BİRİNCİ BÖLÜM │XV

184 8 3
                                    


XV


İlkbahar geliyordu. Karlar eriyor, toprağın kiri, çirkefi gitgide ortaya çıkıyor, mahallenin pis ve yoksul manzarası her gün biraz daha fazla göze batmaya başlıyordu. Bütün gün damlardan eriyen karlar akıyor, külrengi duvarlar yorgunluktan terlemiş gibi buğu saçıyor, geceleri ise bu akan kar suları sarkıtlar oluşturarak çatıların kenarına diziliyordu. Güneş artık gökyüzünde daha çok parlıyor, dereler bataklığa doğru şırıldayarak akıyordu.

1 Mayıs hazırlıkları da iyice hızlanmıştı. Mahallede ve fabrikada bu bayramın anlam ve önemini vurgulayan bildiriler dağıtılıyor, en ilgisiz olanlar bile bu bildirileri okudukça, "Bu bayramı kutlamalı!" diyorlardı.

Vesofçikof'un asık yüzü gülüyor, "Geç bile kalındı! Oynanan saklambaca son vermenin zamanı çoktan gelmişti!" diye bağırıyordu.

Fedya Mazin sevinç içindeydi. İyice zayıflamış bedeni, asabi titreşimlerle kafese kapatılmış bir kuşu andırıyordu. Kentte çalışan ve yaşına göre oldukça sessiz ve ağırbaşlı birisi olan Yakov, sürekli Fedya Mazin'in peşindeydi. Hapishanede daha da sararıp solan Samoylov Gusev, Bukin ve başka birkaç kişi daha, bayramda, silahlanmaları gerektiğini ısrarla savunuyorlardı. Pavel ve Andrey'in de arasında olduğu diğerleri ise buna karşı çıkıyorlardı.

İgor, her zaman olduğu gibi kan ter içinde, yorgun, soluk soluğu geldi ve ıslak çizmelerini göstererek şakacı bir sesle, "Varolan düzeni değiştirmek büyük bir iştir arkadaşlar!" dedi. "Ve benim, bu yolda daha başarılı yürüyebilmek için kendime yeni bir çift çizme almam gerekiyor! Bunların durumu pek kötü, ayaklarım hep su içinde. Ben bu emektar dünyayı hepten gözden çıkarmadıkça, göçüp gitmek istemem, bundan dolayı Samoylov yoldaşa, beni silahlarla değil yeni çizmelerle donatmasını öneriyorum, sosyalizmin zaferi için bunun en güçlü yumruktan daha etkili olacağına inancım sonsuzdur!"

İgor aynı şatafatlı tarzıyla, çeşitli ülkelerdeki işçi mücadeleleriyle ilgili öyküler anlatıyor, ana, onu dinlemekten büyük zevk alıyor ve anlattıklarından tuhaf bir sonuç çıkarıyordu: Halkın en acımasız, en uyanık düşmanları hep açgözlü, kurnaz, vicdansız, ufak tefek, göbekli, kırmızı yüzlü birtakım insanlardı. Çarların boyunduruğu altında yaşamak kendilerine zor gelmeye başladığında bu insancıklar, cahil halkı çara karşı kışkırtıyor, halkın egemenliği çarın elinden alındığında da türlü dolaplarla bu egemenliği kendi ellerine alıyor ve halkı da hapse tıkıyor, halk karşı koymaya kalkarsa da, yüzlerce, binlerce insanı acımadan öldürüyorlardı.

Ana bir gün, bütün cesaretini toplayarak, İgor'un anlattıklarından çıkardığı tabloyu, utana sıkıla kendisine anlattı ve gülerek, "Ha İgor, böyle mi?" diye sordu.

İgor kahkahalarla gülerek gözlerini havaya dikip derin bir soluk aldı ve "Eh, öyle sayılır ana," dedi. "Siz bu öykünün en zor kısmını kavramışsınız. Bu soluk fonun üzerinde parlak bazı işlemeler, süsler var elbette ama onlar işin özünü değiştirmiyorlar. Gerçekten de o, tombul, kırmızı yüzlü insancıklar, halkın ensesine yapışan en zehirli asalaklardır. Fransızlar bu adamlar için pek güzel bir sözcük bulmuşlar, "burjuva" diyorlar, aklınızda olsun. İşte bu burjuvalar bizim kanımızı emiyorlar..."

"Zenginler mi yani?" diye sordu ana.

"Evet. Ta kendileri. Onların şanssızlığı da zengin olmaları. Siz de bilirsiniz ki, bir bebeğin mamasına azar azar bakır katılırsa, bu onu öldürmez, ama kemiklerinin gelişmesine engel olur ve bebek cüce kalır. Bir insanı altınla bu şekilde zehirlediğinde ise ruhu cüce kalır, beş para etmez boş bir balon olur çıkar!"

AnaDonde viven las historias. Descúbrelo ahora