2.Bölüm : Bu İşte Birlikteyiz!

1.8M 53.7K 8.5K
                                    

Yorumlar için çook teşekkürler, yeni bir yola girdik, daha yolun başındayız, umarım zamanla çoğalır kocaman bir aile oluruz! Hepinize çok çok teşekkürler ^^ -Beyza.

***

2.Bölüm : Bu İşte Birlikteyiz!

*Yaklaş ama dokunma…*

Yaklaşık yarım saat. Yaklaşık yarım saattir burada durmuş sarışın kızın ölü bedenine bakıyoruz. Çıt çıkmıyor, Onur gayet rahat, sakin, ve hatta ilgilenmiyor bile. Burak ve Mert kızın başında yüzlerindeki kahrolmuşluk ifadesiyle olayı atlatmaya çalışıyorlar. Ben de uzaktan uzağa onları izliyorum. Tüm bunlar nasıl oldu bilmiyorum. Anlayamıyorum. Gittiğim her yerde bu tür olaylar bir bir nasıl gerçekleşiyor aklım almıyor. Geçen hafta hastaneye gittiğimde bindiğim asansör bozuldu, üç gün önce girdiğim markette içeri adım attığım an elektrikler gitti, dün anneanneme gittim ve kadın birden bayıldı kaldı. Alerji krizi dediler, yine de benim yüzümden olduğunu düşünüyorum. Çünkü ben, Zeynep Akay, bir felaket mıknatısıyım. Okula geldiğim ilk gün okulun karantinaya alınmasına ve içeride bir cinayet işlenmesine şaşmamalı.

‘’Zavallı kız…’’ diye mırıldandım derin bir nefes alarak kıza doğru. Hüzünlü gözlerle kıza gerçekten acıyarak baktığım sırada Onur’un onaylamazca başını sallayıp dalga geçer gibi güldüğünü gördüm. Bu çocuk hiçbir şeye üzülmez miydi? Sinirle ona döndüm. Ben ona bakınca duruşunu dikleştirdi ve tek kaşını havaya kaldırdı söyleyeceğim şeylere hazırlıklıymış ve asla etkilenmeyecekmiş gibi.

‘’Üzülmüyor musun?’’ Tek sorum buydu. Bunu bilmek istiyordum. Gencecik bir kız ölmüştü ve üzülmüyor muydu? Nasıl umursamazdı? Nasıl umrunda olmazdı? Nasıl bu kadar rahat olurdu? Tamam, eğer söylediği gibi annesinin ölümünde yedi saat onunla tek başına aynı evde kalmak zorunda kaldıysa… anlayabilirdim. Üzülmemesini anlayabilirdim, bu kadar çabuk atlatmasını anlayabilirdim, ama dalga geçiyor gibi görünmesini anlayamazdım.

‘’Hayır.’’ dedi tekdüze bir sesle. Bakışları ters bir şey söylememi ister gibiydi. Olay çıkarmak istiyordu, biliyordum.

‘’Üzülmemeni anlayabilirim,’’ diye mırıldandım onu ters köşeye yatırarak, ‘’ama dalga geçmeni anlayamam.’’ Kaşları havaya kalktı. Kollarını bilmiş bir edayla göğsünde birleştirip boğazını temizledi,

‘’Öyle mi? Üzülmememi anlayabilir misin? Gerçekten mi? Nasıl anlıyorsun, anlatsana biraz, gerçekten çok merak ettim. O muhteşem analizlerini bizimle de paylaş. Burak, Mert! Buraya gelin! Bu arkadaş bize bir şeyler anlatacak.’’ Burak ve Mert’e doğru seslendiği sırada kaşlarımı çattım anlam vermeye çalışarak. Ne yapmaya çalıştığı hakkında hiçbir fikrim yoktu. Ama o an kendimi kötü hissediyordum. Tavrı gerçekten çok kötüydü, beni inanılmaz derecede kötü etkilemişti. Yerin dibine girmek istiyordum. Ama o ne kadar kötü hissettirdiğinin farkında değildi.

Burak ve Mert kızı bırakıp ağır adımlarla kaşları çatık bir şekilde yanımıza geldiklerinde gözlerim Onur’un üstündeydi. Bana ‘’göster amcalara pipini’’ der gibi bakıyordu ve eğlendiği belliydi. Ne kadar kırıcı olduğunu anlayabilseydi de böyle yapar mıydı? Yapardı. Kırmak umrunda değildi, ela gözlerindeki acımasızlık bunu anlatıyordu.

‘’Abi ne oldu yine?’’ diye sordu Burak –kumral olan- , kömür kadar siyah saçları olan Mert ise bir cevap bekler gibi Onur’a bakıyordu sadece. Onur’un eğlenen bakışları benim üzerimdeydi.

‘’Bana sormayın. O anlatacak. Kıza üzülmememi anlıyormuş. Anlayabiliyormuş. Ben de geniş psikolojik bilgilerinden faydalanalım istedim. Olayı sıfır üç yaş arasında yaşadığım travmalara bağlayacak, izleyin.’’ Sinirle baktım yüzüne. Burak gülerken Mert gayet ciddi bir ifadeyle bakıyordu bana. Öne doğru, Onur’a doğru bir adım attım, ve başımı kaldırdım. Boyu öyle uzundu ki gözlerine bakabilmem için üst üste iki sandalye koyup onların üstüne çıkmam gerekiyordu. İhtiyacımı anlar gibi bana doğru eğildi ve yüzüme bakmaya başladı.

‘’Annen öldüğü için…’’ dedim bastıra bastıra, ‘’artık ölümlere üzülmüyorsun.’’

O an gözlerinde ufak bir oynama gördüm, yüzündeki ifadede ufak bir oynama. Sertti, soğuktu, acımasızdı, ama içinde bir yerlerde üzülüyordu. Şuan, içindeki o üzülen ufacık nokta hareket halindeydi ve ben bunu oynayan çene kasından anlamıştım. İnkar etme, Sert Çocuk. Senin de üzüldüğün noktalar var.

‘’Aferin.’’ Gözlerini gözlerimden ayırmadan tek nefeste konuştu, ‘’Ama bu psikolojik bir bilgi olmadı, külkedisi. Daha çok hayal gücünü konuşturdun.’’ Bana göz kırptığı an o kadar sinirli hissediyordum ki yedi saniye kadar sadece yüzüne baktım ve sola doğru dönüp koridora yöneldim hızlı adımlarla. Daha fazla yanlarında durmak istemiyordum. Daha fazla ezilmek istemiyordum. Üçüncü adımımı atmaya kalktığım an bir el sıkıcı tuttu kolumu. Kim olduğuna bile bakmadan kendimi kurtarmaya çalıştım ama gidebilmemin imkanı yoktu. Öyle sert tutuyordu ki, kolumda beş parmak izi çıkacaktı. Sinirle bir kez daha kendimi geri çektiğim an birden beni öyle sert çekti ki sırtım duvara yapıştığı gibi kendimi Onur’un iki santim önünde, kollarının yarattığı hapishanenin altında buldum. Sinirle bakıyordu yüzüme.

‘’Tüm bu olanlardan sonra…’’ diye fısıldadı sinirle, ‘’gitmene izin vereceğimi mi sanıyorsun?’’ Kendimi ondan kurtarmaya çalışıyordum. Ama kıpırdayamıyordum bile. Her yanımı sarmış gibiydi. Kendi bedenim içinde öylece kıpırdanıp duruyordum sadece.

‘’Gitmek istiyorum.’’ Tek kaşı havaya kalktı,

‘’Ben kalmanı istiyorum.’’ diyerek Burak ve Mert’e döndü, ‘’kimin istediği olur beyler, bahisleri alalım?’’ Burak ve Mert sıkıntıyla birbirlerine baktıklarında ilk adımı atan Mert oldu. Onur’a doğru ilerledi ve elini koluna koydu.

