Hava yavaş yavaş kararıyordu. Şehrin her yerinden göründüğünü tahmin ettiğim saat kulesine baktım. 19.52'yi gösteriyordu. Neyse ki geç olması o kadar endişelendirmiyordu. Çünkü yürüyüş sonunda grup öğrencileri yurtlarına bırakılacaktı.

Grubun en arka kısmından ağır aksak adımlarla yürürken yanıma başka bir çocuk geldi. Bu salonda arkasına saklandığım çocuktu.

"Şu kızlar asla dedikodu yapmaktan vazgeçmiyorlar." Güldüm. "Aynen öyle. Sadece beş dakikada neler öğrendim bir bilsen."

Ufak bir kıkırtı çıktı biçimli ve benimkiler kadar olmasa da yine de dolgun duran dudaklarının arasından. Gülerken iki yanağında belirginleşen çukurlara takıldı gözüm. Sanki bu tanıdık bir simaydı benim için. Sanki yıllardır hep görüyormuşum gibi. Ama onu yeni gördüğüme emindim.

" Ben. Kim Namjoon. Sen de?"

"Kim Seokjin."

"Pekala Jin. Nereden geldin?"

"Gwacheon'dan. Üniversiteden tam burs alınca fırsatı kaçırmak istemedim. Sen? Pek buranın insanına benzemiyorsun?"

"Sangdo-dong. Ailem orada ama futboldan lisans aldığımda buradan bir burs alabileceğimi öğrendim. Ailem de hemen beni buraya postaladı."

"Ah demek iyi futbol oynuyorsun?"

"Övünmek gibi olmasın ama, baya iyiyim."

Yol boyunca uzun bir sohbetin içine daldık. Bir konudan başka bir konuya geçiyorduk. O cidden benim için doğmuş gibiydi. Sanki benimle anlaşması, konuşması için vardı. Ve bir de şu çok tanıdık gelmesi olayı...

"Hey, millet! Herkes masalara geçsin. Yarım saat kadar dinleneceğiz. Sonra da eve dönüş."

Herkes yorgunlukla gruplar halinde masalara oturdular. Min Jae hala ortalarda görünmüyordu. Namjoon bir masa bulduğunda beraber oraya gittik ve karşılıklı olarak oturduk.

"Şu Taehyung denen çocuğu tanıyor musun?" İlk önce kim olduğunu çıkaramamış gibi düşündü. Sonra kim olduğunu bulduğunda tekrar kaşları çatıldı.

"Ona pek fazla bulaşmanı tavsiye etmem. Herkes ona hayran ama onunla göz göze geldiklerinde bile altlarına işeyecek duruma geliyorlar."

Cevap vereceğim sırada yine, seminere girmeden önce ve sonrasında devam eden o karnımda oluşan kelebek savaşı başlamıştı. Sanki hepsi midemin farklı köşelerinde dans ediyorlarmış gibi hissediyordum.

"Tuvalete gitmem gerekiyor sanırım."

"Gel beraber gidelim."

Kafamı sallayıp oturduğum yerden kalktım. Birlikte ağaçların, masaların olduğu bölgeye göre daha sık olduğu yere geldiğimizde tuvaleti bulmuştuk. Hızla içeri girip işimi hallettim. Çıktığımda Namjoon'un beni kapıda beklediğini gördüm.

"Beklemene gerek yoktu."

"Sorun değil."

Gülümseyip tekrar yürümeye başladık. Ancak fazla ilerleyememiştik. Çünkü karşımıza Taehyung çıkmıştı.

"Seokjin biraz konuşabilir miyiz?" Neydi bu şimdi? Neden benimle konuşmak istiyordu? Tanrım o beni nereden tanıyordu?

"Ne hakkında?"

"Bunu yalnızken söylesem iyi olur." Gözleriyle Namjoon'a baktığında açıkça ona git dediğini görmüştüm. Namjoon kaşlarını çattı.

