7. Bölüm

272 26 14
                                    


Geciktiğim için üzgünüm elimde olmayan sebeplerden dolayı bür kaç günlük aksama oldu.


Dila
Kendimi anlamakta zorlanıyordum. Aslında doğum gününe gitmeyi hiç istemedim ama çok ısrar ettiği için Nergis  Hanım'ı kıramamıştım. Zaten neyi bahane edecektim ki? "Alaz orada, gelemem" mi diyecektim? Beni öptüğü gecenin üzerinden üç gün geçmişti. O öpücüğün sebebini gecelerce düşünmeme rağmen bulamamıştım. Bu süre zarfında da ne yüzünü görmüş ne sesini duymuştum. Böyle bir isteğim de yoktu. Hatta bugün göz göze dahi gelmemek için çabalamıştım. Şimdiyse odasına gitmek için onunla merdivenleri çıkıyordum.
Odasının kapısına geldiğimde durdum ve kapıyı açmasını bekledim. Önüme geçip açtığı kapıdan içeri girdim.
Arkamdan içeri girip kapıyı kapattığında ona döndüm, "Derdin ne senin benimle ya?"
"Benim ne derdim olabilir seninle ya?"
"Beni delirtmeye mi çalışıyorsun sen?"
"Asıl sen mi beni delirtmeye çalışıyorsun?"
"Papağan gibi tekrar mı edeceksin Alaz?!"
"Papağan gibi tekrar etsem ne olur?" dediğinde ikimiz de önce durup sonra gülmeye başladık. Ben sinirden gülüyordum gerçi, onu bilemiyordum.
Gülmemiz sona erdiğinde kısa bir sessizlik oldu. Sonra Alaz bana doğru bir adım atıp aramızdaki mesafeyi kapattı. Ellerini belime koyup vücudunu benim bedenime yasladığında gömleğindeki pasta parçaları elbiseme bulaştı. Şaşkınlıkla önce elbiseme sonra yüzüne baktığımda ellerini belime doladı. Bir yandan bu garip heyecanı yaşamak istiyor, bir yandan yanlış olduğunu düşündüğümden kendimi kötü hissediyordum. Bu ikilemle boğuşurken dudaklarıma uzandı ve beni öptü.
Dudaklarının sıcaklığıyla bedenim yine sersemledi. Dudaklarımın üzerinde gezinen dudaklara, bedenime dolanan ellere teslimdim. Bacaklarım bedenimi taşımaz hâlde titrerken çalan telefonunun sesiyle birbirimizden ayrıldık. Sağ eliyle cebindeki telefonu çıkarırken sol eliyle de benim sağ elimi tutmuştu. Telefonu açıp kulağına götürürken bir yandan da bana bakıyordu. Akıcı bir İngilizceyle yaptığı görüşmenin bitmesini telaşla beklerken gerçek hayata dönmüş, başımı eğip "Ne yapıyoruz biz?" diye kendi kendime sitem etmeye başlamıştım. Ben bu iç muhasebemle boğuşurken sağ eliyle yanağıma dokunduğunda telefonu kapattığını anladım, başımı kaldırdım, "Bu olanlar bir yana Alaz... Bunları konuşacağız... Üstüm mahvoldu, aşağı nasıl ineceğim? İnsanlara bunu nasıl açıklayacağım?" dedim.
Önce üzerime baktı, sonra sol elini yanağıma getirip yüzümü tuttu. Kafamı çevirip yüzümü elinden kurtarmaya çalıştım.
"Panik yapma. Hem fazla bulaşmamış. Sanki yani..." dedi, hınzırca gülüyordu bir yandan da.  "Annemin odasından bir şey buluruz, lekeli kısmı kapatırsın, merak etme" diye ekledi. Nasıl bir çözüm bulabileceğimizi o an kestiremesem de başımı "tamam" anlamında salladım. Sonra yukarıya çıkma sebebimizi anımsayıp, "Off.. Gömleğini de makineye atacaktık. Çıkar da Nergis Hanım yanlış bir şey düşünmesin" dedim.
"Tamam, sen tuvalete git, üzerini temizle; ben de gömleğimi değiştirip sana bir şeyler bakayım" dedi ve annesinin odasına gitmek için odadan çıktı.
Odasının içindeki banyoya yürürken yaşadıklarımız, yaşadıklarımızın yarattığı karmaşıklık hissi ve yaşadıklarımızın anlaşılacağına sebep olabilecek bu pasta lekesinden nasıl kurtulacağımın verdiği gerginlikle ellerim titriyor, kalbim yerinden çıkacak gibi atıyordu. Elbisemi banyodaki ıslak mendille temizleyip fön makinesiyle kurutmaya başladım. Birkaç dakika sonra bir hisle kafamı elbisemden kaldırıp aynaya baktığımda başını yaslandığı kapıya dayamış bir hâlde beni izlediğini gördüm. Banyo aynasındaki bakışmamız kısa, sessiz ama çok derindi. Sonrasındaki iki üç dakikada olanları yaşayan ben değil gibiydim. Elindeki şalı alıp bir şey söylemeden banyodan sonra da odadan çıktım, şala sararak aşağıya indim.
Ortalıklarda olmayışımızı kimse fark etmemiş gibiydi. Masaya yaklaşırken yukarı çıktığımızı bilen tek kişi olan Nergis Hanım'ı gördüğümde üzerimdeki şalı yüzünden biraz gerilsem de "Üşüdün mü kızım?" sorusuna mahcup bir gülümsemeyle başımı evet anlamında salladım. 
Yerime oturduğumda yukarıda olanlar beynimde dolanıyordu. Telefonuma gelen mesaj sesiyle daldığım düşüncelerden sıyrıldım. Alaz'dandı. "Kalk!" yazıyordu. 
Tamam, etraflıca yazacak durumda değildi belki ama bu emrivaki neyin nesiydi? Nerede olduğunu görmek için kafamı kaldırıp etrafa bakındım. Bahçenin bir köşesinde ayakta durduğu Taner'le koyu bir sohbete dalmış görüntüsü veriyordu. Göz göze geldikten sonra cevap yazacağımı anlamasını sağlayacak şekilde baktıktan sonra bakışlarımı telefona çevirdim. Mesajını sadece soru işareti koyarak yanıtladım. Ardından gelen mesajda "Gidelim" yazıyordu. "Birlikte mi?" yazdım. Mesaj gittiği anda Taner'in yanından ayrıldı ve arkasını döndüğü gibi eve doğru yürümeye başladı. O sırada "Evet, hadi kalk vedalaş, ben de seni götürme bahanesiyle çıkarım" yazan mesajı geldi.
Ne yaptığımı bilmeyerek ve sorgulayamayarak ama isteyerek "Tamam" diye yanıtladım. Yanımda oturan Lila'ya kalkmam gerektiğini söyledim. Kapıya gidene kadar şu meşhur çocuk şarkısındaki yalancı çobana döndüm. "Dizim ağrıdı", "Biraz üşüdüm", "Sanırım hasta oluyorum"... Poyraz Bey'i tekrar kutlayıp herkesle vedalaştıktan sonra kapıya yöneldiğimde Nergis Hanım ve Lila da beni geçirmek için arkamdan gelmişlerdi. O sırada Alaz sanki tuvalete gitmiş gibi banyodan çıktı ve girişteki dresuarın üzerinden arabasının anahtarını aldı. Nergis Hanım, Alaz'a dönüp, "A-aa, oğlum, sen de mi gidiyorsun?" dedi.
"Evet anne, sabahtan beri telefonum durmadı, şirkete uğramam lazım" deyip annesinin alnına öpücük kondurdu.
Nergis Hanım, "Ee, Dila'yı da bırak o zaman, o da kalkıyor" dediğinde başını tamam anlamında salladı ve Lila'nın tuttuğu açık kapıdan çıktı. Ben de Nergis Hanım ve Lila'yla öpüşüp vedalaştıktan sonra arkasından çıktım.
Arabaya doğru yürürken arabanın kapısını uzaktan kumanda ile açtı. Arabaya binerken "beni mi bırakacak, nereye gidiyoruz, ne olacak" diye düşünürken telefonu yine çaldı. Kontağı çalıştırıp kulaklığını taktı ve konuşmaya başladı. Benim yönlendirmeme gerek duymadan evime doğru sürüyordu arabayı. Bir ara yaptığı hararetli konuşmanın gerginliğiyle hızını artırınca eline uzandım, bana baktığında hız panelini gösterip yavaşlamasını anlatmaya çalıştım. Kafasını onaylar anlamda sallayıp hızını biraz düşürdü ve konuşmasına devam etti.
Eve girene kadar konuşmaya devam etti. Ben ayakkabılarımı çıkarıp terliklerimi giydim. Anahtarlığımı çantama koyarak girişe bırakırken o hâlâ telefonla konuşuyor, holde bir ileri bir geri gidiyordu. Konuşmalardan anladığım kadarıyla karşı tarafı bir türlü ikna edememiş ve buna çok sinirlenmişti. Konuşmasının daha uzayacağını düşünerek odama çıkıp üzerimdekileri değiştirmeye karar verdim. Şalı ve çıkardığım pasta lekeli elbisemi kirli sepetine attıktan sonra gri bir tayt ve siyah bir tişört giydim. Aşağıdan gelen sesler henüz kesilmemişti hatta bir ara Alaz'ın sesi ciddi şekilde yükseldi.
Merdivenlerden indiğimde sesi mutfaktan geliyordu. Kahve makinesine su doldururken hâlâ telefondaydı ama sesi biraz sakinlemişti. Yanına yaklaşarak elindeki sürahiye uzandım. Beni fark ettiğinde gülümsedi, masaya otururken telefon konuşmasını da sonlandırmak üzereydi. Elindeki telefonunu masaya bıraktıktan sonra kolunu da diğer sandalyeye dayayıp bacak bacak üstüne attı. Bu sırada ben de kahve kutusunu açıp makineye yerleştirdim. Kahvenin olmasını beklerken ne konuşacaktık, bana ne söyleyecek, diye düşünüyordum. "Kusura bakma, uzun sürdü" dedi. Arkamı döndüğümde aynı rahat pozisyonda oturuyordu.
"Salona mı geçsek?" diye sorduğumda başını onaylar şekilde salladı. O mutfaktan çıkarken "Kahvenin yanına bir şeyler ister misin?" diye sordum.
"Soğuk su yeterli."
Kahve pişince ellerimin titremesini kontrol ederek fincanları doldurdum. Derin nefeslerle heyecanımı kontrol etmeye çalışarak tepsiyle mutfaktan çıktım. Camın kenarındaki berjere oturmuş, dışarıyı izliyordu. Geldiğimi fark edince önündeki sehpanın üzerindeki kumandaları yana çekip kahveye yer açtı. Karşısına oturduğumda ikimiz de bir süre birbirimize baktık. Ortamdaki gerilim dilimi damağımı kurutunca su bardağına uzandım. Eline aldığı kahve fincanından birkaç yudum aldıktan sonra, "Konuşalım mı artık?" dedi.
Konuşalım tabii ama ne konuşacağız, diye soracak değildim. Elimde evirip çevirdiğim su bardağını tepsiye bırakırken, "Değerlendirmemiz gereken bir olay var ama zamana ve akışına bırakmamız ikimiz için de en mantıklı yol olacaktır" dedi.
"Zamana ve akışına bırakmak derken?"
Elindeki fincanı sehpaya bıraktı. Berjerde biraz öne gelip elleriyle dizlerime dokundu, "Bizi nereye götürecek, ne hissettirecek; yaşayarak görelim, demek istedim."
Endişe tüm bedenimi kaplamıştı. Dizlerimde başlayan uyuşma hissi bütün bedenimde dolaşmış başıma kadar çıkmıştı. Bu ani değişim bedenimi hırpalasa da yine de mantığım devre dışı kalmadı.
"Biz ve yaşamak mı? Bunu yapamayız."
Sırtını koltuğa yaslayınca dizlerime temas eden elleri de geri çekildi, "Neden yapamazmışız?"
Yüzüm yanmaya başladı. Ellerimi kaldırdım ve yanaklarıma götürdüm, "Ne deriz insanlara? Ağabeyinin eski..."
Sözlerim bir anda çakan şimşek ve ardından gelen gök gürültüsüyle kesilince Alaz boşluğu "İnsanların ne düşündükleri, ne diyecekleri zerre umurumda olmaz Dila. Ama bu benim bakış açım tabii. Bu konudaki düşüncelerimiz, isteklerimiz uyuşur mu, onu bilemem. Şimdi seni yalnız bırakayım, sen de düşün. Senin için de oluru varsa yollarımız mutlaka birleşir" diyerek doldurdu.
Dilim damağım birbirine dolandı, içimden yükselen cümleler dudaklarımdan dökülemedi. Bu yüzden de tek kelime edemedim. Gözlerime bakan ama hiçbir cevap alamayıp hüsrana uğrayan adamın bakışlarına yenilip yüzümü eğdim. Hareketlendiğini fark edip başımı kaldırdığımda kapıya doğru yürüyordu. Yağmur damlaları camlara sertçe vurmaya başladı; başımı yerden kaldıramadım, yüzüne bakamıyordum. Cesaret edip kafamı kaldırdığımda kapının yanındaydı. "Yağmur hızlandı, şemsiye vereyim sana" diyebildim. Hafif bir tebessümle bakarak, "Gerek yok, çok yağmıyor zaten. Kendine dikkat et" dedi ve açtığı kapıdan çıkıp gitti.

AŞKIN RENKLERİWhere stories live. Discover now