bölüm yirmi iki, bunun hesabını kim verecek?

488 67 66
                                    

Işığı görene kadar burada kalacağım, diyordu, ama bilmiyordu ki yer altında yaşıyordu.

Xiao Zhan son dakika haberleri ve tartışmalarla sarsılan Çin'in üzerinde yürüyormuş gibi hissediyordu. Binalar yıkılıyor, insanlar dehşet içinde olanlara bir anlam vermeye çalışıyordu ve o aralarından geçip gidiyor, kimsenin yüzüne bakmıyordu. Dudakları hafifçe yukarıya doğru kıvrılmıştı ama bunu kimse görmedi. Gücü parmaklarının arasında hissediyordu, avuçları kaşınıyordu. Nathaniel Chen'in yüzünün nasıl öfkeden morardığını düşündükçe boğazından yükselen bir kahkaha serbest kalmak için dudaklarını zorluyordu.

Hamlesini iyi oynamıştı. Nathaniel Chen düşen kriloları ile uğraşıp hasarın başka bir yönden gelen dalga tarafından kaynaklandığını savunadursun, Xiao Zhan chalyanglarını özellikle fırtınanın göbeğinde uçurmuş ve bütün ülkeye göstermişti.

Masmavi gökyüzünün umutları taşıdığı zamanlar eskidendi. Gökyüzü şimdi çektiği ızdıraptan griye dönüşmüş; pazarlığın, rekabetin ve kasvetin yuvası olmuştu. Artık bir daha parlamazdı güzelce, artık sevmiyordu bulutlar insanları.

"Zhanzhan..." Eşi kolları arasında mırıldandığında onun alnına küçük bir öpücük kondurdu. Hala üzerinde duran takım elbisesi Xiao Zhan'ı rahatsız hissettirse de uzandığı yer yumuşak ve kollarını doladığı adam sıcacıktı, bu yüzden dert etmedi. Wang Yibo, koltuğa uzanıp sırtını yastıklara yaslayan eşine sarılmış, uyukluyordu. Bugün işe gitmediği için şanslıydı, aslında daha dün illegal şeyler yapmış bir patronun bugün şirketine sahip çıkması gerekirdi ama herkes biliyordu ki, şirketten daha önemli bir şey varsa o da Wang Yibo'ydu.

"Efendim?"

"Hmmm..." Genç adam ne söyleyeceğini unutmuş gibi mırıldanırken yattığı yerde kıpırdanıp yanağını omzuna yerleştirdi. Ne dediğinin farkında değildi, hala uykuda gibi görünüyordu. Xiao Zhan onu rahatsız etmemek için hiçbir şey söylemeyerek yalnızca onu okşadı.
"Neden uyumadın?"

"Uykum yok." Xiao Zhan dürüstçe cevapladı ama sebebini söylemedi. Ne olursa olsun, kötü bir şeyleri gözden kaçırıyormuş gibi hissettiğinden uykusu falan kalmamıştı. "Sen benim yerime de uyu."

Wang Yibo hiçbir şey söylemedi çünkü bilinci yeniden kayıp gitmişti. Böyle zamanlarda Xiao Zhan onun güzel yüzünü izlemeyi çok seviyordu. Teninin her bir noktasında, her bir santimetresinde ilerledikçe bu ilahi güzelliğin ve sevginin altında kötü düşüncelerinin eriyip gittiğini hissediyordu. Hissettiği daha birçok şey vardı... Suçluluk duygusu bunların başında geliyordu. Öldürdüğü o adam için bile böyle bir şey hissetmemiş olmasına rağmen neredeyse her gece Wang Yibo'nun onun yüzünden kör olduğunu düşünüyor, bu düşünce onu kahrediyordu; hiçbir panzehiri de yoktu bunun. 

Yine de yaranın bir ilacı olmasa da onu sarabileceği bazı şeyler vardı. Mesela, ne olursa olsun bir gün Wang Yibo'ya gözlerine kavuşacağının sözünü vermek, ona bir umut ışığı olmak ona iyi hissettirmişti çünkü bir amacı vardı artık. Nathaniel Chen'in en büyük düşmanı olarak onu bozguna uğratmak, adamlarından birini işkence ederek öldürmek de iyi hissettirmişti. Bunlar yüzünden en ufak bir vicdan azabı duymuyordu. Wang Yibo için bir şeyler yapmak, onu bu umutsuz gri ile lekelenmiş dünyadan çekip almak istiyordu. O buraya yakışmıyordu, en renkli gökkuşağının süslediği, renklerin özgürce dans ederek birbirine karıştığı bir tabloya aitti o.

O sırada, Xiao Zhan eşini uyandırmamak için nefes bile almaya çekinirken bileğinde duran bileklik rahatsız edici boyutta bir ses çıkararak titredi. Genç adam sessizce küfrederek gelen bildirime bakarken Wang Yibo kıpırdanarak yanağını onun göğsüne sürtmüştü. Bu bilinmeyen bir numaradan gelen bir mesajdı. Xiao Zhan'ı aniden öfkelendiren bu mesajda ise şöyle yazıyordu:

Alcyone [Yizhan]Where stories live. Discover now