4. Bölüm : Yaralar

993 143 21
                                    

Dün akşamüstü yaşadığı andan sonra her şey yine normal seyretmişti. Genç adam birkaç saat boyunca ondan bir iz aramış ama bulamamış, sonra karanlıkta parlayan gözlerini saklayabilmek için başı öne eğik bir halde eve gitmişti. Şimdi güneş her zamanki gibi parlıyordu. Evde oturmayı düşünmüştü ama hayır, onu gördükten sonra bir daha asla kendini eve kapatamazdı. 

Saçlarından, yüzünden boynuna doğru süzülen su damlacıklarının izini gözleriyle takip etti. Wang Yibo'nun yaraları vardı. Her yerinde bir tanesine rastlayabilirdiniz. Karnında kasıklarına kadar çapraz inen derin bir iz vardı. O en yeni olanıydı. Denek halinde aldığı ilk yaralar omzundaki kesiklerdi, onlar da şimdi yok olmuşlardı. Sırtındaki kesik izleri, dikiş izleri. Kulağının hemen altına damgalanmış 41 sayısı. Yıllardır kelepçeye maruz kalmış boynundaki kızıl çizgi. 

Dünya üzerinde onunla aynı kaderi paylaşan tek bir kişi vardı. Varlığını biliyordu. Duyuları güçlüydü. Gün geçtikçe aralarında rekabeti kızıştıran diğer firmaların yaptığı denekler. Başarılı olan yüz on ikinci denek. Kanatlarını kullanarak o hapishaneden kaçan Xiao Zhan. Bunların hepsini ses geçirmez olarak kullandıkları camın ötesinden duymuştu. Oydu işte. Wang Yibo'nun üzerinde taşıdıkları yaralardan o da taşıyordu. Aynı korkuyu tatmıştı. Aynı yalnızlığı tadıyordu.

O kocaman kanatlarla insan içine de çıkamazdı ki. Acaba nasıl hayatta kalıyordu? Nerede uyuyordu? Yeryüzünde konuştuğu tek bir kişi olmadığına emindi. Şehrin içine giremezdi çünkü o güzel kanatlarını saklaması gerekiyordu. Onu bulmalıydı. Ama onu bulamazdı. Yüz on ikinci denek hakkında bildiği tek şey buydu. Ayrıca ona bir teşekkür etmesi gerekiyordu. Eğer o gün onun kaçtığı haberini duymasaydı umudu da olmayacaktı. Xiao Zhan ona cesaret vermişti. Ona bir çıkış kapısı vermişti. Yibo orada, kanlar içinde onun da kaçabileceğini, kurtulabileceğini öğrendi. İki hafta sonra da ortadan kayboldu. 

İmkansızı gerçekleştirmesi gerekiyordu. Yalnız uçan bu acı içindeki güvercini tutması gerekiyordu. 

Havluyla bedenini kuruladıktan sonra giyindi. Cebine daha önce çaldığı paralardan bir miktar doldurdu. İşi yoktu. Zaten fazla yemeye de ihtiyacı yoktu. Gerektiğinde çalıyordu. Bundan utanç duymuyordu, öfke duymuyordu, mutluluk duymuyordu. Hiçbir şey hissetmiyordu. Sadece ensesinde duran panik hissi, tetikte olma düşüncesi onu bırakmıyordu. Cebinde bir çakıyla dolanıyordu. Yastığının altında bir silah vardı. Bir daha o hapishaneye dönmemek için kendini savunması gerekiyordu.

Belki de artık onu bırakmışlardı. Nasıl olsa normal bir insan kadar uzun süre yaşayamazdı. Belki de bu yüzden kendilerine başka bir denek bulmuşlardı ve onunla oynuyorlardı. Kaç yılı kaldığını bilmiyordu ama henüz bedeninde aşırı bir yorulma hissetmiyordu. Hala zamanı vardı. Ama... Ne diyordu? Neye zamanı vardı? Kime yetişmeye çalışıyordu? Hayatta bir amacı yoktu ki! 

Başını iki yana sallayıp kendine çeşmeden bir bardak su doldurdu. Sokaklarda bomboş dolanıp düşünmeyi seviyordu. Aklından güzel senaryolar düşlüyordu. Wang Yibo'nun mutlu olduğu, arkadaşları olduğu, gizlenmek ve çalmak zorunda kalmadığı bir dünya... Dilediğinde sarhoş olup bulutlara karışır, denizde yüzer, yaz gelince arkadaşlarıyla dondurma yerdi. Güzel düşler kurmak için bol bol zamanı vardı ama onları gerçek kılabilmek için yeterli zamanı yoktu. Mümkün değildi. 

Boşalan bardağı siyah renkli masanın üzerine bırakıp anahtarını cebine koydu ve dışarıya çıktı. Okyanusu taşıyan rüzgar saçlarını uçurdu. Burnunu sonuna kadar kullanıp uzaklarda bir sümbül kokusu aradı. Tek algılayabildiği parfüm ve yemek kokusuydu. Bir de duman ve içki kokuları. Yakınından sarhoş biri geçiyor olmalıydı. İç çekerek sahil boyu yürüdü. O sırada gri binaların yakınından geçerken dün onu evine bıraktığı kızı başka bir erkekle gördü. Yeni bir vardiyaya çıkıyordu anlaşılan. Güzel para kazanmasını umdu.

Yakınlarda güzel tatlılar yapan bir esnaf vardı. Bazen yanına gidiyordu ama şimdi iştahı yoktu, bunu sonraya sakladı. Belki dönüşte. İlerisinde kitabevi vardı. Bazen kitap okurdu ama şimdi zamanı yoktu. Belki yarın. Önemli bir işi vardı. Kıyı şeridi boyunca yürüdü. Gri gökyüzü onu selamlıyordu. Kuşlar çığlık attı. Wang Yibo adımlarını kendinden habersiz hızlandırmaya başladı çünkü yakınlarda bir sümbül kokusu algılıyordu. Nefis, içini açan tatlı koku.

Yeniden falezlerin üzerine çıkarken avına yaklaşan bir yılan kadar sessizdi. Buralarda kimse yoktu. Sanırsa burayı tercih etme sebebi buydu, birisi onu görürse kanatlarıyla okyanusa dalabilirdi. Usulca ilerledi, ilerledi ve gözleri önüne düşen siluetle durdu.

Onu gördü. 

İlk önce görkemli kanatları görüş açısına girdi. Beyaz ve parlaklardı, sırtına doğru kapanmışlardı. Genç adamın boyu uzundu- aniden onu fark etmiş gibi arkasını döndü. Gözleri irileşirken bir adım geriye gitti. Yibo aniden durdu. Geçen bir saniye içinde onu izledi. 

Az önce ensesinde bir dikiş izi görmüştü, iz boynunda bitiyordu. Yüzü soluktu ve yumuşak hatları vardı. Gül kurusu dudaklarının hemen altında minik bir ben duruyordu. Taze sümbül kokusu ruhuna mühürlenmişti adeta. Yüzü bir heykeltıraşın yıllarını vererek oyduğu bir şaheser gibiydi. Tablo gibiydi. Ama gözlerinde korku dolu, çaresiz bir bakış vardı. Git, der gibiydi. Git. Yoksa ben gideceğim. 

" Xiao Zhan!" Yibo çaresizce seslendi ona. Genç adamın yüzündeki ızdırap ifadesi büyüdü, gerçekten acı çeker gibi bir hal aldı. Çok vahşi ve savunmasız duruyordu. Kanatları her an açılabilecekmiş gibi gerilmişti. Tam dudaklarını yeniden aralamak üzereydi ki, arkalarından bir grup insanın ve adımların sesi duyuldu. Buraya doğru geliyorlardı.

Xiao Zhan bu sesi duymuştu. Aniden irkilerek kanatlarını açtı ve saniyeler içerisinde kayalıkların arasından geçerek falezlerin ardında gözden kayboldu. Yibo arkasından birkaç adım attı. Bacakları titriyordu. Ona teşekkür etmek istemişti. Edemedi.

🕊️💫🕊️

Wang Yibo Xiao Zhan'ı sonunda tam olarak görebildi. Şimdilik her şey yavaş ilerliyor, ama bir sonraki bölümde hızlanmaya başlayacak. Umarım güzel bir bölüm olmuştur.

Kan ve Kanatlar [Yizhan]حيث تعيش القصص. اكتشف الآن