10|başkasına ait mezarlıklara çiçek bırakabilirsiniz.

70 17 42
                                    

Rüyamdan ter su içinde uyandığımda saat henüz sekize geliyordu, aldırmadım ve ayağa fırladım. Işığı açtıktan sonra birkaç saniye aynada kendi yüzüme baktım. Yüzümün iki yanına dökülen siyah saçlarıma, terlediğim için parıldayan cildime ve etkisinden çıkamadığım rüya yüzünden derin derin nefes alışlarıma...

Dolabımı açtım ve içinden bir şeyler alarak saniyeler için de üzerimi giyindim. Bir yere yetişmek için çabalıyor gibuydim fakat o yer benden kaçacak değildi. Evet o yer, o yere gidiyordum, rüyamdaki mezarlığa, rüyalarımın katiline, on altı yılımı verdiğim hiç doğmamış adama gidiyordum.

Saçlarımı arkaya doğru dağıtarak ayakkabılarımı da ayağıma geçirdikten sonra kapıyı çarparak çıktım. Anahtarımı ve telefonumu evde unuttuğum aklıma geldiğinde bu hiç de umurumda olmadı çünkü şu an gerçekten umursadığım tek şey o mezar ve üzerinde yazan isimdi. Ben, o mezara hiç gitmemiştim fakat yerini her gün gidiyor olduğum bir yer kadar net hatırlıyordum.

Koşuyordum, hayatım buna bağlı değildi belki ama sanki öyleymiş gibi koşuyordum. Mart ayının serin sabahında terli alnıma çarpan rüzgarların içimi titretmesine ya da acıktığım için guruldayan karnıma aldırış ediyor değildim. Şimdiki olmasa bile rüyamda yaşadığım bütün on altı yıl buna bağlıydı, nefes aldığım, benimle nefes aldığı her bir saniye, değerli katilimin yanımda olduğu her bir saniye bir pamuk ipliğiyle buna bağlıydı ve ben o kopmadan önce geç kalmamak için uğraşıyordum.

Aklıma gelen fikirle önünden biraz önce geçtiğim yeni açılan çiçekçiye çevirdim adımlarımı, şans eseri montumun cebinde bir miktar para olduğundan giderken yanımda bir hediye götürebilirdim. Girdiğim gibi hızla çıktım çiçekçiden, hediyemi alır almaz, sonra kaldığım yerden koşmaya devam ettim. O anda aklıma geçen taksilerden birine ya da otobüse gelmek gelmemişti, bütün düşünebildiğim mezar olduğundan kendi adım sorulsa bile yanıtlayamazdım muhtemelen.

Mezarlığın tanıdık demir kapısını görünce biraz yavaşlayıp ellerimi dizlerime koydum, birkaç dakika öyle kalıp nefeslerimi düzenlemeyi denedim. Sonrasında hızlı adımlarla devam ettim, artık koşmuyordum fakat soğuk hâlâ yüzümü yalıyor olduğundan titriyordum bir miktar. Sonra olduğum yere yaklaşan siyah bir araba gördüm fakat umursamayıp önümde uzana koca mezarlık boyunca dikkatle yürümeye devam ettim. Gözlerim hiçbir ismi kaçırmamak adına hızla her tarafı turluyordu fakat aslında buna hiç gerek yoktu çünkü bacaklarım o yeri ezbere biliyor gibi ilerliyordu ve sonunda aradığım yere vardım.

"Xiao Shulan
1973-1999"

Tarih yeni olmasa da ismin altındaki küçük yazıların olmaması dikkatimi çekti fakat kalan her şeyi rüyamdaki mezarla tıpatıp aynı olmasından dolayı olduğum yere çökerek elimdeki pembe gül demetini mezarın önüne koydum. Rüyamda yaptığım gibi küçük bir dua ettim ve kulaklarımı rüyamda duymaya alışık olduğum o güzel ses tekrar doldurdu, iliklerime kadar titredim.

"Mezarımın önünde ne yapıyorsun?"

Şok içinde yavaşça başımı arkama çevirdim. Çevirmemle daha da büyük bir şoka girmiştim. Düşlerimin katili, on altı yılım, beni sürekli bırakıp giden, sonra dayanamayıp yine bana geri dönen sevgilim Dejun, yine aynı sarı saçlarıyla, biçimli kaşları, güzel gözleri, yüzündeki sert ifadesi ve çıkık çenesi, keskin çene hattıyla hiç değişmiş değildi. Büyüktü, beş yaşında bir çocuk değildi, muhtemelen benimle aynı yaşlardaydı.

"Dua ediyordum."

Arkasına doğru tuttuğu beyaz güllerini ortaya çıkararak derin bir nefes verdi. Rüyamda oksijen ciğerlerini hiç doldurmamış olan bu çocuğun şu anda karşımda kanlı canlı durduğu düşüncesi beynime bir bıçak misali saplanınca kendimi tutamadım ve sıcak gözyaşlarım soğuğa rağmen yanaklarımı yaka yaka indi gözlerimden. Onun gözleri de bana döndüğünde ilk önce şaşkın bir ifadeye büründü yüzü, bir yabancının tanımadığı birinin mezarının önünde neden durup ağladığını anlamıyordu büyük ihtimalle. Haklıydı, rüyamda yaşamış olduğum on altı yıl onun için hiçbir şeyden ibaretti.

"Hey, neden ağlıyorsun?"

"Yaşıyorsun, Dejun, sen yaşıyorsun!"

Ağlıyordum, gözyaşlarım akmaya devam ediyordu fakat rüyamdakilerin aksine bu sefer hissettiğim aşırı üzüntü ya da sinirden dolayı değil, mutluluktan ağlıyordum. Ve o da şaşkın gözlerle beni izliyordu. Muhtemelen bir deli olduğumu düşünüyordu. Ve sonra ona gerçekten bir deli olduğumu kanıtlayacak tek hareketi yaptım, sarıldım.

"Yaşıyorsun, Dejun. Gerçekten yaşıyorsun!"

Dead RosesWhere stories live. Discover now