‘’Bırak onunla ben konuşayım. Kız zaten kötü bir gün geçiriyor.’’ Mert’e teşekkür eder gibi baktığım sırada Onur beni izliyordu. Sert, donuk ve öfkeli bakışları üzerimdeydi. Bu çocuğun derdi neydi? Bu tavırlarının hiçbir mantıklı açıklaması yoktu. Ama bunu ona söyleme imkanım da yoktu. Büyük ihtimalle beni tuttuğu gibi duvara yapıştırırdı ve ölü sayısı ikiye çıkardı.

‘’Hepimiz kötü bir gün geçiriyoruz. Bu kadar zayıf olması onun hatası.’’ diyerek tek kolunu indirdi ve geçebileceğim bir kapı açmış oldu bana. Ama garip bir korku vardı içimde. Gözlerine baktım titrek bakışlarla. Geçsem kızar mıydı? Ben bu kadar korkak değildim, ama şuan bu çocukla ilgili garip bir korku vardı içimde. Yanlış bir korku. Onun gözlerine geçip geçmememe izin veriyor mu diye baktığım sürede birden kaşlarını çattı inanamıyormuş gibi. Dudağının kenarı kıvrıldı hafifçe.

‘’Benden korkuyorsun…’’ diye fısıldadı, ‘’benden korkuyor musun?’’ Boğazımı temizledim. Psikopatın tekiyle karşı karşıyaydım. Bakışlarımı yere indirdim ve dikkatlice geçtim kolunu indirdiği yerden. Önünden geçerken dikkatlice ve gülerek yüzüme bakıyordu. Alanından çıktığımda Mert eliyle camın önünü gösterdi bana. Camın önüne doğru ilerledim, Mert de peşimden geliyordu. Birlikte camın önünde durduğumuzda yüzüme mahçup bir ifadeyle bakıyordu.

‘’Onur’u takma.’’ Omuz silktim anında moralim bozuk bir edayla.

‘’Takmıyorum. Sadece… bana kötü davranıyor. Sen de farkındasın.’’ Başını salladı ve Onur’a baktı ondan gelecek bir işareti bekliyormuş gibi. Başımı fark ettirmeden çevirdiğimde Onur’un duvara yaslanmış, kollarını göğsünde birleştirmiş, başını dikleştirmiş sert bir ifadeyle bize baktığını gördüm.

‘’Farkındayım, ama Onur kötü bir çocuk değildir. Sadece senin de dediğin gibi annesinin ölümünden dolayı hiçbir şeyden etkilenmiyor, üzülmüyor, her şey çok basit geliyor ona. İnsanların güçsüz olmasını kaldıramıyor. Gözlerinin önünde bir ölü var, ve umrunda değil. Çünkü çocukluğunda annesinin ölüsünü yedi saat boyunca görmüş bir insan için daha kötü ne olabilir ki? Yaşayabileceği en kötü olayı yaşadı. Ve artık hiçbir şeye üzülemez… Birini çok zor kabullenir, şimdi sen bu olaydan dolayı bir süre bizim yanımızda olmak zorundasın ve seni zor kabullenecek. Çünkü kaybetme korkusu var. Birini hayatına alırsa onu da kaybedeceğinden korkuyor. Biz onun çocukluk arkadaşlarıyız, bu yüzden bizimle arkadaş. Eğer o olaydan sonra tanışsaydık biz de arkadaşı olamazdık. Ve son olarak, bu cinayet olayı onun için çok önemli. Şuan ne yapmamız gerektiğini düşündüğü için burada bekliyoruz. Adımlarını dikkatli atmak istiyor. Bu okul, babasına dedesinden yadigar. Okulun adından da anlarsın, onların soyadını taşıyor. Zorlu Kolejleri… Babası bu okulu kaybederse çok kötü olur. Adamı toparlayamayız. Bu yüzden kimse bilmeyecek. Anladın mı? Belki babasına bile söylememeliyiz. Sadece biz dördümüz… Şuan Onur bunun kararını vermeye çalışıyor. Lütfen seni üzmesine izin verme. Ne yaparsa yapsın üzülmemeye çalış. Çünkü seni üzmek için yapmıyor. Buna emin ol. O taş kalpli değil. İçinde güzel bir kalp var Onur’un. Sadece o bunun farkında değil, o kadar. Anladın mı?’’

Başımı salladım. Duyduklarımdan o kadar etkilenmiştim ki derin bir iç çektim. Çok mantıklıydı. Annesinin ölümüne şahit olmuş birinden başka bir olaya üzülmesini bekleyemezdik. Acının en büyüğünü yaşamıştı. Daha büyük bir acı yaşayamazdı. Her ne kadar bu durumla dalga geçmesi ve bana kötü davranması affedebileceğim şeyler olmasa da alınmamalıydım. Kabullenmeliydim.

Zorlu… Demek soyadı buydu. Onur Zorlu…

‘’Anladım. Bana bunları açıkladığın için teşekkürler.’’ Mert gülümseyerek baktı yüzüme anlayışla.

‘’Önemli değil. Hadi gel, yanlarına gidelim. Bu arada, Onur sinirlendiği zaman duymak istemeyeceğin küfürler edebilir. Aslında üçümüz de öyleyiz. Ama onun kelimeleri biraz daha rahatsız edicidir. Takma kafana.’’ Başımı salladım, birlikte Burak ve Onur’un oldukları yere doğru ilerledik. Ölen kızın başında bekliyorlardı ama Onur’un bakışları bizim üzerimizdeydi. Ya da sadece benim. Yanlarında durduğumuzda Burak bize döndü,

‘’Kızı saklayacağız.’’ diye açıkladı. Demek ki Onur olaydan babasının haberdar olmaması gerektiğine karar vermişti. Belki de haklıydı. Babasının haberi olsa bile ne yapılabilirdi? Adamı üzmekten başka bir işe yaramazdı bu durum.

‘’Nasıl ve nereye? Karanlıktan hiçbir yeri göremiyoruz ki?’’ Mert’in sorusuyla birlikte merakla Onur’a baktım. Düşünceli bir şekilde bir yerde yatan kıza bir bana baktı. Aklına bir fikir gelmiş gibi bakıyordu yüzüme. Kaşlarımı çattım,

‘’Ne?’’ dedim, ‘’neden bana öyle bakıyorsun?’’ Cebinden telefonunu çıkardı ve ekranını açtı.

‘’Telefonunu çıkar.’’ diye emretti. Anlam vermek için Mert’e döndüm, onaylar gibi başını salladı. Tekrar Onur’a baktığımda tahammülsüzce yüzüme bakıyordu.

‘’Ne yapacaksın telefonumla?’’ Gözlerini devirdi ve elini uzatıp montumun cebine daldırdığı gibi telefonumu birdenbire alınca şok içinde bakakaldım! Bu ne terbiyesizlik! Ağzım bir karış açık anında bir adımda dibinde bittim ve ne yaptığına baktım.

‘’Korkma, sevgiline mesaj atacak değilim.’’ Yüzü oldukça sert görünüyordu, ekrana baktığımda uygulama marketine girdiğini gördüm.

‘’Mesaj oradan atılmıyor zaten.’’ dedim dalga geçer gibi. Birden durdu, başını kaldırdı ve tek kaşı havada yüzünde sen-benimle-dalga-geçtiğini-mi-sanıyorsun der gibi bir ifadeyle yüzüme baktı. Sonra intikam almak ister gibi başını eğdi ve telefonun uygulama marketinden çıkıp WhatsApp’a girdi birden. Şok içinde telefonu elinden almaya çalışıyordum ki telefonu ulaşamayacağım kadar yukarı kaldırdı!

‘’Ver telefonumu! Çık oradan!’’ diye bağırdığımda gözleri kısık WhatsApp ekranındaki isimlere bakıyordu.

‘’Hmm,’’ diye mırıldandı, ‘’Batuhan’a mı yazsam yoksa Ömer’e mi? Hangisi sevgilin?’’ Şok içinde baktım ona. Onlar benim ilkokul arkadaşlarımdı! Yazarsa ben biterdim!

‘’Eğer öyle bir şey yaparsan…’’ dedim ama tehdit bulamadığım için öylece kaldım. Gülerek baktı yüzüme,

‘’Ne yaparsın?’’ O an ani bir cesaretle diğer elindeki telefonunu kaptığım gibi üstündeki WhatsApp işaretine tıkladım,

‘’Ben de sana aynısını yaparım!’’ Gözlerini devirdi. Umursamıyormuş gibi görünüyordu. Umursaması gerekiyordu!

‘’Yap. Selin’e yaz mesela, sonra Hilal’e yaz. Banu’ya mutlaka yazmalısın, Elif var mesela… Kafana göre takıl. Keyfine bak. Ben de Batuhan’a yazacağım. Hadi kolay gelsin.’’

Kendimi kendi kaleme gol atmış gibi hissettim o an. Yenilmiştim! Telefonum elindeydi ve yaptığım hamle işe yaramamıştı! Aptal ben. Geri zekalı ben. Şimdi ne yapabilirdim? Yalvarsa mıydım? Burak ve Mert öylece kendi aralarında gülüşüyorlardı. Onur telefonuma doğru uzanıp ekranda bir şeylere tıklayınca dibine kadar girip başımı kaldırdım ve ne yaptığını görmeye çalıştım. Ciddi ciddi Batuhan’la konuşmalarımızın olduğu sayfaya girmişti.

‘’İyi geceler Batu inan bana yarın güzel bir gün olacak.’’Taklidimi yaparak Batuhan’a yazdığım son mesajı okudu ve bir de gülüyor! Sinirden ağlamak üzereyim! Birden bana döndü ve şüpheyle yüzüme baktı,

‘’Sen bu elemana yürüyor musun?’’ Şimdi delirecektim. Bu çocuk beni delirtmek için mi dünyaya gelmişti. Ya olan olaya bir bakın! Yanımızda bir kız öldü ve çocuk benimle uğraşıyor!

‘’Hayır! Telefonumu ver!’’ Başını salladı yapmacık bir inanışla,

‘’Yürüyorsun. Ama ben sana söyleyeyim, bu elemandan sana bir hayır gelmez. Uzak dur.’’ Gözlerimi devirdim ve derin bir nefes aldım. Kendini ne ya da kim sanıyordu? Bunu bana söylemesi gereken kişi o muydu? Tanımadığı bir insan hakkında bu kadar rahat yorum yapabilmesi de ona özgü bir problemdi sanırım. Çok ilginçti, ciddi ciddi çok ilginçti.

‘’Onu tanımıyorsun.’’ dedim anında.

‘’Şu son konuşmanızdan bile anlaşılıyor. Çocuk piç.’’ Sinirle baktım yüzüne. Şeytan diyordu ki karnına bir tekme geçir kaç! Ama şeytan bilmiyordu ki karşımdaki çocuk tek hareketiyle beni duvara yapıştırabilirdi.

‘’Batuhan gayet iyidir.’’ Bu kadar sinirlenip söyleyebileceğim tek şeyin bu olması bana dokunuyordu. Bana doğru eğildi, acır gibi baktı yüzüme.

‘’İnsanlar hakkında her şeyi bildiğini sanıyorsun, değil mi?’’ diye fısıldadı, ‘’hiçbir şey bilmiyorsun.’’

Yutkundum. Şuan öyle yakındık ki kendimi Papatyalara Dokunmak dizisinde gibi hissediyordum. Yaklaş ama dokunma… Kendimi biraz geri çektiğimde telefonumu indirdi. Tereddütle ekrana baktığımda WhatsApp’tan çıktığını ve tekrar uygulama marketine girdiğini gördüm. Arama yerine ‘’LED Light’’ yazdı ve arattı. Derin bir nefes aldım. Kimseye mesaj bile atmayacaktı, amacı telefona el feneri özelliğini indirmekti. Ben onu izlerken öyle de yaptı. El feneri özelliğini telefona indirdi, ışığı açtı ve telefonumu elime tutuşturdu.

‘’Benimki nerede?’’ diye sorunca telefonunu cebimden çıkardım. Telefonunun cebimde olduğunu görünce kendi kendine güldü,

‘’Telefonumu cebe atmış…’’ Söylenerek telefonunu aldı ve aynı programı kendi telefonundan da açıp iki telefonu iki ayrı elime tutuşturdu.

‘’Biz kızı taşıyacağız, sen bize ışık tutacaksın.’’ diye açıkladı. Başımı salladım. İki telefondan ayrı ayrı çıkan ışık koridoru fazlasıyla aydınlatıyordu. Burak ve Mert eğilip kızın birer kolunu tuttular, Onur da kızın bacaklarını kavradı ve birlikte kızı kaldırdılar.

Koridorda ben arkadan onlara ışık tutarken birlikte ilerledik. Nereye gittiğimizi bilmiyordum, zaten okulda neresi nerededir onu da bilmiyordum. Ama yangın merdivenlerine yöneldiklerini görebiliyordum. Onur ayağıyla iterek açtı yangın merdiveninin kapısını. Tam o sırada yangın merdiveninin içinden iki kız sesi gelince anında dışarı çıktığımız gibi kapıyı serbest bıraktık. Onur düşünceli bir şekilde diğer merdivenlere baktı.

‘’Oradan geçsek biriyle karşılaşabiliriz. Yangın merdiveninin içinde de iki geri zekalı oturmuş sohbet ediyor. Başka geçebileceğimiz bir yer yok. Yukarı çıkmak zorundayız.’’ derken bakışları yine bana yöneldi.

‘’Ne?’’ dedim bir kez daha, ‘’ne istiyorsun!?’’ Başıyla yangın merdivenini işaret etti,

‘’Kızları oradan çıkaracaksın.’’ Şok içinde baktım yüzüne.

‘’Bunu nasıl yapabilirim!? Delirdin mi!?’’

‘’Evet delirdim! Kızım ne var bunda!? Alt tarafı gidip burada oturmayın diyeceksin.’’ Gözlerimi devirerek baktım yüzüne, sıkıntıyla nefes verdim ve elimdeki telefonları gösterdim.

‘’Bunlar ne olacak?’’

‘’Onları da yanında götür, otuz saniye içinde hallet ve buraya gel. Uzamasın. Vaktimiz yok.’’ Sinirle baktım, bir de emir veriyordu. Öfkeyle kapıyı açtım,

‘’Emredersiniz Onur Bey.’’ diyerek merdivenlere yöneldim. Sesler alttan geliyordu. Alt kata doğru ilerledim, ve daha yedi basamak sonra basamakların birinde oturan iki kız gördüm. Elimdeki ışıkları onlara doğru tutunca korkuyla ayağa kalktılar,

‘’Kızlar burada oturmanız yasak. Beni müdür görevlendirdi, yangın merdivenine giriş-çıkışlar yasaklandı.’’ Kızlar başlarını sallayarak merdivenden kalktılar ve çıkış için benim girdiğim üstteki kapıya yöneldiler. HASSİKTİR! diye bağırmak istedim o an! O kapının önünde Onur Burak Mert ve ölü kız bekliyordu! Oraya gidemezlerdi! Ama ne yapabilirdim!? Anında koştum ve önlerine geçtim.

‘’Eee… o kapıdan… o kapıya… oradan geçmemelisiniz… Çünkü yerleri yeni sildim. Yerler çok kaygan! Alt katın kapısından çıkın!’’

‘’Ama…’’ Kızlardan biri itiraz edecek gibi olunca anında sözünü kestim,

‘’Burada işimizi yapıyoruz, daha fazla zorlaştırmak yerine bir kere de emirlere uysanız nasıl olur!? Tamam ya gidin çıkın o kapıdan da kayın düşün, umrumda değil. Ne yaparsanız yapın.’’ Kızlar birbirlerine baktılar tereddütle. İçimden dua ediyordum. Lütfen oraya gitmeyin, lütfen, yalvarırım oraya gitmeyin çünkü giderseniz ölümüm Onur Zorlu’nun elinden olacak! Lütfen… yalvarırım…

‘’Tamam, özür dileriz…’’ dedi kızlardan biri ve birlikte aşağı kata yöneldiler. Sevinçten ağlayacaktım. Arkamı döndüğüm gibi koşarak yukarı çıktım ve kapıyı açtım. Anında içeri girdiler.

‘’Babama söyleyeceğim seni daimi okul nöbetçisi yapsın.’’ diye fısıldadı Onur merdivenlere yönelirken, ‘’Bu iş için yaratılmışsın. Kolunda ‘nöbetçi öğrenci’ yazısıyla doğmadığına emin misin?’’ Anında gözlerimi devirdim nedense gülerek. İlk defa takdirini kazanmıştım. Onur Zorlu’nun takdirini kazanmak zorlu bir yarışı birinci bitirmek gibiydi. Ciddi söylüyorum.

‘’Eminim.’’

Birlikte merdivenlerde ilerliyorduk. Kaç kat geçtiğimizi sayamadım. Yüksek ihtimalle en üst kata ulaşmaya çalışıyorduk. Alt katların birinden sesler gelince bir an durduk. Sessizce bekledik ama sanırım sadece bir kapı açılıp kapanma sesiydi. İçeride kimse yoktu.

‘’Yürüyün.’’ diye emretti Onur. Devam ettik, iki kat daha çıkmıştık ki Onur başıyla kapıyı işaret etti bana. Resmen hizmetçisi olmuştum. Kapıyı açtım ve onlar için tuttum. Merdivenden çıktıklarında peşlerinden ilerledim. Bizi geniş, karanlık, tozlu bir ‘’atık eşyalar odası’’ karşıladı.

‘’Burası müzik odası olacak. Ama şuan hazırlık halinde bile değil. Buraya kimse uğramaz.’’ diye açıkladı Onur. Kızı köşeye kadar götürdüler ve üstü örtülü eşyaların arkasına doğru bıraktılar. Burak anında üstü örtülü eşyalardan birinin örtüsünü kaptığı gibi kızın üstünü örttü. Çocuklara baktım sıradaki adımın ne olduğunu anlamak için.

‘’Şimdi,’’ diye başladı Onur, ‘’Daha her şeyin başındayız. Kızı olduğu yerden kaldırdık, tamam. Buraya getirdik, sakladık, tamam. Ama şimdi çok daha büyük bir problemimiz var. Bir katille aynı çatının altındayız. Bir katille aynı okuldayız ve buradan çıkmamız yasak. Şimdiki adım katili bulmak. Hiçbiriniz, özellikle de sen Yeni Kız, yanımdan ayrılmayacaksınız. Dediğim gibi, bu işte birlikteyiz…’’

‘’Birlikteyiz,’’ diye tekrarladı Mert.

‘’Birlikteyiz abi!’’ dedi Burak ve anında gözler bana döndü. Outlander’daki Jamie’nin yemin sahnesini hatırladım. Tüm gözler üstümde ve sadakat yemini etmem bekleniyormuş gibiydi. Derin bir nefes aldım. Nasıl bir boka battığım hakkında hiçbir fikrim yoktu, ama başımı dikleştirdim.

‘’Birlikteyiz.’’ dedim. Birlikte bir batağın içine saplanmıştık. Ve biri batacaksa, batacak ilk kişi ben olacaktım, bunu hissediyordum. Umarım işler yolunda giderdi. Karantinaya alınmış bir okul, ölü bir kız ve bir katil vardı hikayemizde… yani işler yolunda gidecek gibi değildi. Ama en azından çabalayabilirdik, değil mi? En azından çabalardık.


Karantina SerisiHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin