Four

1.6K 202 152
                                    

Önceki hayatımda ya Oscar çöllerdeydim ya da Buz Devri'ndeki Scrat. Hiçbirisi değilsem bile, ne bileyim çekici kamyon falan olmam lazım, çünkü şu ömrümde çektiğim dertler cidden önceki hayatımda bunlardan biri olduğumu gösteriyordu.

Boş kaleye bir vuruş daha yaptığımda aklımdan geçenler tam olarak bunlardı.

Çocukları üç gündür görmüyordum. Ne okula gitmiş, ne de yanlarına uğramıştım. Onlar da ne hikmetse, beni kendi halime bırakmayı seçmiş olmalılardı ki, uğramıyorlardı. O günden sonra Hana'nın söylediklerini çok düşünmüştüm. Seven birini fark etmek bu kadar zor muydu cidden? Acaba Jimin anlamış mıydı o gün? Ne yapıyordu şu an? Jinyoung ile konuşmuş muydu? İyi miydi?

Düşünmekten kafayı yiyecektim. Bu yüzden hemen düşünmeyi kestim ve biraz daha oyalanmak istedim. Topu alarak yerime geçiyordum ki, sahaya giren kişiyle şu son günlerde hiç olmadığım kadar neşelenmiştim.

"Seni burada bulacağımı biliyordum. Bir insan hiç mi değişmez?" diyerek yanıma yaklaştı ve kollarını iki yana açtı. Hemen boşluğu doldurarak ona sarıldım. Ne kadar olmuştu görüşmeyeli? Bir yıl dolmuş muydu?

"Ne işin var burada, Doktor?"

Geri çekildiğimizde alınmış bir tavır takındı ama şaka olduğunu bildiğimden gülmekle yetindim. "Alınıyorum ama. Kardeşimi görmeye gelemez miyim?"

"Keşke her gün gelsen." diyerek ona sarıldım.

Yugyeom, babamın annemle evlenmeden önce boşandığı eski eşinin oğluydu. Birlikte büyüdüğümüz ve bana daima gerçek bir ağabey olduğu için bağlarımız kuvvetliydi. Şehir dışında bir üniversitede Tıp okuduğu için çok az görüşebiliyorduk ve onu çok özlüyordum. Onu görmek çok iyi gelmişti.

Birkaç dakika sonra elimizde birer diyet kola ile kaldırım kenarına çökmüştük.

"Ne var ne yok? Çocuklar nasıl?"

"Jaehyun, platonikliğin zirvesini yaşarken, Jackson her zamanki Jackson işte. Kendi halinde saçmalayıp yüzümüzü güldürüyor. Jimin de...İyi."

Elini bacağıma koyarak sıktı. Hâlâ aynı mısınız? Değişen bir şey yok mu?"

Yugyeom durumumu bilen nadir insanlardan biriydi ki, zaten o da Hana gibi gözlem yoluyla anlamıştı.

"Yok. Olamaz da zaten. Ben onun çok sevdiği bir arkadaşıyım, o kadar."

Omuzlarım çökerken gözlerimin dolduğunu hissediyordum. Sadece bir isim bana bütün hüznü nasıl hissettirebiliyordu?

"Günün birinde biri bana Jungkook bir gün gelip depresyona girecek dese, frontal lobun çok düzleşmiş senin derdim. Ortamın IQ seviyesini AQ seviyesine dönüştürmeyi kes." diyerek omzuma vurduğunda kahkaha attım. Sinirlerim gerçekten çok bozulmuştu.

"Bana kullanma şu Tıp terimlerini. Hiçbir şey anlamadığımı biliyorsun. Yanında cahil hissediyorum."

"İşte tam da bu yüzden kullanıyorum ya!"

İkimiz de kahkaha atmaya başladığımızda onu cidden çok özlediğimi fark ettim. Yanımda desteğini hissetmeyeli çok olmuştu.

"Ne zaman açılmayı düşünüyorsun?"

"Ha?"

Tepkime bir süre güldükten sonra konuştu. "Sinapslarından kaplumbağa hızıyla mı geçiyor?Nöronlar çakma yapamıyorlar mı? Jimin'e diyorum, ne zaman açılacaksın?"

"Sana söyledim ya, hiçbir zaman. Arkadaşlığını kaybetmek istemiyorum ama ona kendimi fark ettirmek için de uğraşıyorum bir yandan. Ve bence boşa kürek çekiyorum."

ᴇᴠᴇʀʏ ʏᴏᴜ ᴇᴠᴇʀʏ ᴍᴇ | ᴊɪᴋᴏᴏᴋ (ғɪᴠᴇ sʜᴏᴛ)Where stories live. Discover now