bölüm yirmi dokuz, buradasın, benimlesin

444 70 88
                                    

Ben iyiyim Zhanzhan, gel ve beni evimize götür.

Bu cümle... Bu cümle, hayatı boyunca duyduğu en rahatlatıcı cümle olabilirdi. Ah, üç gündür öyle çaresizdi, öyle korkmuştu ki! Ne gözü bir şey görmüş, ne de kulakları bir şey işitmişti ondan başka. Her bir kalp atışında o vardı, aldığı her bir nefeste onun nasıl nefes aldığını düşünüp duruyordu. İçtiği bir yudum suda bile, onun üç gündür hiç su içip içemediğini sorguluyor, bunu sorgulamak bile tamamen iştahının kesilmesine yol açıyordu. 

Ama şimdi, şimdi tamamen rahatlamıştı, tamamen olmasa da onu göreceği için mutluydu. Korktuğu tek bir şey vardı, o da Yibo'yu ne halde bulacağıydı. Kendisi, Nathaniel Chen'i öldürdüğünü söylemişti... Bunu nasıl yapmıştı, hiçbir fikri yoktu. Aklı bu kaosla dolduğu sürece bedeni ile de ne tepki vereceğini şaşırmış bir haldeydi. Chalyang bulutların arasında süzülüp eşinin attığı konuma doğru ilerlerken, ardında bıraktığı karmaşayı hiç mi hiç düşünmedi.

Yin Huan Yibo'nun onlara ulaştığı bilgisini alınca mutluluktan ağlamaya başlamış, Feng Chao artık patronundan daha fazla azar yemeyeceği için rahatlamıştı. Xiao Zhan ışık hızıyla bir ekip hazırlatmış, ardından da bir chalyang'a atlayıp yola çıkmıştı bile. Onu arkasından takip eden chalyang'ta dört kişi vardı, bu kişiler o Nathaniel Chen'in adamını çatıda öldürdüğünde kanıtları temizleyen kişilerle aynı kişilerdi. Polislerden önce etrafı kolaçan edip izleri yok etmek için hazırlanmışlardı.

Xiao Zhan, chalyang yavaşça deponun çatısına inerken daha da heyecanlandığını hissetti. Midesi korkuyla kasılırken üç gündür burayı nasıl bulamadıklarını sorgulayıp duruyor, kendine kızıyordu. Çin'in neredeyse öteki ucunda duran, eski, dört katlı bir oteldi. Zemin kat kriloların mal aktarımı için kullanılıyordu fakat bu bina artık her şeyiyle unutulmuştu. Chalyang yavaşça vızıldayarak inilecek bir platform aradı, fakat bulamadığında, geçici olarak ayakta durmasını sağlayan, yeni ürünlerinde özellik olarak ekledikleri, küçük bacaklarını dışarıya çıkardı. Eski binanın tepesine yavaşça, bir kuş gibi indi.

Genç adam hiç beklemeden araçtan dışarı fırladığında onu gördü, hemen ilerisinde duruyordu. Yibo... Biricik eşi, bir tanecik dostu. "Canım!" diye haykırdı ona doğru, birbirlerine koştular.

"Zhanzhan!" Yibo, üç hafta önce edindiği gözüyle, onu daha önce hiç incelememiş gibi yeniden inceledi, sonra daha fazla bekleyemeyip hızla kolları arasına girerken kokusunu içine çekti. Onun güçlü kollarının sıcacık bir yuvaya dönüşmesini, kalbinin kalbine yerleşip birbirlerini tamamlamasını hissetti, uzunca bir süre, sımsıkı sarıldılar.

Xiao Zhan yüzünü onun saçlarına gömerken hasretle fısıldadı. Tam şu anda canını alsalar, hiçbir şey diyemezdi, o böyle yanında olduğu sürece her şeye razıydı.  "Yibo... Neden gittin benden? Neden hiçbir şey söylemedin bana?" 

"Birinin bu işi bitirmesi gerekiyordu." Sesi, yüzü onun boynuna gömük olduğu için boğuk geliyordu. Yibo yavaşça oradan ayrılıp onun gözleri içine bakarken gülümsedi. "Benim oyunda olduğumu unuttunuz. Tek gözlü olsam bile, ben hala savaşıyordum."

"Bu-" Xiao Zhan gülümseyemedi. Gülemedi, çünkü gözleri aniden fark etmiş gibi eşinin yanağından çenesine, çenesinden boynuna doğru inmişti. Boynunda mosmor parmak izleri vardı, çenesi kızarıktı, patlamış dudağının kenarı hafifçe şişmişti, elmacık kemiğinin üstünde zedelenme vardı. Nefes bile alamadı, gözlerine inanamadı. "Bunlar ne Yibo?!!!"

Genç adam eşinin alev alev yanan bakışlarına karşın, durumu geçiştirmeye çalıştı. "Önemli bir şey değil, bir haftaya izi bile kalma-"

Alcyone [Yizhan]Where stories live. Discover now