Bölüm 40: Ev

44.7K 4.3K 4.3K
                                    


Yeni bir yılın ilk sabahı... Ve ben dudağımın kenarında hissettiğim aptal bir tebessümle aralıyorum gözlerimi. Ardındansa hemen geri kapatıyorum. Ah, kendimi daha önce hiç bu kadar tuhaf hissetmemiştim. Tüm vücudum bir posta dayak yemişim gibi sızlıyor, dudaklarım şiş, kafam kazan fakat kalbim pır pır! Nasıl iş bu? Ne yapacağım şimdi? Nasıl bakacağım yüzüne? Bu utanmak da neyin nesi? Tanrım...

İçimdeki mırıltıları sekteye uğratan ellerimde duyumsadığım, vücudumun sızısını bastıracak kuvvetteki uyuşma oldu. Tüm gece, Yağız'a tutunarak uyuduğumdan olacak ellerimin varlığını neredeyse hissetmiyordum. Bir yandan ona tutunuyor olmama rağmen bir yandan da sık sık yatağı kontrol etmeyi de ihmal etmemiştim üstelik. Yanımda mıydı? Yine basıp gitmemişti, değil mi? Hele bi gitsindi...

Sonunda yattığım yerden doğrulmayı başardım. Yanıma baktım. Yağız yatakta değildi. Bakışlarımı odanın zeminine gezdirdim. Dün gece etrafa saçılan kıyafetlerini aradı gözüm. Fakat hiçbiri yoktu.

"Hayır" dedim, yataktan hızla kalkarken. Afyonum şiddetle infilak etmişti. "Dün gitmeyeceğine söz vermişti. Bu sefer öyle bir şey yapmaz. Gitmemiştir. Saçmalama Deniz... Saçm-..."

Kendimle konuşmam yarıda kaldı. Gözlerim fal taşı gibi açılarak tek bir noktaya kenetlenmişti. Ellerime...

On parmağımın onunda da on ayrı yüzük takılıydı. Her biri farklı stilde on adet tektaş yüzük... Pardon? Yok... Yok, bir daha bak. Şaka bu, şaka. Tek taş mı, ne taşı, kim? Tek tek gelin, tek tek gelin!

Ben ellerime öylece bakakalmışken kulağıma aşağı kattan gelen kapı kapanma sesi takıldı.

"Hayır..." dedim, tüm vücudum titriyordu. "Gidemezsin."

Hızla kalkıp yataktaki çarşafı vücuduma doladım ve koşarak odadan çıktım. Yağız! Nerde bu adam, ne demek oluyor bu? Merdivenleri yalpalayarak indim. Nefes nefese kalmıştım. Ne yapacağımı bilmez halde salona yöneldiğimde ise gördüğüm manzara karşısında ayaklarım zamk gibi olduğu yere çakıldı.

Karşımda, evin, boğazı gören penceresinin önünde duran ve tam manasıyla donatılmış bir kahvaltı masası ve hemen arkada ellerini cebine sokmuş halde tuhaf bakışlarla beni izleyen bir adet Yağız vardı.

Yavaş adımlarla yanıma geldi. İşaret parmağıyla az ilerideki kapıyı göstererek konuştu:

"Songül Hanım için biraz fazla telaşlanmadın mı?"

Kısa bir duraksamanın ardından dudaklarını ısırarak "Songül Hanım..." dedi, "evin hizmetlisi... Yarından itibaren mutfakla o ilgilenecek. Az önce kapıdan çıkan da oydu."

Cümlesini bitirir bitirmez yaşadığım şoku üzerimden atıp hızla boynuna sarıldım. Geri çekildiğimde ise yarı öfkeli yarı ağlamaklı gözlerle bakıyordum Yağız'ın yüzüne. Daha fazla kendimi tutamadım:

"Hain adam..." dedim, mırıltıyı andırır bir sesle. "Gittin sandım." Ardından ses tınım yükseldi: "Gittin sandım! Gittin sandım!" Ellerimi yumruk yapıp göğsüne indirmeye başladım. Yağız ise yumruk darbelerimden geri geri kaçıyordu. Kısa bir süre içinde evde küçük çaplı bir kovalamaca başladı.

"Bilerek yapıyorsun bunu değil mi? Hoşuna gidiyor bu, değil mi?" Bir yandan vücuduma doladığım çarşafı tutuyor, bir yandan da Yağız'ı köşe bucak kovalıyordum.

"Sen delisin kızım. Manyaksın sen!" Yağız, hem benden kaçıyor hem de bana laf yetiştiriyordu. "Daha nasıl ikna edeceğim seni gitmeyeceğime? Noter huzurunda mı beyan edeyim, ne istiyorsun?"

Kırmızı AnahtarHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin