bölüm on altı, senin için yazdığım şarkı

562 82 100
                                    

Bütün mantığı devre dışıydı ve bu yüzden hiçbir şey düşünemiyordu. Telefonu kapatıp Nathaniel Chen'e tek kelime bile söylemeden kendini odadan hızla dışarıya atarken Yibo'ya ne olduğunu, neden çatıda olduğunu ve güvenlik kameralarını kimin devre dışı bıraktığını bilmiyor oluşu onu çok, çok fazla korkutuyordu. Onu çatıya çıkarmışlardı, uçurumun ucundaydı! Yibo'nun oradan düştüğünü düşünmek bile istemiyordu!Tanrım, lütfen ona bir şey olmasın, diye dua ederken önünde durduğu asansörün düğmesine bastı aceleyle.

Ancak hiçbir şey olmamıştı. Xiao Zhan asansörün düğme ışığının yanmıyor olduğunu fark ettiğinde arkasından bir ses duydu: " Efendim, asansörler son birkaç dakikadır çalışmıyor. Bakması için birini çağırdık ama şimdilik..."

Cümlenin geri kalanını dinlemedi bile. Can havliyle merdivenlere koşarken aslında her şeyin onu yavaşlatmak için yapılan bir oyun olduğunu anlamıştı, öyleyse kime güvenebilirdi? Şimdiye kadar kimler onu oyalamıştı? Feng Chao, Yin Huan? Nathaniel Chen'in ismini saymasına bile gerek yoktu, bu olayın başında onun olduğu çok barizdi! Peki ya gelen mesaj konusunda kimden şüphelenmesi gerekiyordu?

Kaç tane düşmanı vardı?

Ölecek gibiydi, nefes alamıyordu ama nefes nefese kalmıştı. Kalbi atmıyordu sanki ama aslında öyle hızlı atıyordu ki göğsünü acıtıyordu. Bütün bunlar kafasının içinden geçip giderken sonuna geldiği merdivenlerden çatının kapısına doğru koştu, bileğini bir saniye içinde taratıp açık havaya çıktığında bütün dünya aklına doluştu, her şey kafasını karıştırdı.

" Yibo!" Hızla yere çökmüş bedene doğru koşup eşinin yanında diz çöktüğünde genç adam titreyen yüzünü ona çevirdi, işte o an Xiao Zhan'ın kararan bakışları eşinin alnına kaydı.

" Zhanzhan!" Yibo hiç beklemeden uzanıp onun boynuna sarıldığında Xiao Zhan ürpererek kollarını sımsıkı onun bedenine doladı. Burada, Tanrım; o burada, o iyi. Artık nefes aldığını ve kalbinin atmaya başladığını hissedebiliyordu. Onu uzun bir süre hiç bırakmadı, elleri vücudunda dolanıp başka bir yarasının olup olmadığını anlayabilmek için bedeninde dolandı. Bir dakika kadar önce aklına doluşan bütün o kötü senaryolar bir bir yok olurken, onların birinin bile gerçek olması durumunda neler olabileceğini düşündü... Başını hızla iki yana sallayarak bu düşünceyi kafasından atmak istedi.

" Yibo, ne oldu? Neden buradasın, kim yaptı sana bunu?!" Kollarını omuzlarından çekip avuç içleriyle onun güzel yüzünü kavrarken genç adam da sanki dokunuşuna hasret kalmış gibi parmaklarını onun omuzlarından boynuna doğru hareket ettiriyordu.

" Bilmiyorum, bir anda oldu." diye cevapladığında aniden alnında tüy kadar hafif dudaklarının baskısını hissetti. O öpünce, diye düşündü gözlerini kapatırken. O öpünce bütün acısı geçivermişti.

" Ah, canın acıyor mu? Söyle bana, nasıl düştün? Kim düşürdü seni?" Xiao Zhan eşinin alnındaki tozları titreyen parmaklarıyla, canını yakmaktan korkarak, temizlemeye çalışırken parlayan kızıl renkli kan damlacıklarının üzerine üfledi. Ona bunu her kim yaptıysa, onu öldürecekti, fakat ölümü bile kolay olmayacaktı onun! Yavaş yavaş, son kan damlasını akıtana ve bunu kendi gözleriyle görene kadar, acıdan bütün gözyaşlarını tüketene kadar onun son nefesini vermediğinden emin olacaktı!

" Seni bulmama yardım edeceğini söyledi, erkekti. Bu kata çıkardı beni, sonra birisi değneği elimden aldı..." Wang Yibo aniden susarak dudaklarını sertçe birbirlerine kapadı. Eğer devamını söylerse neler olurdu? Öfkesiyle yanıp tutuşan biricik eşi küle dönüşmez miydi birden?

" Sonra?" Xiao Zhan titreyen ellerinden birini yumruk yaparken diğeri bir meleğin dokunuşlarını eşinin tenine bırakıyordu. Gözleri avına odaklanmış bir şahin gibi delice parlıyordu. " Sonra ne oldu, canım?"

Alcyone [Yizhan]Where stories live. Discover now