[16]

3.4K 415 90
                                    

Kısa sürede sarayda şenlikler başlamıştı. Nerdeyse herkesin işi başından aşkın, kimsenin oturacak vakti yoktu.

Hareme girdiğim zaman tüm cariyeler bana teşekkür etmiş, onlara bu hakkı verdiğim için minettar olduklarını söylemişlerdi.

Bu benim bilerek yaptığım bir şey miydi? Bilmiyordum ama güzel bir şeydi.

Terzi kadın gelmiş, ölçülerimi almıştı. Özel ipek kumaşlardan beyaz bir takım yapılmasını önermişti Lia. Güzel tavsiye veriyordu.

Güzel geçeceğine emindim. Elimden geldiğince kendimi iyi tutmaya çalışıyordum. Düğünüm olacaktı ve ben resmi bir prens olacaktım.

Ama bu prenslik, krallığa gitmeye bilirdi. Kardeşlerden en büyüğü prens Chan evlendiğinde kral Woojin olurdu. Zaten gözüm kral olmakta değildi.

Prens Minho ile nerdeyse üç gündür görüşmüyorduk. Malum düğün hazırlıkları yüzünden hiç boş vaktimiz olmuyordu.

Daha önce beraber olsak da, sonradan gelenek diye birbirimizi görmemizi engellemişlerdi.

Buraya ilk geldiğimde bir köle gibi satılmıştım. Üstelik bu kadar yükseleceğimi bile bilmiyordum. Hele de aşık olacağımı.

•••

Nikah kıyılmış, taç giyme töreni olmuş ve büyük bir şölen başlamıştı.

Sarayda birkaç ay sonra toplu bir evlilik töreni olacak ve bu törenler kırk gün kırk gece sürecekti. Dışarıda insanlar hala bizim mutluluğumuzu kutladıklarını duyabiliyordum.

Yatak odası kırmızı renkli kadife bir örtüyle boyanmış, oldukça heyecan verici duruyordu.

Sanki ilk günkü gibi bir heyecan kaplamıştı içimi. Mutluluğum bu sefer yer değiştirdiğimizi söylüyordu ve gülmeme engel olamıyordum.

Mum ışığının aydınlattığı odada yatağın üzerine oturmuş, ellerimi önümde birleştirmiş ve Minho'nun gelmesini bekliyordum. Düğün bizim için bitmişti ama misafirler için devam ediyordu.

İlk birlikteliğimiz de ben onu bekletmiştim, şimdi ise o beni bekletiyordu. Kapının açılma sesini duydum. Kafamı arkama çevirmedim

İçimde tarif edilmez bir his kaplarken o sanırım kıyafetlerini çıkarmıştı. Üstünde fazlalık olan kıyafetlerini çıkartıp koltuğa attığını duydum.

Ardından arkamdan yatağa çıktı ve ellerini omuzlarıma koydu. Yavaştan çenesini omzuma koydu ve kollarını belime doladı.

"Hala ilk günkü heyecanı yaşatıyorsun bana, Lee Jisung."diye fısıldadığında ona doğru döndüm. Gözlerini gözlerimde dolaşırdı ve bu nefesimi tutmama sebep oldu.

Eli çeneme gitmiş ve dudaklarımızı birleştirmişti. Boş durmadım, özlediğim saçlarına geçirdim ellerimi.

Narince önce gömleğimi sonra pantolonumu çıkardı. Tarif edilemez ateş, kalbimi yakıyordu. Daha fazlasını istiyordum. Aitlik hissini ilk defa bu kadar zirvede yaşıyordum. Üstündeki ince ama yapılı bedenini belli eden yün kazağı çıkardım.

Sırtımı yatağa yatırdı ve vücudumu tamamen kendine hapsetti. Kalbimin göğüs kafesimi zorladığını nefes alamadığımı hissettim.

Canımı yakmıyordu, bu özlemdi. Bu arzuydu, aşktı. Acıtmak istemiyordu, devam ediyordu. Bedenime doysa bile ruhuma doyamıyordu.

...

20. bölüm final~

Who was able to stand in love/ MinSungWaar verhalen tot leven komen. Ontdek het nu