7💌

27K 2.5K 264
                                    


Ellerim titriyordu. Gözlerim kanlanmış, kalbim ritmini bozmuş tuhaf bir şekilde atmaya başlamıştı. Şah damarımda nizamlı bir şekilde kendini hissettiren nabzım tamamen hareketsiz kalan bedenimi de titretiyordu. Kan her damarlara pompalandığında gözümün önü daha çok açılıyor ama hala daha hiçbir şey ney görünmüyordu. Nefes aldığımdan emin değildim çünkü bir süredir yaşadığımı bile hissetmiyordum. Tamamen bulunduğum durumdan çıkıp bambaşka bir evrene ışınlanmıştım sanki. Kafamın içinde dönüp duran soru işaretleri bana bir cevap vermezken, yeni sorular üretmeye devam ediyorlardı.

Bir şaka yoktu ortalıkta. Ki eşek şakası bile olsa gerçek olmamasını dilerdim. Lakin gerçekti. Her nasıl oluyorsa ben, bir şekilde, geçmişten cevap alıyordum. Keşke tüm bu cevaplar bana yeni sorular üretmekten başka bir işe de yarasalardı. Gelen her cevap nasıl binlerce soruya eş değer olabilir?

Dakikalarca, saatlerce kırmızı posta kutusuna bakmaya devam ettim. Gözlerim kan çanağı olsa da, oturduğum yerde uyuşsam da, hareketsizlikten ağrılarım olsa da bir an olsun konumumu değiştirmeden posta kutusuna bakmaya devam ettim. Ta ki, sabah kalkma alarmım çalana kadar.

Alarm rahatsız edici tınlaması ile çalmaya devam ederken bakışlarımı çevirmeden telefonu elime alıp alarmı kapattım ve kızaran gözlerimi ovuşturdum.

Yutkundum ve kuruyan boğazımı biraz da olsa ıslatmaya çalıştım. Gözlerimi bir anlığına kapatıp içinde olduğum durumun nedenlerini sorguladım. Defalarca neden, nasıl, niçin diye sorduktan sonra hiçbir karşılık alamayınca yeniden posta kutusuna baktım. Müthiş bir ürperti hissi sarıyordu tüm vücudumu. Artık birilerinin benimle dalga geçmediğine tam anlamıyla inanmıştım. Ama nasıl? Nasıl olur bu? Hala daha inanmakta güçlük çekiyordum. Farklı bir adresten gelen bir mektubu kabul ederdim. Posta numarası yanlış yazılmış derdim. Her ne kadar biz posta kutumuzu kullanmıyor olsak da bunu kabul ederdim. Hayır hayır, bunu gerçekten seve seve kabul ederdim ama geçmişten gelmesi işleri tamamen değiştiriyordu. Üstelik taptazeydi cevaplar. Yanlışlıkla gönderilmeyecek kadar bana odaklı cümleler, ne yazdığından emin olan bir katip ve özenle kapatılan zarflar...

Bir kere daha. Bir kere daha şansımı denesem? Bana nasıl bir cevap verebilir başka? Bir kere daha gözümle görsem gelen cevabı...

Vakit harcamadan bir kağıt daha yazdım. Bu sefer çok daha açık ve merakımı gidermeye yönelik bir mektup yazmaya başladım. Bu yazıların babamdan gelmediğini anlasam da bu sefer başka bir sorun çıkmıştı ortaya. Bu yazılar gerçekten var mıydı?

~1979 yılında olduğunuza emin misiniz? Yanlış yazma ihtimaliniz var mı bilmiyorum ama bu tarih benim için epey eski. 2019 yılındayım ve şu an korku ile neler olduğunu anlamaya çalışıyorum. Yeterince korku ile harmanlandığım için böyle bir olay bana fazla gelir. Hem üç gündür bana yazdığınızı söylemişsiniz ama ben sizinle sadece bir gündür yazışıyorum nasıl oluyor bu? Ayrıca posta kutunuzun numarası kaç bilmiyorum ben. Bilerek cevapları size gönderiyor değilim. Sadece kendi evimin önündeki posta kutusuna atıyorum mektupları. Lütfen aydınlatıcı bir şeyler yazın. Ya da yaptığınız bir çeşit şaka ise bundan bir an önce vazgeçin. Tüm gece uyanık kalıp bunun nasıl olduğunu düşündüm. Hala daha bir anlam veremiyorum. Siz biliyorsanız bana birkaç anlamlı şey yazar mısınız? Ya da yazmayı bırakın. Böylelikle bu tuhaf şey de kalkar ortadan.~

Kağıdı zarfa koydum ve odamdan çıkarken sağımı solumu kontrol ettim. Tam olarak ne oluyor şimdi? Kendi posta kutumuza attığım zarflar nasıl bir başkasının posta kutusundan çıkıyor? Üstelik 1979 yılı. Arada tam olarak kaç sene var? Yirmi? Otuz? Kırk...

Evden dışarı çıkarken annem seslendi.

"Handan nereye gidiyorsun?"

"Okula."

Anneme bakmadan ayakkabılarımı giymeye başladım. Bir an önce zarfı posta kutusuna atmak ve gelecek olan cevabı beklemek istiyordum.

"Kızım hasta mı oldun neden böyle solgun yüzün?"

"İyiyim anne bir şeyim yok."

"İyi olduğuna emin misin?"

"Evet."

"İyi o halde. Cumartesi Cumartesi okulda ne yapacağını da sorabilir miyim?"

Ayağıma geçirdiğim ayakkabı ile kalakaldım. Günlerden Cumartesi miydi?
Anneme baktığımda babamın da bana baktığını gördüm. İyi olmadığımı anlamış olmalılardı. Elbette iyi olmazdım. Tüm gece uyanık kaldıktan sonra ne kadar iyi olabilirdim ki? Aklıma gelen ilk fikri söyledim.

"A şey. Kütüphaneye gideceğim."

Annem şüphe ile sağ kaşını kaldırdı.

"Üniformanı giymeye gerek var mıydı ki?"

Üstüme baktım. Okul kıyafetlerim hala üzerimde duruyordu. Her söylediğim şey beni iyice batırırken alt dudağımı ısırdım.

Hiç uyumadın ki sen aptal kız! Bence daha fazla şüphelendirmeye gerek yok. Geri dön ve üzerini değiştir, sonra nereye gidiyorsan git! Yeterince şüphelendiler zaten ama yine de ayakkabılarımı yeniden çıkarıp evin kapısını kapattım. Herhangi bir şey söylemeden gerisin geri odama gittim ve formamı çıkarmaya başladım. Kendi aralarında bir şeyler söylediler mi bilmiyorum ama kendimi hiç iyi hissetmiyordum. Dengem sarsılmış, başım yeterince iyi değildi. Her şeye rağmen üzerime geçirdiğim günlük kıyafetlerle evden yeniden çıkmayı başarabilmiştim.

📮

İnstagram hakugu

CEVAP 1979Where stories live. Discover now