde bastıra bastıra ‘’ŞÜPHELİLER’’ yazdım. Nihayet ona döndüğümde başıyla üç masa ötemizde oturan sarışın çocuğu işaret etti,

‘’Doruk Aksoy. Son sınıf.’’ Dediği ismi defterin ilk sırasına yazdım ve başımı kaldırdım. Bana değil kantinin içindeki yüzlere bakıyordu tek tek. Resmen şüpheli avına çıkmıştık. Gerçi benim pek yardımım olamıyordu, çünkü kimseyi tanımıyordum. O müdürün oğlu olmasının da avantajıyla okulda olan her türlü olaydan haberdardı.

‘’Sinan Gürler. Okulun en problemli tipi. Geçen gün benimle tartışmaya çalıştı. En son tuvalette ağlıyordu.’’ Başıyla işaret ettiği yere baktığımda kantinin geniş camlarının önünde elinde kahvesiyle duran zayıf uzun boylu esmer bir tip gördüm,

‘’Sikik…’’ Onur’un ağzından fısıltı gibi çıkan bu sessiz kelimeyle birlikte kaşlarımı çatıp ona döndüm. O nasıl bir hakaretti öyle?

‘’Ne?’’ Omuz silktikten sonra kaşlarıyla defteri işaret etti.

‘’Soru sorma. Sadece beni dinle ve isimleri yaz.’’ Onur’un garip ama ruh halini rahatlatan hakaretini aklımın bir köşesine atıp deftere söylediği ismi yazdım. Başımı tekrar kaldırdığımda Onur bu sefer de arka masamızı inceliyordu. Birkaç saniye oraya baktıktan sonra bakışları bana döndü. Yüzümü inceledi dikkatlice. Ben de soran gözlerle ona bakıyordum.

‘’Biri seni çok sinirlendirse… ona ne yaparsın?’’ Sorusu karşısında şok içinde baktım yüzüne. Bunu gerçekten soruyor olamazdı. Kalemi defterin üstüne bıraktım ve şaka yaptığını söylemesini beklemeye başladım.

‘’Beni mi sorguluyorsun?’’ Bakışları dik, kıpırdamaksız ve kesindi.

‘’Soruma cevap ver.’’

‘’Şaka yapıyorsun değil mi?’’ Hiç de şaka yapıyor gibi durmuyordu. Bu soruyu bana ciddi ciddi soruyordu. Beni onlarla bir tutuyordu. Onlardan biri olduğumu söylemeye çalışıyordu sanki. Gözlerimin dolduğunu hissettim. Sadece bir anlığına, sadece bir anlığına ondan nefret etmediğimi sanmıştım ve gerçekten bir ekip gibi hissetmiştim kendimi.

‘’Şaka yapmıyorum. Soru sordum.’’ Buna daha fazla tahammül edemezdim. Anında masadan kalktım. Öfkeyle kantinin merdivenlerine doğru ilerliyordum ki her zaman yaptığı gibi kolumdan yakaladı beni. Kolumu sertçe çektiğim sırada kantinde bir sessizlik olduğunu fark ettim. Bütün gözler bize dönmüştü. Onur ona dönmeyeceğimi anlayınca arkamdan yavaşça yaklaştı bana. Başı omzuma doğru eğildi ve kulağıma fısıldamaya başladı,

‘’Masaya dön. Hemen.’’ Omuz silktim ve tekrar kolumu ondan kurtarmaya çalıştım. Herkesin bizi izlediğini çok net görebiliyordum. Ve içimden bir ses masaya dönmemi fısıldayıp duruyordu. Çünkü eğer biraz daha bu şekilde dursaydık birileri müdahale etmeye çalışacaktı.

‘’Bırak gideyim.’’ dedim dişlerimin arasından, ‘’ne bekliyordun, beni suçladıktan sonra kalıp seninle konuşmaya devam edeceğimi mi!?’’

Onur elini belime koydu ve beni belimden sıkıca tutup kendine doğru çevirdi. Kahverengi özelliksiz gözlerim onun ela gözleriyle buluştuğunda yüzündeki öfkeyi çok net görebiliyordum. Şuanda elinde olsa beni öldürürdü. Çok net söylüyorum, Onur Zorlu katil ruhlu bir psikopat olsaydı şuan ölüm anımı yaşıyor olurdum. Çünkü öfkesi gözlerinden akıyordu.

‘’Seni suçlamadım, geri zekalı. Açıklayacaktım. Eğer sakin kalıp soruma cevap verseydin açıklayacaktım. Ama öyle zayıf bir korkaksın ki seni suçlayacağımdan korktun. Bak, herkes bize bakıyor. Eğer şimdi, beş saniye içinde benimle o masaya dönmezsen, üst üste alacağın iki disiplin suçuyla birlikte okuldan atılırsın.’’ Yutkundum. Harika. Müdürün oğlu olduğunu hatırlatmayı ihmal etmeyecekti. Ve beni tehdit edebildiği konu buydu sanırım. Beni okuldan attırmak… Bunun benim için ağır olacağını tahmin edebilecek kadar zekiydi.

‘’İki…’’ diye fısıldadı, ‘’üç… dört…’’ Ayaklarım istemsizce masaya yöneldiği an daha beş der demez kendimi sandalyemde oturur halde buldum. Ondan nefret ediyordum. Ondan kesinlikle, kesinlikle nefret ediyordum.

Karşıma yerleşirken tüm gözler kendi işlerine dönmüş gibiydi. Sadece birkaç kişi daha bizi izliyordu. İki kız, bir de kumral bir çocuk. Kızlar Onur Zorlu hayranıydı belli ki. Kıskançlıktan deliriyor gibi görünüyorlardı. Okula gelen yeni kızın birdenbire okul müdürünün tapılası oğluyla takılmaya başlaması onları kızdırıyordu. Başımı kaldırıp ela gözlerine baktım. Öfkeyle izliyordu beni.

‘’Açıkla.’’ diye emrettim. Bana açıklama yapmak zorundaydı.

‘’Şüphelendiğim bir kız var. Ama bu yaşta bir kız, senin gibi sessiz bir kız cinayet işler mi onu anlamaya çalışıyorum.’’ Gözlerimi kıstım. Benim gibi?

‘’Benden mi şüpheleniyorsun?’’ Onur tahammül sınırlarını zorluyormuşum gibi boğazını temizledi ve burnunu çekti. Elini uzatıp masada duran kolumu sıkıca tuttu.

‘’Senden şüphelenmemi mi istiyorsun?! Eğer böyle bir dileğin varsa gerçekleştiririm. Ama hayır, üzgünüm, seni bir cinayet işleyecek kadar cesur bulmuyorum. Sana benzer bir kız dedim. Beni anlıyor musun? Sana… benzer… bir… kız…’’ dedi tane tane. Kolumu anında çektim ve öfkeyle saçımın öne düşen tutamını kulağımın arkasına attım.

‘’Tamam. Anladım. Evet, yapabilir. En büyük katiller sessiz tiplerin altından çıkar. Ve emin ol, canımı çok sıkarlarsa ben de cinayet işleyebilirim. İlk kurbanım da sen olursun.’’ Söylediğim hoşuna gitmiş gibi dudağının kenarının kıvrıldığını gördüm. Birine katil olma ihtimaliniz olsaydı öldüreceği ilk kişinin o olacağını söylediğinizde bu onun neden hoşuna giderdi? O kişi Onur Zorlu olduğu için mi? Bence de.

Onur cevabını aldıktan sonra dikkatlice doğruldu ve bir kez daha arkamızdaki masaya göz attı. Oradaki bir kızdan şüphelendiği çok net belliydi. İsmini yazdırdığı ilk çocuğun disiplin suçu vardı. Diğer çocuk kendisiyle tartışmıştı. Peki ya bu kız? Onun olayı neydi? Hem de sessiz bir tip olduğunu söylemişti. Onu o kızdan şüphelendiren neydi?

‘’Aslı Soydan.’’ diye mırıldandı gözlerini arka masadan ayırmadan. İsmini dikkatlice yazdım. İçimden bir ses bu isimle çok uğraşacağımızı söylüyordu. Başımı kaldırıp Onur’a baktım.

‘’Ondan şüphelenmenin sebebi ne?’’ Bana bakmadan dudaklarını araladı,

‘’Geçen ay bir hikaye yarışmasında il birincisi oldu. Babam hikayesini evde incelerken okuma fırsatım oldu. Cinayet üzerine yazmıştı. Verdiği ayrıntılar çok garipti. Normal bir insanın yazamayacağı bir cinayet sahnesi yazmıştı. Sorunları olduğunu düşünüyorum…’’

Gözlerimi Onur’dan ayırdım. Dikkatlice başımı çevirdim, çaktırmadan arka masaya bakmaya çalıştım. Arka masamızda tek başına oturan kızıl saçlı oldukça güzel bir kız vardı. Masadaki defterine bir şeyler yazmakla meşguldü. Kızın güzelliği karşısında ufak bir şok yaşasam da dikkatimi defterine verdim. Ne yazıyor olabilirdi? Ve bu kadar güzel bir kız, katil olabilir miydi? Birini öldürüp gelip burada sessizce hikayesini yazmaya devam edebilir miydi?

Kıza bakmayı sürdürdüğüm sırada Onur’un ayağa kalktığını ve başımda dikildiğini fark ettim. Başımı kaldırdığımda başıyla merdivenleri işaret etti,

‘’Yürü. Gidip sınıfları gezelim.’’ Başımı sallayarak ayağa kalktım ve masada duran defter ve kalemi elime alıp peşine takıldım. Kantinden çıkarken Onur’un ‘’sikik’’ diye tabir ettiği Sinan denen şüphelimizin bizi izlediğini gördüm. Anında Onur’a yaklaştım ve kolunu tuttum. Onur bana onu taciz ediyormuşum gibi baktı,

‘’Ne yapmaya çalışıyorsun?’’

‘’Şu çocuk… bizi izliyor.’’ Onur çaktırmadan başını kantine doğru çevirdi merdivenlerden çıktığımız sırada. Gözlerini kıstı. Kimden bahsettiğimi çok iyi biliyordu.

‘’Senden hoşlandı.’’ dedi gülerek. Gözlerimi devirdiğim sırada merdivenlerden çıkıp koridora ulaşmıştık,

‘’Gözlerinin önünde ölsem o çocuk dönüp de bana bakmaz. Sana bakıyordu.’’ Onur garip bir ifadeyle yüzüme baktı. Söylediğim cümlenin çok saçma olduğunu düşünüyor gibiydi. Ama hiç de saçma olmadığını ben, bizzat ben çok iyi biliyordum.

‘’Sen hayatında hiç aynaya baktın mı?’’ Sorusuyla birlikte saçımı düzelterek ona döndüm. Bu bir iltifat mıydı?

‘’Baktım… neden?’’

‘’Güzel olduğunun farkında değil misin?’’ Tamam… Bunu iltifat gibi söylemiyordu. Kibar ya da nazik değildi o an. Daha çok nesnel bir gerçeği açıklar gibiydi.

‘’Ben güzel değilim.’’ diye itiraf ettim. Yüzünde benden nefret eder bir ifadeyle sıkıntıyla nefesini verip başını kaldırdı,

‘’Güzelsin işte kes sesini.’’ O an sebepsiz yere gülümsedim. Onur Zorlu gibi duygu yoksunu bir odundan duymaya alışık olmayacağınız bir cümle türüydü bu. Biz buna iltifat diyorduk. Ama o nasıl iltifat edileceğini bilmiyordu belli ki.

Çünkü, şöyle bir tabloyla açıklayayım açıklayayım :

Normal erkekler : Öyle güzelsin ki gözlerimi senden alamıyorum.
Onur Zorlu : Güzelsin işte kes sesini.


Olsun. Onu da böyle kabul edecektik. Ki zaten merkezinde cinayet olan bir olayın içindeyken ondan bana iltifat etmesini bekleyemezdim. Saatler önce tanımadığı bir kıza iltifat edecek bir insan da değildi. Ama gerçekten merak ettiğim bir nokta vardı, birini gerçekten önemseseydi ona da böyle davranır mıydı? Bir gün aşık olsaydı, gerçekten çok daha farklı bir hale gelir miydi? Onur Zorlu’yu aşıkken görmeyi çok isterdim. Bu iş bittiği zaman gözüm üzerinde olacaktı. Bir kıza aşık olduğu an, yanında belirip davranışlarını gözlemleyecektim.

Birlikte uzun koridoru geçtikten sonra üst kata çıktık. Bazı sınıfları atlıyorduk ama bunu neden yaptığımız hakkında hiçbir fikrim yoktu. Lider oydu ben de ona uyuyordum. Eğer okuldaki insanları tanıyor olsaydım fikrimi belirtirdim ama kimseyi tanımıyordum. Bu yüzden susmam en mantıklısıydı. Bir üst kata çıktığımızda nihayet sınıflardan birine girince ben de peşinden girdim. Sınıfta üç kız kaloriferin başında oturmuş sohbet ediyorlardı. Onur sınıfın köşesindeki en arka sıraya doğru ilerledi ve sıranın altından kahverengi spor bir hırka alıp üstüne geçirdi. Demek ki burası onun sınıfı, onun sırasıydı. O hırkasını giyerken gözüm kaloriferin önünde oturan üç kızdaydı çünkü onlar da bana bakıyorlardı. Muhtemelen biz gittikten sonra nasıl oldu da okula gelir gelmez Onur’un yanında takılmaya hak kazandığımı konuşacaklardı.

‘’Gidelim.’’ Onur’un emriyle birlikte kapıya yöneldiğimizde kızların rahatsız edici bakışları hala üzerimizdeydi.

‘’Bu okuldaki tüm kızların sana aşık olduğunun farkındasındır umarım. Bana beni öldürmek ister gibi bakıyorlar.’’ Gülerek parmaklarını saçlarının arasından geçirdi koridorda ilerlediğimiz sırada.

‘’Yanımda olmak istiyorlar,’’ diye açıkladı, ‘’ama yanımda sen varsın.’’ Gururla duruşumu dikleştirdim refleks olarak. Şu halime bakın. Onur Zorlu’nun yanındaki kız olduğum için kıskanılıyorum diye gururlandım. Vay canına. Buraya kadar düştüm demek.

‘’Şu olay çözülsün,  ben de olmayacağım. Rahatlayabilirler.’’ Başını salladı anında.

‘’Aynen.’’ Kaşlarımı çattım. Omuzlarım aşağı düşerken ne beklediğimi sorguluyordum. Ne istiyordum, olay çözüldüğünde bile gruba dahil olarak kalmak mı istiyordum? Hayır. Ama en azından ‘’aynen’’ demeyebilirdi. En azından ‘’yanımızda kalabilirsin’’ diyebilirdi. En azından ‘’lütfen kal’’ diyebilirdi.

‘’Sen hangi sınıftasın?’’ Sorusuyla birlikte başımı kaldırdım ve gözlerimi kıstım. Hangi sınıftaydım ben? Daha ilk günüm. Sınıfı unutmuş olabilirim.

‘’Eee… sanırım… 12-C olması lazım. Ezberleyemedim.’’ Başını salladı bir kez daha,

‘’Ezberlemene de gerek yok.’’

‘’Neden?’’

‘’Çünkü artık 12-A’dasın.’’ Şok içinde kaşlarımı çattım ve Onur hızlandığı an peşinden koşturdum,

‘’Nasıl yani!?’’

‘’Duydun. Artık bizim sınıftasın. Bunu ne kadar çok istesem de seni yalnız bırakamayız. Olayı gördüğün anlaşılırsa, ve katil eski sınıfındaysa başına dert alabilirsin. Sende o potansiyel var. Her ders acaba öldü mü diye düşünemem. Yanımızda olman en iyisi.’’

Sanırım bende ego düşüklüğü sorunu vardı. Aslında Onur’un yanında olmaktan, onunla vakit geçirmekten memnun değildim ama onun yanındayken bütün gözlerin üstümüzde olmasından öyle memnundum ki yanında olabilecek olmak beni mutlu etmişti. Gülerek başımı kaldırdım,

‘’Bunu kabul edeceğimi nereden biliyorsun?’’ Tek düze bir sesle cevapladı,

‘’Kabul edeceksin. Çünkü ben öyle istiyorum. Naz yapmaya çalışma. Sus da işimize konsantre olalım.’’ Ciddi ciddi bu çocukta insanın moralini yükseltip anında yerin dibine indirme sorunu vardı. Gözlerimi devirdim, ona aldırmadan peşinden gittim ve birlikte sınıflardan birine girdik. İçeride iki çocuk okulun bilgisayarına girmiş akıllı tahtada oyun oynuyorlardı. Onur içeri girdiğimiz gibi başıyla çocuklardan birini işaret etti. Defteri hafifçe kaldırıp kalemi sıkıca kavradım ve yazmaya başladım,

‘’Ömer Tornik.’’ Sessizce fısıldadığı ismi deftere yazdım ve birlikte sınıftan çıktık.

‘’Annesi odasında fazla şiddet içeren filmler ve oyunlar bulmuş. Toplantıda babamdan bir psikiyatrist önerisi istiyordu.’’ diye açıkladı sınıftan çıktığımızda. Deftere tam bu konuyla ilgili not yazıyordum ki ikimiz de telefonlarımıza gelen bildirimle olduğumuz yerde durduk. Aynı anda telefonlarımızı çıkardık.

*CİNAYET isimli gruptan yeni bildirimleriniz var*

Mert : Burak’a ulaşamıyorum.
Mert : Konferans salonunda da yok
Mert : Telefonu kapanmış, arıyorum açmıyor
Mert : Başına bir şey geldi kesin
Mert : 15 dakika önce tuvaletin önünde buluşacaktık gelmedi
Mert : Ve hala yok
Mert : Başına bir iş geldiğine eminim
Mert : Bunu birilerine çok fena ödeteceğim
Mert : Çok fena

Başımı kaldırıp Onur’a baktım. Oldukça endişeli görünüyordu. Hatta onu ilk defa yüzünde böyle endişeli bir duyguyla görüyordum. Normalde soğuktur, sert ve umursamazdır. Ama şimdi, ciddi ciddi endişelendiği çok belli. Çocukluk arkadaşından haber alamıyor, ve ben bile şuan Burak için endişelenirken onun umursamaması saçma olurdu. Eliyle çenesindeki yeni çıkmaya başlamış sakallarını kaşıdı ve alt dudağını ısırdı ne yapmamız gerektiğini düşünürken.

‘’Eğer,’’ dedi, ‘’ona bir şey olursa o siktiğimin katilini bulurum ve onu bizzat kendi sırasına yatırıp-‘’ Elimi dudaklarına doğru götürüp ağzını kapattım,

‘’Tamam. Hiçbir şey olmayacak.’’

Ama ben bile emin değildim. Olabilirdi. Şuanda bu okulun içinde bulunan herkesin başına bir şey gelebilirdi. Burası bir tehlike mahzeninden farksızdı. Ben, küçüklüğümden beri tehlikeyi sezen bir insandım. Bir yere gidilecekse ve o yerde tehlikeli bir olay olacaksa bunu gitmeden önce ben hissederdim. Buna rağmen gidecek olsak bile söylemekten vazgeçmezdim. Ve şuan burada tehlike seziyordum. Buram buram tehlike kokusu alıyordum. Ama ne olursa olsun buna izin vermeyecektik. Onur’un defalarca söylediği gibi, biz bir takımdık ve ne bir kişi eksik olacaktık ne bir kişi fazla.

***

Oy vermeyi ve yorum yapmayı unutmayın!
İletişim :
Twitter :  https://twitter.com/beyzaalkoc
Instagram : http://instagram.com/beyzalkoc

Karantina SerisiWhere stories live. Discover now