6|sarılsak geçer

Start from the beginning
                                    

Kapının ardından çekilen adım sesleriyle annem mutfağa geri döndüğünü bana hissettirirken, daha fazla dalgın ölü gibi olmayı kesip, dağılan kumral saçlarımı düzene sokmak için işe koyuldum.

Kendine gel dedim içimden. Kendime gelmeliydim artık. Kendimde değilken bile.

...

Annemin özenerek hazırladığı kahvaltısını yaptıktan sonra evden gereken eşyalarımı da alıp çıktım. Dağınık kumral saçlarım her zamanki derli toplu halini aldığında, bu sefer okula geç kalmadığım için şanslıydım. Bu sefer gece uyumamıştım, dünden beri uyuyamıyordum. Sürekli olarak yaptığım şey, durmaksızın onu düşünmekti. Buna çözüm bulamıyordum, bu beni olduğumdan daha güçsüz biri yapıyor, yersiz değişen duygu durumuma sebepler veriyordu.

Onu düşünmek beni yoruyordu.

Evden çıktım, asansöre bindiğimde, aklımı düşüncelerinden sıyırmak istesemde evrenin can yakan oyunları bir kez daha perdede oynandı ve park Jimin neredeyse üç saniyeyle, kapanacak olan asansöre girdi, onun hakkında biriken düşüncelerini ben aklımdan sıyıramadan o bir yenisini daha ekledi.

Her zamanki salaş kuralsız tarzıyla asansöre girdiğinde bana sanki dün gece kahvesini içen yan komsusu değilmişim gibi donuk baktı. Bir yabancıya bakar gibi. Yanımdaki boş yere geçmektense çaprzıma geçti, sırtını asansörün demir duvarına yaslarken.

Uykusuzdu. Gözlerinin altındaki kırmızı halkalar açıklardı bunu. Çekingen bakışlarımla bana çevirmediği an gözlerini, gözlerini izliyordum, her bir hareketi zihnime kazılıyordu. Konuşmak istiyordu bir yanım, bir yanım sanki iki yabancı gibi susmak, susmak ama saatlerce onu izlemek. Burnuma doluşan o nane ve sigara kokusuna rağmen onu tanıyabilecekken üstelik.

Kendime gelmeliydim.

Büyütme dedim içimden. Onu izlemeyi kes. Sadece günaydın de, de bitsin. Yan komşun o senin, sınıf arkadaşın dedi duygularım. Hiç susmuyorlardı son günlerde, mantığım ise sonsuz bir suskunluktaydı.

"Günaydın." Kuru ve çatallı bir sesle sonunda ağzımı açıp kafamda dönüp dolaşan tek kelimeyi yüzüne çekingen bir ifadeyle bakarken söyleyebilmiştim.

Karşı duvara dikmiş olduğu düz  bakışları yüzümü buldu. Bir elini siyah kot ceketinin içine sokmuştu, siyah tutamları alnının bir kısmını açık bırakacak vaziyette aşağı sarkmışken.

"Günaydın." dedi, cansızca söylendi. Gözleri tekrar ayrıldı gözlerimden. Sabahları hep böyle huysuz muydu? Zira ölü gibiydi, sanki ayakta duran bedeninin ruhu hâlâ evinde kalmıştı.

Uyanamamıştı ruhu, uykusunda kalmıştı. Acaba uyurken nasıldı o sert yüzü? Düşünmemem gereken bir detaydı. Ama aklımı yoklamıştı çoktan. Park Jimin'in ruhu ruhuma dolanıyordu

Park Jimin'in ruhu hiç durmuyordu yerinde, en çokta ruhuma çarpıyordu ruhu.

"Hasta falan mısın? İyi görünmüyorsun." Biraz ona doğru yaklaştığımda, bazı şeyleri sorgulamaktan, tartmaktan vazgeçniştim. Ne yaptığımı bilmiyordum, onun neden şimdi dalgın ve durgun olduğunu bilmek istiyordum.

Çok şey bilmek istiyordum onunla ilgili. Tehlikeliydi.

Tebessüm etti, kısa bir an gözlerini yumdu, elini alnına götürüp sıvazladı ve başını duvara yaslayıp gözlerimin içine masum bir bakış attı.

Sillage | jikookWhere stories live. Discover now