65💌

15.2K 1.6K 65
                                    

Geri kalan tüm dersleri asarak dışarıda bekledim. En azından bir teşekkür etmek istiyordum. Eğitimim için kendi mesleğinden feragat etmesi en azından bir teşekkürü hakediyordu.

Soğuktan ellerim buz gibi olsa da sorun değildi. Ehven'i beklemekte kararlıydım.

Oturduğum banktan okulun çıkışına bakarken kapıda göründü.

Lacivert trençkotunun sağ cebindeki eli üşümemek içinse de sol elinde telefonu tuttuğu için dışarıda duruyordu.

Yanında birkaç öğretmen ile okulun bahçe kapısına kadar yürüdüler. Sonra hepsine sarıldı. Ayrılıyordu.

Kendimi fark ettirmemek için gizli gizli izliyordum. Boş bir anına denk geldiğimde, yanına gidip teşekkür edecektim.

Tüm öğretmenlerle görüştükten sonra son kez okula baktı ve kapıdan çıktı. Koşarak peşinden gittim. Nöbetçiler çıkmamamı söyleseler de dinlememiştim.

Aramızda birkaç metre varken onu takip etmeye başladım.

Yavaş yavaş yürüyordu. Kaliteli ayakkabılarının yere basarken çıkardığı tıkırtı sesi, trençkotundan çıkan hışırtı sesi ve tamamen o. Alışılmış bir olayı tekrarlarcasına aşinalık ve aynı anda müthiş bir huzur veriyordu.

O yürüdükçe, onu takip ettikçe, sanki istikametimizin aynı olduğunu ve nereye dönersek dönelim aslında aynı yere çıkacağımızı söylüyor gibiydi.

Karşıdan karşıya geçmek için ışıkların kırmızıya dönmesini bekledi.

Bekledi. Bekledi. Bekledi.

Işıklar kırmızı oldu ama o yine de bekledi. Tıpkı hemen arkasında olan ben gibi.

Başını yerde hayali bir noktaya odaklamış bir şekilde düşünüyordu. Neyi düşünüyordu? Onu böylesine düşündürten şey neydi?

İnsanlar gelip geçiyor, o düşünmeye devam ediyor.
İnsanlar gelip geçiyor, o beklemeye devam ediyor.
İnsanlar gelip geçiyor, o öylece duruyordu.

Neden sonra ona çarpan biri ile irkildi ve kırmızıya dönen ışığı görünce karşıya geçmek için haraketelendi.

Onu böylesine dalgın görmek çok hüzünlendirmişti beni. Acaba tüm bu şeylerin sorumlusu olarak beni mi tutuyordu ki?
Beni mi suçlu buluyordu ki?

Dalgın ve aslında yoğun bir hüzünle yürümeye devam ederken, ben de onu takip ediyordum. Bu halde nereye gidip ne yapacağını merak ediyordum.

Dahası onun iyi olmasını istiyordum.

Lütfen, bu içinde bulunduğumuz durum yüzünden kendini üzme Ehven. Lütfen.

Gittikçe tanıdık bir yola girdiğimizde burasının aslında evimin yolu üzeri olduğunu anladım. Farkında değildi ya da bilerek gidiyordu bilmiyordum.

Evimin olduğu yokuşu çıkarken başını çevirip parka baktı. Hemen sonrasında birkaç saniye duraksadı. Nereye gittiğinin farkındaydı o zaman. Bilerek mi gidiyordu yani? Bu durumda benim evime gidiyordu.

Derin bir nefes alarak olduğum yerde onu izlemeye devam ettim.

Yeniden yürümeye başladığında, bundan bıkmışçasına bir tavır sergiliyordu. Bu davranışına aşinaydım aslında. Benimle olan bağından ötürü bıkkınlık yaşıyordu ama görünen o ki kendine de engel olamıyordu. Tıpkı benim kendime engel olamadığım gibi.

Yürüyüşümüz devam ettiğinde yokuş çıkarak evimin göründüğüne şahit oldum. Yürümeye devam etti ve tam evimizin bahçesine geldiğinde durdu.

Ondan birkaç metre uzakta omu izlerken nereye baktığını görmeye çalışıyordum. Biraz daha yaklaştığımda posta kutusuna baktığını gördüm.

Sözlerim onu etkilemişse benziyordu. Belki de posta kutusunu inceleyecekti. Yaklaşmak için bir adım daha attığında yaptığı şeyin çok saçma olduğunu düşünürcesine başını iki yana salladı ve hızla geri döndüğünde yine ani bir şekilde durdu.

Birbirimize bakarken, o an en yoğun şok halini yaşıyor gibiydi.

Gözler izledi bir süre bakış izlerini. Yüzü, bedeni ve ruhu. Özlemişçesine, umarmışçasına, beklermişçesine.

Şaşkınlık hali geçtiğinde yutkunarak gözlerini başka yere çevirdi. O bakışlarını kaçırırken ben yürüyerek onun önüne gelmiştim bile.

Hemen önüne geldiğimde yeniden bakışları beni buldu. Üniformamı inceledi bir süre.

"Neden okulda değilsin?"

"Peki ya sen?"

Sustu. Devam etti hemen.

"Bir öğrenci okulda olmalı."

"Bir öğretmen de okulda olmalı."

Yeniden sustu. Kuruyan dudaklarını ıslatırken ne söyleyeceğini düşünüyor gibiydi.

"Ben," gözlerim yüzünde gezindi. Gözaltılarında hafif morluklar olsa da, güzel gözleri vardı. Temiz yüzündeki berraklık bu hengame ile biraz matlaşsa da, o çok güzel bir insandı. Siyah saçları muhtemelen eli ile dağıtılmış ama yine de bir nizam içinde durmayı başarabiliyordu.

"Taşınacağım."

Gözlerimi açarak ona yaklaştım.

"Bunu yapmak zorunda değilsin Ehven. Sen yanlış bir şey yapmıyorsun."

"Yapıyorum!" diye bağırınca irkildim.
"Bir öğretmenim ve lise çağındaki öğrencimin evinde ne işim var açıklasana? Seninle ne gibi bir bağım var? Ben yanlış yapmıyorum da kim yapıyor?"

Bağırdıkça yoruluyor, yoruldukça hissizleşiyor ve rengi yavaşça soluyordu. Bunları dile getirmekten ölesiye nefret ediyora benziyordu.

Şefkatle gülümsedim.

"Niye bir insanı sevmekten bu kadar korkuyorsun ki?"

Hızla nefes alıp verirken ne demek istediğimi anlamaya çalışıyordu.

"On sekiz yaşında bir genç kızım. Beni sevmekten neden bu kadar korkuyorsun. Sana ne yapabilirim?"

Gözlerini devirirken "Aynı şey değil!" diye mırıldandı.
"Aynı şey değil anlıyor musun? Sanki sana mecburmuşum gibi tuhaf bir şey."

Onu dinlerken derin bir nefes aldım ve cebimden çıkardığım kağıdı ona gösterdim.

"Aramızdaki bağın ne olduğunu görmek için sadece izle o halde."

Elimdeki kağıda bakarak ne yapmaya çalıştığımı anlamaya çalıştığı o dakikada bir de kalem çıkardım ve yazmaya başladım.

~Ehven, birkaç cümle de olsa bana kendinden bahset. Çok acil lütfen!~

Kağıdı ikiye katladığımda beni izliyordu. Kalemi cebime koydum ve bahçe kapısından içeri girerek posta kutusuna doğru yürümeye başladım. Başını olumsuz anlamda sağa sola sallarken bu yaptığımı hâlâ mantıksız buluyor olmalıydı.

Kağıt posta kutusuna girdiğinde "Vazgeç şu saçmalıktan," dedi.
"Tamam ben de normal sayılmam ama lütfen böyle bir saçmalık için sana olan zaafımı kullanma."

Ona bir şey demeden beklemeye başladım. O da bekliyordu. Hem inanmıyor hem de gözlerini ayırmadan posta kutusuna bakıyordu.

Her ikimiz de posta kutusunu izlediğimiz o dakikalarda posta kutusunda yeşil bir zarf belirdi.

Bu beliriş tuhaf bir şekilde gerçek gibiydi. Sihir ya da büyü gibi yapmacık değil de, sanki zaten hep orada olmalıymışçasına duruyordu.

Ehven şaşkınla gözlerini sonuna kadar açtı ve ellerini trençkotunun cebinden çıkararak bana baktı. Afallamış bir ifade ile gözümüzün önünde gelen cevaba bakarken hayatının şokunu yaşıyor gibiydi.

O şaşkınlıkla zarfa bakarken ben de şefkatle ona bakıyordum. Bir nebze olsun tüm bu olaylara çözüm oluşturur diye bekliyordum.

CEVAP 1979Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin