Dördüncü Perde - 10.Bölüm : Üç Kişi.

Start from the beginning
                                    

"Hayır..." gibi bir fısıltı çıktı dudaklarımın arasından, "Rıza Amca'nın arabası..."

Sonra yola bir araba daha girdi.

"Hayır!" Mert'in arabası hemen ardından yola girerken korku içinde camın önünde donakaldığımı hissettim. Kafamın içinde binlerce hesap dönmeye başladı bir anda. Direkt olarak burayı biliyor ve buraya geliyor olabilirler miydi? Gelmeleri kaç dakika sürerdi? On dakika mı? On beş mi? Kaç? Bu lanet odadan nasıl çıkacaktım? Bu camları nasıl açacaktım? Telaşla bahçeye bakmaya çalıştım, bahçe bir sürü takım elbiseli adamla doluydu! Onlara bir şekilde gelmemelerini söylemek zorundaydım, Allah kahretsin! Onları uyarmak zorundaydım. Onları korumak zorundaydım. Nasıl bulmuş olabilirlerdi burayı? Nasıl?

"Gelme Onur..." diye fısıldadım dolmuş gözlerim camdan bakarken, "Gelme sevgilim... Gelme..."

Daha fazla vakit kaybedemezdim. Telaş içinde dolabın kapaklarını açtım. Aptal dolabın içine bakarak aptalca bir plan düşünüyordum. Şu ana kadar tek planım Ender'i onunla Amerika'ya gideceğime inandırıp zaman kazanmaktı. Ama Onur'ların bizi bulmalarını asla tahmin edememiştim. Dolabın içinde ne arıyordum onu da bilmiyordum. Bir aptal gibi vakit kaybediyordum yalnızca. Koşarak telefonun başına geçtim ve 0'a bastım. Telefon ikinci çalışında açıldı.

"Alo, kızım. İyi misin?"

"Eee... Ben... Acıktım. Ve burada sadece soğuk yiyecekler var." diye mırıldandım.

"Tamam güzel kızım, hemen odana sıcak yemek gönderiyorum."

"Hayır!" diye bağırdım telaşla, "Yani... Aslında benim seninle konuşmak istediğim bir konu var. Amerika hakkında... Geleceğimiz hakkında..."

"Öyle mi?" diye sordu şaşırmış bir sesle, "Tamam güzel kızım, hizmetçiyi gönderiyorum... Seni yanıma getirecek."

"T-tamam..." Telaşla cama doğru koştum. Arabalar evin yoluna giderek yaklaşıyorlardı ama sanıyorum ki daha on dakikalık bir zamanım olabilirdi. Peki ne için? Bu on dakikada ne yapacaktım? Ender'i mi öldürecektim? Evi mi yakacaktım? Ne yapabilirdim Allah aşkına?

Galiba... hiçbir şey...

"Zeynep Hanım..." Odamın kapısı açılırken korkuyla kapıya doğru döndüm.

"Babanız bekliyor..." Sinirle kadının yanından geçtim. Merdivenlere doğru yöneldiğimde kadın arkamdan geliyordu. Hızla merdivenleri indim ve kendimi gazete okuyan Ender'in karşısında buldum. Bana gülerek baktı.

"Hoş geldin, senden beklemediğim kadar sıcaksın bugün... Kendini odaya kapatmadın..." Seni öldürmek istememin dışında evet, kesinlikle sıcağım.

"Ben... Sadece... Bilmek istiyorum."

"Neyi bilmek istiyorsun?" dediğinde bir gözüm camdaydı.

"Sevdiklerime ne olacak. Sen ve ben buradan gittiğimizde..." Ender başını salladı.

"Hepsi hayatlarına devam edecekler. Sen ve ben hiç var olmamışız gibi..."

"Annem ve babam?"

"Onlar da... Herkes iyi olacak Zeynep. Korkma, bana güven... Gel, otur şöyle. Neden ayakta duruyorsun?" Bir yandan camdan dışarıya bakmaya çalışıyor bir yandan odanın içini inceliyordum.

"Bilmiyorum..." diye mırıldandım, "Sanırım çekiniyorum." Yutkunarak yavaş yavaş koltuğa oturdum. Saçlarımı arkaya attığım sırada Ender'in gözlüğü gazetesinin üzerinden kayıp gitti. Gülerek gözlüğünü almak için yere eğildi. Tam o an sadece ve sadece bir saniye içinde eğilip masanın üzerinde duran vazoyla kafasına vurdum! Hayatımda yaptığım en refleks hareketti bu. Şok içinde ona baktığım sırada yere yığılmıştı ama gözleri hala açıktı. Gözlerini birkaç kez kırptığı sırada ayağa kalkıp koşarak mutfağın kapısını kapattım ve kapıyı kilitledim. Görevliler mutfağın içinde kilitli kalırken telaşla Ender'in başına koştum. Yaşıyordu ama bilincinin bir kısmını kaybetmiş gibiydi! Başından yere damlayan bir damla kan içimi titretirken çaresizce etrafıma bakınıyordum.

Karantina SerisiWhere stories live. Discover now