Bölüm 35: Sevgili Redkey

30.7K 4.3K 756
                                    

Bir adet Emniyet Genel Müdürlüğü personel kimliği.

Bir adet Kara Kuvvetleri Komutanlığı personel kimliği.

Bir adet Milli İstihbarat Teşkilatı personel kimliği.

Bir adet doktor kimlik kartı.

Bir adet avukat kimlik kartı.

Bir adet sarı basın kartı.

On adet TC uyruklu nüfus kimlik kartı.

İki adet ABD uyruklu nüfus kimlik kartı.


Redkey'in şifre düzenekli sırt çantasını açtığımda elime ilk geçen farklı isim, uyruk ve statülerde on sekiz adet sahte kimlik kartıydı. Her bir kimliğin üzerinde Yağız'ın farklı saç ve sakal tıraşlı fotoğrafları vardı.Başım dönmeye başladığından gözlerim bulanık görüyordu. Elimde bir enkaz gibi tuttuğum kimlik kartlarına bir süre kadar bakıp isimleri seçmeye çalıştım:

Okan, Tugay, Ali, Özkan, Serdar, Tibet, Timuçin... Daha pek çok farklı isim... James, Johan... Adam küresel çalışıyor. Her bir kimlikte Yağız'ın fotoğrafı olmasına rağmen totalde hiçbiri tam olarak birbirine benzemiyor.

İlk şoku atlattıktan sonra elimi çantanın içine tekrar daldırdım. Birkaç adet dosya, bazı zarflar, krokiler, iki ayrı harita, beş deste binlik dolar...

Böyle el yordamıyla olmayacaktı. Hızla ayağa kalktım. Dizlerim titriyor, mideme kramplar giriyordu. Çantayı iki ucundan tutarak içindekileri yere silkelemeye başladım: Bir adet susturucu, mermiler, ucu kancalı kalınca bir ip, sargı bezleri, birkaç kutu ilaç...

Bulanık bakan gözlerim, yerdeki yığının içinde duran siyah renkli keseyi geç fark etti. Son takatimle eğilerek çantadan çıkan keseyi elime aldım. Ucundaki ipi gevşetip kesenin içindekileri aynı hızla yere savurdum. Ardındansa birkaç adım geriye çekilip kesenin içinden salon halımın üzerine düşen metalik nesneleri, büyük bir panikle izlemeye başladım. Zemin, kırmızı anahtarla kaplanmıştı. Redkey'in kırmızı anahtarlarıyla... Eğilip birkaç tanesini elime aldım. Gözlerimden yaşlar boşalıyordu. "Nasıl... Nasıl olur?" Ağlamaklı sesim, mırıldanmakla sayıklamak arasında gidip geliyordu.

O an başka bir şey daha fark ettim. O şey, biraz önce yere boşalttığım çantanın içinden çıkan yığının az ilerisinde duruyordu. Gördüğüm şeyi hemen tanımıştım. Ağzım hayretle aralandı. Koltuktan güç alarak titreyen ellerimi uzattım ve yığını aralayarak bana bir o kadar tanıdık ve artık bir o kadar da yabancı olan o şeyi elime aldım. O şey bir kitaptı. Her satırını ezbere bildiğim bir kitap... Çünkü Redkey'in çantasından çıkan kitap, Yağız'ın yanından ayırmadığı Kurşun Asker'den başkası değildi. Çünkü Redkey, Yağız'dan başkası değildi.

Yetmiş bir gün boyunca aynı evi paylaştığım adam, otuz dokuz gündür yolunu gözlediğim adam, yabancı adam, yalancı adam, Yağız denen adam, ev gangsteri diye alaya aldığım, o, o adam, beni dudaklarımdan öpen, kollarımdan tutan, diz kapaklarımdan kaldıran adam, ayaklarımı yerden kesen adam, ansızın giden adam, o, o nasıl? Ülkenin yarısının kahraman yarısının hain ilan ettiği, yakalansa ömrü karanlık hücrelerde geçecek adam, nasıl? Hislerim, öngörülerim, algılarım... Her birini mantığımın hassas terazisiyle tartıyorum. Bir rüyadan uyanır gibi oluyorum. Yağız, oydu. Redkey oydu!

Bunu çok daha önceden anlamış olmalıydım. Ah, hayır! Belki de en başından beri biliyordum. Belki de ilk göz göze geldiğimiz andan beri. Kaçırılıp kapatıldığım o karanlık depoda siluetini gördüğüm an anlamıştım belki, titreme nöbeti geçirdiğimde yerde duran spreyimi bir okçu gibi ellerime isabet ettirdiği zaman fark etmiştim belki de, ya da o dağ evinde kaldığımız yağmurlu ikindi vakitlerinde, vazosundan çıkardığı taze bir gülü tek elinle kucağıma atıverdiğinde sezinlemiştim; aynı hız, aynı kesinlik, aynı naif ve kendinden emin atıştı, öyleydi, içimden öyle demiştim. Çünkü muhakkak anlamıştım. Sokak aralarında hırpalandığımda, omuzunu bir teneke parçasına siper ettiğinde anlamıştım, Kartal'daki o harabede anlamıştım, üzerime gelen kurşunu etinle durduğunda, evet anlamıştım. Zamanın çok ötesinde, mutlaka ki o sendin, anlamış olmalıydım. Attığım her adımın sadece birkaç gölge gerisinden geldiğini, nefesinin ensemdeki sıcaklığını, gittiğin gün dahi aslında hiç gidemediğini, her daim varlığını, yokluğunda dahi varlığını anlamış olmalıydım. Anlamış olmam gerekirdi. Senin o olduğunu, Red'in en başından beri sen olduğunu... Nasıl, nasıl...

Bir çanta yığınının ortasında, kafamda uçuşan anlam kırıntıları ve onlara refakat eden boş gözlerle oturup kendimle ciddi düşünüyorum. Onu sevmek, bir cana kasıt şekli gibi, şuurlu bir intiharın zamanı yayılmış hali. Biliyorum. Onu sevmek, onu, böylesine zorlu, dikenli, böylesine çetrefilli bir adamı sevmek nasıl mümkün olur? Sevmek ve mümkünlük döngüsü, nasıl? Aynı anda nasıl? 

Sevgim, öfkem, şaşkınlığım, kafamda dönen sorular kendiliğinden yanıtlansın istiyorum. Sevgim yanıtlansın. Işın kılıçlarının kara borsa yaptığı ucube bir gezegenden dünyamıza gelen bir uzaylıyı sevebilirdim diyorum. Veyahut geceleri dolunayda tüy çıkartan bir kurt adamı, ya da güneş ışınlarında teni kavrulan kan emici bir vampiri, masallardan fırlayan bir devi, asla prense dönüşmeyecek olan bir kurbağayı sevebilirdim, yapardım, sevmenin en fantastik katmanına çıkıp fiziki ve dünyevi olasılıkları sıfırla çarpabilirdim. Fakat ben bir uzaylı, bir kurt adam, bir vampir yerine tutup hatta hiç tutamayıp seni sevmek derdindeyim. Böylece sevmenin en uç katmanına çıkmış, fiziki ve dünyevi olasılıkların sıfırla çarptığı bir zavallıya dönüşmekteyim.

Sevgili Yağız, Sevgili Redkey, sevgilim... Seni sevmenin beni tam olarak neye dönüştürdüğünü görüyor musun? Senin gibi birini sevmekle yaşamak ne demek, bir fikrin var mı? Senin gibi birini sevmekle yaşamanın nasıl hissettirdiği hakkında bir fikrin var mı?

***

Kırmızı AnahtarHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin