II

38 1 0
                                    


Türk insanı; İstikrarlı, kararlı ve azimli olmalıdır. Sorumluluk sahibi olmalı, hizmete talip olmalıdır. Cesur olmalıdır.
- Mustafa Kemal Atatürk

Bundan 3 sene önce Türkiye Cumhuriyeti'nin güçlenmesinin somut adımları atılmaya başlanmıştı. Tüm dünya Turan ayaklanmasını şaşkınlıkla izlerken Rusya ve ABD Türklere karşı ilk tehditlerini sallamaya başladılar. Senelerce baskı altında kalan ve buna rağmen güçlenip dünya gücü olan Türkiye Cumhuriyeti, Turan için ilk adımı atmıştı. Yaklaşık 3 ay boyunca tüm Türk devletleri birleşip dünyaya meydan okudu, Türk birliğini kurmayı başardı. Dünya olanları izlerken 13 Ekim 2043 tarihinde saat gece 3:46 civarında atılan bir atom bombasıyla Dünya Savaşı resmen başladı. Türklerin ana yurduna, yüreğine bir atom bombası atıldı o gece. Tarih boyunca binlerce yıldır Türk kanıyla ıslanan o bozkırlar bu sefer bir bombayla parçalandı. Turanın kalbi olan Türkiye toprakları da bundan önemli ölçüde etkilendi. O sırada Ötüken üssünde yüzbaşı olarak görevdeydim. Dünya savaşından önce yaşadığım ağır kayıp sonucu Türkiye görevinden alınıp Ötüken'e verildim. Timimiz dağıtıldı, farklı yerlere dağıtıldık. Çok kez intihar etmeyi düşündüm. Çok kez denedim. Ama Tanrı biliyor içimdeki intikam ateşi her seferinde kendime kıymamı engelledi. Yıllar önce dostum Örpen'i, bu Turan davası adına bir görev yüzünden kaybettim. Örpen'in öldüğü günden sonra dört bir cepheye dağıtıldık. Temir albay olarak Azerbeycan cephelerine gönderildi. Timin geri kalanı Doğu Türkistan cephelerinde görevlendirildi. Ben de Ötüken'e alındım. Türklerin kalbine, binlerce yıllık Türk yurduna.
  13 Ekim gece yarısında ani bir telefonla irkildim. O sözcükleri duyduğumda kulaklarımı kesip çöpe atmak istedim ama yapamadım. Zaman yavaşladı, telefonu fırlattığım gibi koşmaya başladım. Sirene basmayı başarabildim. Kulakları sağır eden, yürekleri sarartan korkunç siren sesi eşliğinde bütün üssü uyandırttım.
- ÇABUK OLUN! ÇABUK KOŞUN! ÇABUK!
Herkesi sığınaklara sevk ediyorum. Son saniyeler. Sadece birkaç saniye sonra kalbimin atması bir anlığına duruyor. Hayır. Hayır. HAYIR, HAYIR, HAYIR! Biri beni tutup içeri çekti. Kafamı vurdum.
  Uyandım. Geriye kalan birkaç yüz asker bana doğru çevrildi. Sayım yaptırdım, üstte bana bağlı bölüğün yarısından biraz fazlası kurtulamamıştı. Yüzbaşı Mustafa ve Yüzbaşı Salim'e bağlı kuvvetlerden de bir o kadarı eksikti. Tarihin gördüğü en ağır hasarı almıştık. İlk kez. Duvarın dibine yığıldım, beklemekten başka yapacak bir şeyim yoktu.
  Ötüken'de bulunan Gök Üssü Turan'daki birkaç en sağlam üsten biriydi. Kızıl üs olarak geçiyordu. Turan'da 10'a yakın kızıl üs vardı. Bunlardan ikisi Türkiye'de, biri Azerbeycan'da ve diğerileri de Orta Asya'ya dağıtılan sağlam üslerdi. Bu gece Turan toplantısı olduğu için Türk devletlerinin başkanları Bakü'de toplanacaktı. Birçok yüksek rütbeli askerle birlikte tabii. Ötüken üssünde General Osman'dan başka yüksek rütbeli biri kalmamıştı. Güç açığını kapamak amacıyla kısa süreli tayinler sağlanmıştı. Osman Bey'den sonra üste en yetkili asker bendim.
    Küçük kıyametin üstünden bir hafta geçti. Sığınak erzağı nerdeyse bitmiş, koca üsten kalan birkaç yüz askerle sıkışmıştık. Yüzbaşı Salim:
- Börü! Artık vakit geldi, çıkalım.
Son hazırlıkları yaptık, yanıma Salim ve Mustafa'yı aldım. Bize bağlı 30 askerle kuşanıp dışarı çıktık. Gözlerimi çöpe atmak istiyorum. Ana binanın iskeleti dışında hiçbir şey dayanamamıştı. Hiçbir şey. BU SİKTİĞİM YERİ HANİ SAĞLAMDI?
Sağlam falan değilmiş. Bu üs bizi bombadan koruyamadı. Generali bulmak için ana binaya yöneldik. Tabii bu patlamadan sağ çıkması için wolverine olması gerekiyordu ya da azrailin onu unutması falan. Her şey kül olmuştu, yanmıştı ve yıkılmıştı. Yıkıntıların arasından bata çıka ana binaya ilerledik. İçeri girdik, adım gibi bildiğim koridorları tekrar dolaştım. General odasında yoktu. Daha fazla aramadık ve radyasyon seviyesi tehlikenin altında olmasına rağmen birkaç gün daha sığınakta kalmaya karar verdik.
   Küçük kıyametin üstünden yaklaşık 5 ay geçti. Bu zaman zarfında Ötüken üssünü kısmen kullanılabilir hale getirdik. Bütün haberleşme cihazlarının denetimini tekrar sağladık ve uydulara bağlandık. Yardımın neden geciktiğini de bu şekilde anladık. Sadece tek bir bombayla Turan ülkelerinin çoğunluğu ağır hasar almıştı. Türkiye ve Azerbeycan kısmen kurtulmuş ve savaşa girmişlerdi. Kazaklar bizim son çaremizdi ve bu ay gelmeleri gerekiyordu. 5 ay boyunca üste bulunan tüm malzemeleri sistemledik. Ötüken üssünde koca alaydan geriye 693 kişilik tabur kalmıştık. Taburun başına geçmek yetkisini almak zorunda kaldım. Eski dostumun adı, başında bulunduğum tabur için en uygun ad idi. Örpen Taburu göreve hazır bekliyordu.
  O günden itibaren tabur içinde belli başlı ayaklanmalar görmeye başlamıştık. Birliklerin psikolojisi bozulmuştu. II. Dünya Savaşı'ndan beri ilk kez atom bombası olayı yaşanmıştı. Hepsini bir şekilde indirmeyi başardık ama ayrılanları engelleyemedik. Hepimiz Kazakların bize yardım edeceği umuduyla bekliyorduk.
  Sonunda bir uçan hava gemisi filosu Ötüken sınırlarına giriş yaptı. Uzun zamandır yorgunlukla boğuşan Örpen Taburu sonunda kurtuluş için kalkıyordu. Neyseki Turan'da hala güç vardı. Gün geldi, Ötüken üssü boşaltıldı ve Kazak Devleti'ne doğru yola çıkıldı.
   25 Ekim 2044. Yaklaşık bir yıl geçti. Kazak Devleti'ne bağlanan Örpen taburu dağıtıldı. Yüzbaşı Börü olarak görevime geri döndüm. Nogay Cephesine verildim. Oraya ulaştırıldığımda cephe ağır hasarlı durumda ruslara karşı savaş veriyordu. Albay Dursun'dan kesin talimatla cepheyi kaydırma emri aldık. Nogay'da haftalar birbirini kovaladı. Her gün bomba sesleri, savaşın getirdiği bozuklukluklar, cephe gerisindeki sorunlar, her şeyle savaşıyor gibiydik. 2044'ün son günlerinde Nogay cephesi kapanmak üzereydi. Başarılarımdan dolayı rütbelerim yükseliyordu. Son savunmadan önce yarbay olarak görev yapıyordum. Karargahta gece yarısı aldığım emirle Azerbaycan cephelerine albay rütbesiyle atandım. Yıllarca emek vererek kirletmeden taşıdığım yüzbaşılığı geride bırakmıştım. Daha fazla asker, daha fazla emir, daha ağır sorumlululuklar..
Günler birbirini kovaladı, Horasan operasyonlarında üstün başarı sergiledik. Fakat savaşın seyri asla tahmin edilemiyordu. Bir gün biz üstünüz diğer gün dünya. Her gece kabusla uyuyup kabusla uyanıyordum. Görev süremce birkaç kez Turan davası yüzünden Dünya savaşına yol açtığımızı bile düşündüm. Ama bu çok farklı bir olaydı.
   Haziran 2045. Küçük kıyametin üzerinden yaklaşık iki yıl geçti. III. Dünya Savaşı'nın son günlerindeydik, ama hala kazanan belli değildi. Turan ve Dünya karşı karşıyaydı. İki yıl boyunca dünya üzerinde savaş görmemiş yer kalmamıştı. Günler savaşla birbirini kovalarken ölen siviller, savaşırken can veren silah arkadaşlarım, her şey bize karşıydı. Savunduğumuz her şeyi tek tek yitiriyorduk. Büyük Türk savunmaları düşmeye başlamıştı. Dünya karşısında biz Türkler gerilerken büyük hasarlar da veriyorduk.
   Türkiye ağır saldırılarla yıkanmıştı. Bir zamanlar metropol olan İstanbul, Bursa gibi şehirler artık yıkıntılar içindeydi. Dünya savaşında Turan'ın yönetim merkezi Ankara idi. Son kale orası kalmıştı. Halk perişan durumdaydı. Avrupa'da ise taş üstünde taş kalmamıştı. 100 yıl önce tek başına dünyaya  meydan okuyan Almanlardan eser kalmamıştı. Rusya'nın güney cepheleri yarılmış, Çin'in içlerine girilmişti. ABD kendi kıtasında yağmalanmış, kalan tek sağlam ülkeydi. Doğu Türkistan cephelerinde bulunan arkadaşlarım Alp ve Pars Çin'in yarılmasında büyük rol oynamışlardı. Doğu Türkistanlıların intikamını almaya çok yakınlardı.
   Tarih 13 Aralık 2045. III. Dünya Savaşı bugün yapılan Ötüken Barış Antlaşması ile bitti.  Nahçıvan'da albay rütbesiyle savaşı bitirmiş bulunuyordum. İzne ayrılma vaktim gelmişti. 2 yıl süren o korkunç savaşı geride bırakmıştık. Psikolojik olarak çökmüştük. Her gün cephede kopan kollar, bacaklar.. Kan ve öfke.. İntikam ateşi.. Evime dönme vaktim gelmişti. Bu yıkık harabelerden başka yıkık harabelere seyahata çıkıyordum. Yorulmuştum. Uzun süredir kabus görüyordum. Her gün farklı bir kabus.. Bir süre Örpen'i görüyordum ama son zamanlarda farklı şeyler görmeye başlamıştım. Ne olduğunu bilemediğim şeyler görüyordum. Babamın araştırmalarını bulmam gerekiyordu.
  Babam emekli yüzbaşı idi. Annem de emekli pilot. İkisinin soyu da Türklere dayandığından Türk kanından geliyordum. Bunun değerini gençken çok fazla anlayamadığım için babam kadar araştırma yapmamıştım. Bu yüzden tarih bilgim babam gibi birine göre oldukça zayıftı. İkisini de savaşta kaybettim. Babam gibi birini kaybetmek benim hayattaki en büyük kaybımdı. Çünkü tek örnek aldığım yegane insan oydu. Gördüğüm en iyi baba, en iyi asker ve en iyi insandı. Benim ben olmamda babamın etkisi çok büyüktü. Şimdi ise onun yolundan gitmek için eski evimize doğru yola çıkıyordum.
Ben Albay Börü Erkuş. 15 şubat 2046. Evime çok yakınım.

GÖREV II: İntikam AteşiWhere stories live. Discover now