İ K İ

17.2K 855 504
                                    

Yüzyüzeyken Konuşuruz - Kazılı Kuyum.

Zamanın dışında, boşluğun içinde kaybolmuştum. Kendimi çok uzun süre önce kaybetmiştim, kazanamıyordum. Bulamıyordum kendimi, benliğimi. Nasıl hâlâ dışarı vurmuyordum hislerimi? Belki de bana katlanacak birisi olmadığı için, hoş annem yeterdi bana. Başkası umrumda değildi. Vücuduma çarpan soğukluk, ruhumu ürpertti. Kulaklarımdan içeri ağır ve derin bir ses sızdı, "uykucu..."

Ağırlaşan göz kapaklarım inatla açılmak istemediği için zorlamadım. "Altı üstü iki dakika bıraktım, hemen uyumuş hanımefendi." Gülmek istedim ama onu yapacak hâlim bile yoktu. Omzumdan sarsılmaya başlayınca sessizce küfür ettim, "sal beni." Sesin kime ait olduğunu anlayamıyordum. "Emredersin," yanımda birinin ağırlığını hissediyordum ancak beni sarsmayı bırakmıştı. "Aklıma bir şarkı takılmıştı, neydi o ya?" kendi kendime mırıldandığımda hafızamı zorladım. Bulamamıştım.

Gözlerimi kırpıştırarak açtığımda karşımda Yiğit Bey vardı. Çakır rengi gözleri, yüzümün her santimini dikkatle inceliyordu. "Hangi şarkıymış o?" gözlerimi ovmaya başladım. "Hatırlamıyorum," gözlerimi ovmak beni daha da mayıştırıyordu. "Gözünü çıkaracaksın, Mayda." Elimi çektiğinde gözümü açtım. "Çok zevk veriyor." Elimi bıraktığında tekrar gözümü ovmaya başladım, "biliyorum ama gözlerini acıtıyorsun." En sonunda ovmayı bıraktığımda gözlerimin etrafını sildim. "Bir şey olmaz," sandalyede geriye doğru yaslandığımda ayağa kalktı.

"Kahve yapıp geleceğim, bu hâlde ders çalışman zor." Hafifçe sırıtıp kafamı salladım. "Ay, olur." Arkasını dönerek mutfağa doğru ilerlemeye başladı. Attığı her adımda bacakları kasılıyordu. Uzun bacakları sıkıca sarılmıştı. Geniş omuzlarını dik tutuyordu.

Aradan geçen birkaç dakika ile dumanı üstünde tüten kahvelerle gelmişti. Masama bıraktığı kahveyle gülümsedim. "Teşekkür ederim." Gözlerini bana çevirdi, "bir daha olmasın." Omuzlarımı silkip kahvemden bir yudum aldım.

"Hadi başlayalım."

Soğuk hava, sertçe yüzümü yalayıp geçerken burnumu sertçe çektim. Cebimde olan ellerimi yumruk yapmıştım. Cebimde ki anahtarı parmaklarımın arasına alıp sıkmaya başladım. Evin önüne geldiğimde etrafa kısa bir bakış attım. Duvara yaslanmış birisi dışında hiç kimse yoktu. Gözlerimi biraz daha kısıp adama dikkatli bir şekilde bakmaya başladığımda telefonum çalmaya başladı. Bir elimde telefon, soğuktan titreyen elimle anahtarı deliğe yerleştirmeye çalışıyordum. "Efendim?" "Neredesin?" kafamı hafifçe yukarı kaldırdım. "Aşağıdayım, geliyorum."

Yanıma birisinin yaklaştığını hissediyordum. Kafamı çevirip baktığımda duvara yaslanan adam olduğunu gördüm. "Anahtarı ver." tok sesi kulaklarımdan içeri sızarken gözlerimi kıstım. "Anlamadım?" mesafeli sesime eşlik eden titreme vücudumu acıtıyordu. Çatılan kaşlarıyla beraber kısa süreliğine gözlerini kapattı. "O titreyen ellerinle anahtarı, deliğe yerleştirmen biraz zor." sesinde anlayamadığım bir duygu vardı. "Ben yaparım, teşekkürler." Bu sefer kapıyı açabilmiştim. "Küçükken de böyle naziktin," ağzının içinde mırıldandığı şeyi duymuştum. "Sanırım beni birisiyle karıştırdınız. Sizi tanımıyorum ben." Histerik bir gülüş attı. "Yiğit Gürsoy, aklında bulunsun." Daha fazla orada kalmadan yukarı çıkmaya başladım.

Korkmuştum... Fazlasıyla.

Üstümde ki montumu çıkarıp asarken bir yandan botlarımı da çıkardım. Işıkları yakıp odama ilerlemeye başladım, uyumadan önce duş alacaktım. Odama girdiğimde yüzüme çarpan sıcak hava suratımda tebessüm oluştururken yatağın üstünde ki pijamalarımı tekrardan üstüme geçirdim. Gözlerim odada gezinirken gördüğüm kutuyla beraber kaşlarımı çattım. Yatağımın üstünde gördüğüm siyah kutu fazlasıyla garipti.

Ateş'in KızılıWhere stories live. Discover now