"Neden yalnız konuşacakmışsın? Bence buna gerek yok. Duysam da duymamazlıktan gelebilirim."

"Ama ben Seokjin'le yalnız konuşmak istiyorum. O yüzden şimdi gitsen iyi olacak. Yoksa ben seni götürmek zorunda kalacağım."

"Ah, o halde gitmiyorum."

İkili arasında şiddetlenmeye başlayan tartışma vücudumdaki adrenalin seviyesini zirveye çekmişti.

"Taehyung, bence bu konuşmayı sonra da yapabiliriz. Hem birazdan servisler kalkacak. Geç kalmak şuan istediğim en son şey bile değil."

Sinirle bir nefes üfledi. Ciddiyeti bir an olsun bozulmuyor, yüzünde tek bir mimik kıpırdamıyordu.

"Neden şimdi olmaz, yoksa tekrar birleşmenizi mi bölüyorum?"

O az önce ne demişti? Ne birleşmesinden bahsediyordu? Tanrım burada neler oluyor?

"Neyimizi?"

Sorduğum soruyu takmadan gözlerini tekrar Namjoon'a dikti.

"Pekala... Ben uyarmıştım." dedikten sonra gözlerini Namjoon'un gözlerine dikti. "Hemen burayı terk et Namjoon. Servislere bin ve arkana bakmadan uzaklaş. Otobüsten inene kadar kimseyle konuşma."

Namjoon o anda transa geçmiş gibi bir süre Taehyung'a baktı. Ardından arkasına bakmadan yürümeye başladı.

"Namjoon, bekle nereye? Cidden gidiyor musun? Namjoon!"

Taehyung'a döndüm. Hala bana bakıyordu. "Ona ne yaptın bilmiyorum ama hemen kes şunu!"

Beni asla dinlemiyordu şuan. Namjoon arkasına bakmadan servise bindiğinde gözlerimi bir an olsun ondan çekmedim. En sonunda servis gittiğinde tekrar Taehyung'a döndüm.

"Sen ne yaptığını sanıyorsun?"

"Sadece senden beni dinlemeni istemiştim. Zorluk çıkarmasaydınız."

Ben neden böyle bir şey yaşıyordum ki? Onu dinlemek zorunda değildim.

Hızla arkamı dönüp seri adımlarla yürümeye başladım. Aramızdaki mesafe giderek artıyordu. Artık sadece koşarak yetişebilirdi bana.

Kafamı bir anlığına geriye çevirdiğimde Taehyung'un orada olmadığını gördüm. Kaşlarım otomatik olarak çatılırken kısa sürede nereye gitmiş olabileceğine baktım.

Tekrar önümü döndüğümde onu hemen karşımda gördüm. Bu... Bu imkansızdı. Az önce aramızdaki mesafe çok fazlaydı. Saniyeler içinde burada olması kesinlikle olur şey değildi.

Kafamı bir arkaya bir Taehyung'a çeviriyordum. Aradaki mesafeyi hesaplamaya çalışıyordum ancak ne yaparsam yapayım onun nasıl bir saniye sonra burada olduğunu anlayamıyordum.

Yüksek adrenalin, korku ve heyecan damarlarımda kol gezerken kalbim göğüs kafesimi delmek istercesine atıyordu.

"Kalbin... Seokjin kalbin çok hızlı atıyor" Durduğu yerden kalp atış sesimi duyması da imkansızdı. Ama nasıl olur da kalbimin hızlı attığını duyabilirdi?

"Benden korkuyor musun Seokjin?"
.
.
.
.
.
.
Eveeett ikinci bölümün sonuna gelmiş bulunmaktayız.

Umarım sevdiğiniz bir bölüm olmuştur. Kafanıza takılan bir şeyler olursa buraya sorularınızı bırakabilirsiniz. Hepsini tek tek cevaplayacağım :)

Oy vermeyi ve satır arası yorum yapmayı unutmayınız 😉

INEVITABLE |TAEJIN|Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin