"Sakın ol tatlım. Çekil oradan!" Baek bu isteğe uymak istediyse de son hareket ettiğinde hayvan ileri atıldığı için vücudu bu emre uymayı reddetti. Yeol cesur bir şekilde Baek ile sürüngenin arasına girdi ama Baek'in son isteyeceği şey adamın, kendisini korurken timsah tarafından yenmesiydi. "Hadi kapıya koşalım." 

"Gerek yok." Yeol omzundan geriye bir göz attı. "Seni tanımadığı için gıcıklık yapıyor. Yabancılardan hoşlanmadığını söylemiştim." 

"Kimin?" Yeol timsahı işaret etti. "Ally'nin." Baek'in başının tepesinde bir ampul yandı. Ağzı bir karış açıldı. "Beni yemekle ve kemiklerimi de kürdan olarak kullanmakla tehdit eden bu devasa kertenkelenin Tıslayan Ally olduğunu mu söylüyorsun? Bana onun bir kedi olduğunu söylemiştin!" 

"Hayır, öyle demedim. Sen onun bir kedi olduğunu varsaydın. Ben de dün öyle bir gün geçirdiğin için seni endişelendirme gereği duymadım. Hadi gel." Yeol, Baek'in elini onunkine kıyasla kocaman olan avcuna alıp onu garaja doğru çekiştirdi. Baek kalp atışlarını yol boyunca daha sağlıklı bir hale getirmek için elinden geleni yaptı. Yeol oturması için onu tabureye oturttu. Bu adamın yanındayken kalp atışlarının normal olması imkânsıza yakın bir şeydi. Yeol'un bakışları minik karnında dolanırken Baek'in yanakları kıpkırmızı oldu. Adamın dikkatini başka bir yöne çekmeye çalışarak tişörtten yaptığı atkuyruğuna işaret etti. "Şey, umarım sorun değildir. Daha iyi otursun diye böyle yaptım. Ben ufak tefeğim ve sen de kocamansın." 

Yeol ona hiç kımıldamadan, tek kelime etmeden bakıyordu. Baek toplanmış kumaşı avcunun içine alarak gösterdi. "Yani baksana. O kadar büyük ki parmaklarımı bile kapatamıyorum. Yeol, alçak taburesinde rahatsızmış gibi yerinde kımıldanırken yumruğunun ardında öksürdü. Konuştuğunda sesi her zamankinden daha boğuk çıkıyordu. "Kedicik, çok büyük olduğumu falan söyleyerek egomu çok tehlikeli bir şekilde şişireceksin." Baek gözlerini sıkıca kapadı ve yerin yarılarak kendisini yutmasını diledi. "Aman Tanrım. Öyle demek istememiştim." Yeol hafifçe sırıtma sesi Baek'in kulaklarını okşayarak beynine ulaştı. "Rahat ol, ne demek istediğini biliyorum. Sadece sana takılıyordum." Onunla şakalaşıyor muydu yani? Ah, en son ne zaman biri onunla böyle tatlı bir şekilde şakalaşmıştı ki? Muhtemelen Sehun'dan beri böyle bir şey hiç olmamıştı ki o da yıllar önceydi. Ne kadar da üzücü bir şeydi bu. Baek, ona karşılık verebilecek kadar savunmasını düşürüp düşüremeyeceğini merak etti. Eğlenceli olabilirdi. Hatta normal bile hissettirirdi. Ah, bu bir mucize olmaz mıydı? Yeol, rengi solmuş, yırtık bir kot pantolonla beyaz bir atlet giymişti ve bunların her ikisi de motor yağı kaplıydı, üstelik atletinin hem önü hem de arkasında terden V harfleri oluşmuştu. Saçları küçük tutamlar halinde alnına dökülmüştü. Ağzının suları akmadan önce dikkatini dağıtma ihtiyacı duyan Baek, garaja göz gezdirdi. Kontrplaktan ve inşaat sehpalarından derme çatma bir masada çeşitli aletler, cihazlar ve yağ lekeli bezler vardı. Birkaç tane kovanın içinde yine aletler ve araç-gereçler duruyordu ama bunların düzeni varmış gibi görünmüyordu.

"Buraya geleli çok olmadı. Bütün bu malzemeleri nasıl edindin?" 

"Bunlar yaşadığım yerdeki malzemelerim. Arkadaşım gelirken getirdi." 

"Aradığın şeyi nasıl buluyorsun?" diye sordu Baek. Yeol, genç olanın ne demek istediğini anlamak istercesine odaya göz gezdirdi. "Her şeyin nerede olduğunu biliyorum," dedi savunmacı bir şekilde, bu sırada elindeki aleti bırakıp bir başkasını almaya gitti. Ama tam bir şeyi almak üzereyken duraksadı, kaşlarını çattı ve birkaç defa etrafa bakındı. "Çoğunlukla," diye mırıldandı. Baek kıkırdamasını bastırmaya çalıştıysa da olmadı. Yeol gözlerini kısarak ona baktı. "Bu da senin Oscar teorini bir kez daha kanıtlamış oluyor, değil mi?" 

kafes dövüşü 2 || chanbaek Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin