18|geçmiş değildi onunkisi, aslında hiç geçmemişti

Start from the beginning
                                    

Ellerim terden ıslanan saçlarını geriye itelediğinde kapatmış olduğu gözlerinin gölgesi hızla hareket ediyordu, yorgun göğsü gibi.

"Özür dilerim..." diye fısıldıyordu. Göz yaşları boşaldığında yanaklarından, açmıyordu gözlerini. Ne görüyorsa kabusunda geçmişiydi, zira titreyen ellerini tuttuğumda bile sıyrılamadı geçmişinden.

O benim sesli feryadlarımı duymadıkça daha da delirdim sanki. Jimin gibi bende ağlamaya başladığımda "Jimin uyan!" diye bağırdım hiddetlice, göğsünden ve kolundan sarsıp. Hayatım boyunca hiç bu kadar korkmazken o gördüğü kabusun etkisinden kurtulup hızla öne doğru doğrularak korku dolu gözlerle boşluğa baktı ve soluk soluğayken nefes almaya çalıştı.

Bedenini sarsmayı bıraktığımda sanki nefes almakta zorluk çekiyordu. Saniyeler sürdü ses çıkarmadan kabusun etkisinden kurtulmaya olan hevesi. Ellerinin titremesi geçmedi bir türlü.

"Jimin, iyi misin?" diye sorarak dibine girip buz tutmuş yüzünü bana doğru çevirdim. Yaşla ve korku ile dolan gözleri beni bulduğunda hemen ellerini omzuma dolayıp sıkıca sarıldı. Gözlerindeki yaşlar tenime düştüğünde titredim yaprak gibi. Boğazıma bir yumru oturdu. Onun bu kabusu yüreğini deşerken bende ondan farksız vaziyette elim kolum bağlı kalmıştım.

Güç bela ellerimle saçlarını okyaşıp, sırtını sıvazlarken,"Korkma, ben buradayım sevgilim." diye fısıldadım, saçlarının arasına küçük öpücükler kondurup. Can havliyle,"Jeongguk annem." deyişi yaktı yüreğimi. Onunla beraber benim de ellerim titredi sırtını okşarken. Yaşlı gözlerimi yumup derin ve sıcak öpücüğü bu sefer uzanıp dudaklarına kondurdum yüzünü yüzüme hizzalayıp.

"Annemi gördüm Jeongguk...yine gördüm kabusumu...hayatımın kabusunu." Konuşmakta zorluk çekiyorken yaşlı gözleri gözlerime baktı çaresizce. Göğsüm ağır bir yükü taşır gibi his bıraktı ruhuma. Hayatının kabusu çökertti okyanusumu gözümün önünde. Yeri göğü bana dar eden o yan dairemin serseri çocuğu ellerimin altında ufacık kaldı.

Sayıkladı kelimelerini. Dinledim. Okyaşadım saçlarını sakin olması ve kendine gelmesi için, öpüp durdum gözlerinden, yanaklarından.

"Jimin," dedim, gözlerimdeki yaşlar birikirken göz altlarıma. Onun gözlerine sinen acıyı göğsümün kafeslerinde hissettim. "İyi misin?" diye sordum, iyi olmadığını bile bile. Sessiz kaldı, kesti ağlamayı. Yorgun ve titrek gövdesi ciğerlerine şimdi yavaş yavaş çekiyordu nefesi. Başını elimden kurtarıp omzuma yasladı.

"Hastayım..." dedi, küçük çocuklar gibi naif ve ilgiye muhtaçtı sesi. Dudaklarını omzuma bastırdı. Az önce yaşadığı anın ve gördüğü kabusun izlerini ruhundan kanata kanata silmeye çalışıyordu tenini tenime yaklaştırarak.

"Sarılsak geçer ama."dedi fısıltıyla, elini belime sardı, alt tarafı iç çamaşırıyla kapalıyken iyice yanaştı bedenime.

"Sarılsak geçer." dedim, bir elim ensesini bulup, o leke gibi sinen dövmeyi okşarken. Sokuldum bedenine, dakikalarca sarılarak bekledim kendine gelmesini. Uyanmasını, gerçekten uyanmalıydı.

Ama hâla kabustaydı. Belki de Park Jimin yıllardır ne olduğunu bilmediğim bu kabusları görüyordu.

Islak gözlerinin yaşları kuruncaya denk kokumu içine çekerek sarıldı bedenime. Ne o anlattı, ne de ben sorular sordum. Bekledim. Onu bekledim, bekledim çünkü kalbinin nasıl acı ve korkuyla sarsıldığını görmüştüm. Canının yandığını görmüştüm, sebebini anlatmasına dayanabilir miydim bilmiyordum. Ama burada asıl endişem Jimin'di. O unutmak istediği geçmişini bana anlatabilir miydi?

Boğazına oturan kelimeler canını yakmadan çıkar mıydı ağzından? Susmak isterken tam da şuan, o ikimizinde dengesini bozan gerçekleri söyleyebilir miydi artık? Söylemesini istiyordum şayet dayanacak gücümüz de yoktu hiçbir şeye. O karşımda can çekişirken, bende bundan nasibimi almışken artık ayrı ayrı kanayamazdık.

Sillage | jikookWhere stories live. Discover now