Bölüm 65: 'Tesir altında'

35.5K 2.6K 8.5K
                                    

♫ Bölüm sonu şarkısı: Cruel Youth - Hatefuck ♫

***

Acı, ispatla mükelleftir.

Eğer yaşadığınız acının fiziki varlığı gözlemlenemiyorsa, şiddeti teknik olarak ölçülemeyeceğinden, yüzünüze inen bir yumruğun, maruz kaldığınız ihanetten çok daha sarsıcı olduğu söylenebilir.

Çünkü çoğunlukla insanlar, size baktıklarında acınızla değil onun bıraktığı hasarla ilgilenirler.

Ve hasar, tespitle mükelleftir.

Gözünüzün altındaki bir çürük, yumruk yediğinizin fiziki hasarı olarak tespit edildiği için 'acı'nız kabul görür. Ancak bu acı kendini, uğradığınız ihanetle gösterdiğinde, içinizde oluşan çürük, bedensel hiçbir işaret vermediğinden hasar tespitiniz mümkün değildir.

Tam da bu sebepten dayak yemiş biri, ihanete uğramış birinden çok daha kolay gözünüze çarpıyor. Etinizdeki çürük, içinizdeki çürükten çok daha önce sesini duyuruyor, hasarını gösteriyor, daha çabuk pansuman oluyor; daha çabuk iyileşiyor.

Fakat içinizde oluşan acı, baharda tomurcuk veren ince bir dal gibi ilk günkü tazeliği ile sizinle; içine girip şeklini aldığınız bir kap gibi, kulağınıza fısıldanan bir sır, kestikçe gürleşen bir tüy gibi sizinle; cebinizde dahi taşıyabiliyorsunuz onu ya da hadsiz bir küfür gibi dilinizin altında tutuyor, yolunuza onunla devam ediyorsunuz.

Sonra... Sonra zaman geçiyor; takvim yaprakları sizi o saklı 'acı'nızla bir pervane gibi döndürüp sıkıca harmanlıyor.

Ve nihayetinde onunla öylesine sancılı ve uzun bir zaman geçiriyorsunuz ki... Bir gün 'harman' sona erdiğinde, o 'acı'nın, sizi dönüştürdüğünü, değiştirdiğini, eksiltirken aynı anda çoğalttığını da fark edebildiğiniz bir gün, anlıyorsunuz ki; artık 'acı'nızı bütünüyle tanıyorsunuz... Ve kendi acınızı tanıdığınız an, başkalarını da acısından tanımanız imkanlı hale geliyor.

Gözle görülmeyen, yalnızca his ile tespiti mümkün olan hasarı, ancak o zaman bulabiliyorsunuz.

Hem de elinizle koymuş gibi...

Çünkü ben, buldum.

Üç katlı bir evin merdivenlerinin sondan üçüncü basamağındaydı.

Şahidim var, gördüm.

Uzansam o 'acı'ya dokunabilir, onu fiziki bir varlıkta tanımlayabilirdim.

Acı, kıyasla mükelleftir.

Oradaydım.

Doğruladım.

Ben acıyı; İki metre uzağına roketatar mermisi düştüğünde kalbi dahi teklemeyen bir adamın, koca bir sessizlik yığını karşısında paramparça oluşunda gördüm.

"Dil hep ağrıyan dişi yoklar, insan acıyı hep aklında tutar" diyor, Ingmar Bergmen.

Ben, acımı hiç unutmadım. Bu yüzden hiç zor olmadı;

Acısını, acımdan tanıdım.

***

Deniz, olağanca sakinliği ile ufuk çizgisine dek çarşaf gibi uzanırken güneşin kızıllığı griye çalan gökyüzünü yavaşça aydınlatmaya başlamıştı.

Gün doğuyordu.

Tenimi ürperten ılık bir esinti, omzumdaki şala daha sıkı sarılmamı sağladı. Usul adımlarla kumsalda bir müddet yürüdükten sonra dizlerini kollarıyla bağlamış halde kumların üzerinde yaklaşık 2 saattir hiç kımıldamadan oturan Yağız'ın yanına geldim.

Kırmızı AnahtarHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin