3. Bölüm : Falezler

1.1K 148 17
                                    

Soluk gökyüzü, sakin hava. Kanat çırpan, özgürlüğü haykıran kuşlar. Oradan buraya yürüyen, dedikodu yapan, birbirlerine asılan insanlar. Yakınlardan geçen bir geminin sesi. Sokak satıcılarının sattığı ilginç yiyeceklerin birbirine karışmış harmonik kokusu. Denizin havasını şehre dağıtan bir esinti. Sokağın ortasında, kalabalıkta yalnız yürüyen bir genç adam. Güzel, dalgalanan kahverengi saçları. Etrafta dolanan boş bakışları.

Yanında bir kız olsa da kendini yalnız hissediyordu. Genç kadın normallikten en uzak olan insanla günlük hayattan konuşuyordu. Adam ise hiçbir şey söylemeden onu dinliyordu. Bir an önce gitmesini istiyordu. Aslında gideceğine emindi de... hava karardığında. Şeytan gözleri açığa çıktığında. Bir ucube olduğu açığa çıktığında.

" Beni nereye götürüyorsun?" Boyalı sarı saçları beline kadar inen, yeşil lensleri parıldayan genç kız merakla ona doğru döndü. Yatakta bile konuşmayan bu çocuğun gizemli havası onu etkilemişti. Bunu belli etmemeye ve onun çekici yüzüne fazla bakmamaya çalıştı.

" Evine." diye cevapladı. Dün gece için ona parasını verdiğine göre artık onu bir daha görmemek üzere hayatından def edebilirdi. Daha önce buluştukları sokağa yaklaştıkça kızın yüzü buruştu. Bu adam ona bir çöp parçası gibi davranmıştı. Yine de evine kadar bıraktığına şükretmeliydi. Alt dudağını ısırıp ona son bir kez baktı. Ellerini ceketinin cebine yerleştirmiş, onu izliyordu. Yakınlarda sigara içen bir adamın dumanı aralarına sızdı.

" Bir daha buluşamayacağız sanırsam." Kadın kendi fısıltısını bile zor duyabilmişti ama genç adam onu anlamış, başını onaylar anlamında sallamıştı. Kız şimdi ona veda edecek ve başka bir müşteri bulabilmek için o kısacık elbisesiyle bekleyip duracaktı. Yine de kendi seçimiydi. Kimseye karışamazdı. " Elveda Wang Yibo."

Arkasını dönmeden önce ona zoraki bir gülümseme gönderdi. Bu işi fazla beceremezdi çünkü hayatında hiç gülümsediğini hatırlamıyordu. Arkadaşlarıyla gülmeye yetecek kadar birlikte kalamıyorlardı. Omuzlarını düşürüp gri renkli bir evin dibinden ters yöne doğru ilerledi. Her yerden çıkagelen sesler ve burnunu dolduran bin bir çeşit koku başını ağrıtmıştı. Adımlarını hızlandırdı. Yakınlarda bir yerlerde sümbül kokusu vardı. Gözlerini kapatacak gibi oldu ve bir saniye kadar etrafına bakındı. Ardından tekrar, sessizce yürümeye devam etti.

Bazen takip ediliyormuş hissi yakasını bırakmıyordu. Duyularıyla birinin etrafında olduğunu fark ediyordu, ama onu göremeden kayboluyordu. O da omuz silkip yoluna devam ediyordu. Herhangi birisi ona saldırmaya kalksa kendisini yenebileceğini düşünmüyordu zaten. Yıllardır üzerinde yapılan deneylerin tek iyi yanı belki de buydu. Ucubeydi ama en azından çabuk yıkılmıyordu.

Renkli ışıkların gözünü aldığı barda birkaç saat geçirdi. Buradaki müzik sesi insanların iniltilerini bastıracak kadar kuvvetliydi en azından. Ayrıca barmeni tanıyordu. Sevecen bir çocuktu, kızıl ve dağınık saçları, kulağından hiç eksik etmediği bir küpesi vardı. En azından onu tanıyor ve ne içeceğini biliyordu.

Dünya üzerinde en iyi tanıdığı tek insan bu barmendi. İsmi Liu Shen'di. Wang Yibo neredeyse her gün buradaydı. Hayatını bu bar taburelerinde harcadığını biliyordu, ama zaten fazla ömrü de yoktu. Yaşama amacı da yoktu. Böylece birbirlerini tanımışlardı işte.

Küçük bardağı dudaklarına yaslayıp büyük bir yudum aldı. Hoş bir dokusu vardı, dokunacak olsa saten derdi. İçkisi boğazını ıslatarak kaydı. Sarhoş olamıyordu. Sanırsa bu gelişmiş bağışıklık sisteminin bir özelliğiydi. Hangisi daha iyi bilemediği için bir yorumda bulunmadı. Fazla insan yoktu, bu saatlerde henüz boş olurdu burası. Liu shen dirseklerini masaya yaslayarak her zamanki müşterisine baktı.

" Yibo? Çok fazla içiyorsun be!" Eğer bu adam ölürse içki yüzünden ölürdü, buna emindi! Aslında ticari yönden düşünürse parasını da verdiği sürece sorun yoktu. Ama artık bu genç adamı tanıyor sayılırdı ve en güzel yıllarını heba edişini izlemek pek iç açıcı değildi. Bir gün ona yanında işe girebileceğini söylemişti, Yibo bunu reddetmişti.

" Sorun olmadığını söylemiştim."

" Ha, öyledir tabi." diye kendi kendine söylenerek önündeki bardağı bir kez daha doldurdu. Alkol şişesi ışıkların altında alımlı alımlı parlıyordu. Bardağa bir bakış atıp kafasına diktikten sonra parayı masanın üzerine bıraktı. Hava kararmaya başladığı için daha fazla dışarıda durmaması gerektiğini düşündü. Arkasını dönüp ayağa kalktı. İnsanlar göz ucuyla onu izliyorlardı. Bir tanesi her gün burada olduğunu söyledi, bir diğeri bu kadar parayı nereden bulduğunu sorguladı. Wang Yibo hiç birini umursamadı. Kendini sokağa attı.

Güneş batmıştı ve son ışık hüzmelerini göğe gönderiyordu. Normal bir insan için şu anda hava koyu maviydi ama genç adam hala etrafı aydınlık görüyordu. Bir an gözlerinin yine kızıl olacağından endişe duyup gözlük takmayı düşündü, ama yeteri kadar karanlık olmadığı için vazgeçti.

Soluk, okyanusun rengiyle uyumlu binaların yanından yürüdü. Kıyı şeridi boyunca ilerleyip falezlere yaklaştı. Buraya neden kimsenin gelmediğini merak etti. Belki de fazla kasvetliydi. Kimsenin onu görmemesi bir bakıma iyiydi. İnsanların ilgisini çekmek istemiyordu. O sırada deniz kokusundan da öte, tüm ruhunu doyuran sümbül kokusunu yeniden duydu. Hemen etrafına bakındığı anda bir kumaşın dalgalanırken çıkardığı sesi işitti. Aslında pek de buna benzemiyordu. Daha yumuşak, daha hoş bir sesti bu.

Telaşlı bir nefes sesiyle birlikte kanatlarının katlanıp açılma sesini algıladı. Hemen arkasına döndüğünde ise çok geç kalmıştı. Kapkara giyinmiş bir siluet, sırtında duran bembeyaz kanatlarıyla falezlerin üzerinden süzülerek, dönerek kayboldu. Wang Yibo nereye gittiğini göremedi. Bir saniyeden bile daha kısa bir sürede adeta yok olmuştu. Bir anda onu tanıdığını, onu aslında bildiğini fark etti.

112. Denek.

Aniden tüm gücüyle falezlere doğru koşturmaya başladı. Çiçekleri, bitkileri ezdi ve kayaların üzerinden atladı. Tepeye ulaştığında çaresizce etrafına bakındı. Hayatında kendini bir şeye adadığı tek bir an vardı ve o da şu andı. Yine de kaçırmıştı. Burada değildi. Yalnızca toprağın üzerinde, görkemli kanatlarından düşen birkaç beyaz tüy bırakmıştı geride.

İlk görüşüydü, ilkler her zaman bir iz bırakırdı. Önemli olan onu son kez nerede göreceğiydi.

Bu bölüm içime sinmedi. Düzenlemem gerekiyordu, bölüm kısaydı ama yapmadım. Özür dilerim.

ŞU ÖZRÜ YAZALI BİR GÜN GEÇTİ AMA HALA DÜZENLEMEDİM. 

özür dilerim.

iyi günler :/

Kan ve Kanatlar [Yizhan]Wo Geschichten leben. Entdecke jetzt