BİRİNCİ BÖLÜM │XIV

246 9 2
                                    


XIV


Yaşam hızla akıyor, değişik ve alacalı günler birbirini izliyordu. Ana artık her gelen günün yeni bir şeyler getirmesine alışmıştı, sakindi. Geceleri sık sık tanımadığı birileri geliyor, kaygılı bir şekilde kısık sesle Andrey'le bir şeyler fısıldaşıyorlar ve gecenin geç bir vaktinde, şapkalarını burunlarına kadar indirip, yakalarını kaldırarak dikkatli ve sessizce karanlıkta kayboluyorlardı. Hepsinin de heyecanlarını dizginlemeye çalıştıkları, neşeyle gülmek, şarkılar söylemek istedikleri halde bunu yapamadıkları hissediliyordu. Sanki hepsinin acelesi var gibiydi. Bir kısmı mağrur, alaycı, düşünceli, bir kısmı ise gençliğin ateşiyle kıpır kıpır ve neşe içindeydi. Bütün bu gençler ananın gözünde aynı şekilde güven verici ve dirençliydi. Hepsinin birbirinden farklı olan yüzleri, ananın gözüne sanki tek bir yüzmüş gibi görünüyordu. Bu yüz ise, tıpkı Emmaus yolculuğundaki İsa'nın yüzü gibi derin bakışlı, tatlı sert, sakin ve kararlı bir yüzdü.

Ana, onları Pavel'in çevresine toplanmış bir kalabalık olarak gözünün önüne getiriyor, kaç kişi olduklarını anlamaya çalışıyor ve Pavel de bu kalabalığın arasında düşmanlarının gözüne daha az batıyordu.

Bir keresinde, kentten, şen şakrak, kıvır kıvır saçlı bir kız gelerek Andrey'e bir tomar kâğıt vermiş, giderken de ışıl ışıl gözleri ve neşeli sesiyle anaya, "Hoşça kal yoldaş," demişti.

Ana, "Hoşça kal," diye karşılık verirken gülmemek için kendini zor tutmuştu.

Kızı geçirdikten sonra pencereye gelmiş ve gülerek, bahar çiçekleri kadar taze, kelebekler kadar hafif yoldaşının sokakta ilerleyişini izlemiş ve kendi kendine, "Yoldaş, ha! Canım benim! Tanrı sana bir ömür boyu yanında olacak namuslu bir yoldaş versin!" diye tekrarlamıştı.

Ana çoğu zaman, bu kentten gelen gençlerde çocukça bir yan buluyor, yüreğinde onlara karşı hoşgörüyle karışık bir şefkat kabarıyor, ancak inançlarının derinliğini kavradıkça şaşkınlık ve heyecana düşüyor, adaletin zaferiyle ilgili düşleri içini ısıtıyor, bu sözleri dinlerken nedenini anlamadığı bir hüzünle içini çekiyordu. Ona en çok heyecan veren şey ise, bu gençlerin sadeliği, o bulunmaz, o ibret verici fedakârlık duygusuydu.

Ana bu gençlerin yaşam üzerine yaptıkları konuşmalardan çok şeyler öğrenmişti. İnsanların mutsuzluğuna neden olan asıl kaynağı keşfettiklerini seziyor, onların düşüncelerine katılıyordu. Ancak, içinde bir şeyler onların bu hayallerini gerçekleştirebilecek ve yaşamı, özlemini çektikleri biçimde değiştirebilecek, halkı peşlerinden sürükleyebilecek güçte olduklarına inanmasına engel oluyordu. Herkes günü kurtarma derdindeydi, kimse doymayı yarına bırakmak istemezdi. Bu yüzden de, bu uzun yolu izleyenlerin sayısı, elbette az olurdu. O yolun sonundaki ışığı pek az göz görebilirdi. Bu yüzden de bütün bu gençler, boylarına poslarına, sakallarına bıyıklarına rağmen ananın gözüne birer çocuk gibi görünüyorlardı.

Başını sallayarak içinden, "Canım yavrularım," diye geçiriyordu.

Artık yaşamları, ciddi, akıllı ve güzel bir biçimde geçiyordu. Güzel şeylerden konuşuyorlar, öğrendiklerini mutlulukla başkalarına aktarıyorlardı. Ana böyle bir yaşamın tüm tehlikelerine rağmen sevilebileceğini kavramış, mutsuz, tatsız, karanlık geçmişini unutmaya çalışıyordu. Bu yeni, güzel yaşam için kendisine ihtiyaç duyulduğu bilinci fakında olmadan kafasına yerleşmişti. Daha önce bir işe yarayabileceğini hiç sanmıyordu. Şimdi ise, birçok kişinin kendisine ihtiyacı olduğunu gördükçe ayakları yere daha sağlam basıyor, kendini mutlu hissediyordu...

AnaTahanan ng mga kuwento. Tumuklas ngayon