Bölüm 17: Peter Pettigrew

2K 186 27
                                    

Yaprakları üzerinden silkelerken, ara sıra, gözlerini kaydırarak bana bakıyor. "Bazen," diyor ince kaşlarını kaldırarak, "mutlu olduğunu sanarsın."

Yutkunuyorum.

"Sonra," diye devam ediyor. "Karşındaki insan aptalın teki çıkar!"

"Bu senin şu an içinde bulunduğun durum mu?" diyorum, saçmaladığımın farkındayım ama elimden bu kadarı geliyor.

"Neden Ravenclaw'a seçilmediğini hiç düşünmüş müydün?" diyor ayağa kalkarken. Ağzının kenarı küçümseme ifadesiyle kıvrılıyor.

"G-galiba seni yere düşürdüğüm için." Ona bakarken düzgün düşünemiyorum, özellikle de bana kızgın olduğu zamanlarda. Çünkü beni bir şekilde altedeceğini biliyorum. Söylediğim hiçbir şey onun zekasını geçemeyecek.

"Draco! Beni boğuyorsun!" Bir an için aptallığımın onu boğduğunu düşünüyorum, ancak sonra devam ediyor: "Çek ayağını atkımın üstünden! Tanrım!"

Bugün daha kötü gidemezdi diye düşünürken hayatın bana gülerek "Aslında bugün daha da kötü gidebilir, denemek ister misin?" diye sorduğunu hayal ediyorum. Bu yüzden bu düşünceyi aklımdan hemen kovuyorum. Pekala, bugün daha da kötü gidebilirdi. Diyecek bir şey bulamadığımdan bir süre durup ona bakıyorum, alaycı bakışlarını üstümde hissettiğimde karnım içe burkuluyor sanki, tek kelime etmeden arkaya dönüp yürümeye başlıyorum.

"Draco!" diye bağırıyor. Bakmıyorum. Yaprakların hışırdadığını duyuyorum ve daha hızlı yürümeye başlıyorum. "Draco, beni dinlemelisin!" sesini alçaltıyor. "Yere yat!" diyor fısıldarcasına. Ne olduğunu anlamıyorum ancak dediklerinin farkına vardığımda kendimi yere atıyorum. Başımın üstünden hızla yeşil bir ışık geçiyor, sımsıkı kapadığım gözlerimi açar açmaz Hermione'yi bulmaya çalışıyorum. Yanımda yere çökmüş şekilde duruyor.

Birden bir başka kişinin varlığını daha seziyorum. Keskin, iğrenç bir kokusu var. Kafamı kaldırdığımda fare kılıklı, ön dişleri oldukça uzun, burnu öne doğru eğilmiş, kocaman ve acıklı bakan gözleriyle kısa boylu bir adam görüyorum. Yer yer yırtılmış takım elbisesiyle acınası görünüyor. Ancak gözlerinde yılların getirdiği bir delilikten izler var. Sarı saçları makasın kontrolünü kaybeden bir berber tarafından kesilmiş gibi duruyor, bir parmağı eksik elinde asa görünce az önce yeşil ışık çıkartan büyüyü yapan adamın o olduğunu anlıyorum.

"İğrenç," diyor Hermione kendini tutamayarak. Bana doğru sokuluyor.

Bense ağzım açık şekilde adama bakıyorum. "Draco," diyor adam. R harfini sanki V'ymiş gibi söylüyor. "Seni görmek ne güzel, Lord'um sevinecektir, o sevinir..." Söylediği her S bir tıslama gibi çıkıyor ağzından. Lord'um derken kimi kastettiğini anlıyorum, her geçen saniye beni daha çok korkutuyor. Hermione'nin de anladığını biliyorum, hafifçe titreyen elleri paltomu tuttuğunda gözlerimi kapatıyorum.

Sonrasında adamın pis elleri de bana uzanıyor, yakamdan tutup beni ayağa kaldırmaya çalışıyor. Ellerini itiyorum, sanki ona dokunmamdan korkuyormuş gibi ellerini geri çekiyor, ayağa kendim kalkıyorum. Hermione'yse hâlâ yerde oturuyor ve meraklı gözlerle bizi izliyor. Paltomu düzeltirken "Bugün daha kötü gidemezdi." düşüncesini aklıma getirdiğim için kendimden nefret ediyorum. Sıcak nefesim soğuk havayla karışırken, adam havayı bir kemirgen gibi koklayarak gözlerimin içine bakıyor.

"Ne güzel bir çocuk olmuşsun sen Draco," diyor. "Çok güzel bir çocuk olmuşsun sen, tıpkı baban gibi bakıyorsun, onun da vardı böyle soğuk bakışları. Var ya, var elbet..."

"Babamı nereden tanıyorsun?" diyorum tiksintiyle geriye çekilirken. "Senin gibi bir adam babamı nereden tanıyabilir?"

Aslında cevabı çok iyi biliyorum, ancak bunu sorduktan sonra farkediyorum.

"Ben Peter Pettigrew-"

"Aha!" diyor Hermione ve ayağa fırlıyor. "Seni biliyorum, seni tanıyorum. Ama sen..." adamın suratını inceliyor, gözleri bir parmağı eksik eline kayıyor, "Sen ölmüştün."

"Sen kimsin?" diyorum, Hermione'nin bu adamı tanıyor olması beni rahatsız ediyor.

"Lord'um için geri gelenlerden biriyim, onun için buradayım!" diyor. "Sen de geri geleceksin değil mi, babana katılacaksın, ha Draco?" Konuşurken saçtığı tükürükler suratıma sıçrıyor. Kesinlikle iğrenç bir adam.

"Uzak dur benden," diyorum, gözleri Hermione'ye kayıyor. "Ondan da uzak dur." diye bastırıyorum.

"Yok, hayır kızla ilgilenmem ben... Lord'um seni bekleyecek, tıpkı diğerleri gibi geri gelmeni bekleyecek. Onu hayal-" yutkunuyor. "Onu hayal kırıklığına uğratma." Sonra da gürültülü bir şekilde burnunu çekiyor. 

"Asla geri gelmeyeceğim." diyorum sesim titrerken. 

"Baban bunu duymak istemez!" diye bağırıyor korkuyla. "Baban hiç istemez! Neden geri gelmeyeceğini söylüyorsun, seni küçük yalancı, küstah?"

"Hey, kelimelerine dikkat et!"

"Afedersiniz-"

"Babam bunun hakkında duyabilir, konuşmana dikkat et seni pis şey."

"Afedersiniz efendimiz, özür dilerim." diyor hafifçe eğilerek. Babamı sevdiğini sanmıyorum ancak ondan korktuğu kesin.

"Geri gelmeyeceğim çünkü Lord'un hayatımı mahvediyor." Son kelimeyi bastırarak söylüyorum.

"Lord'um hayat mahvetmez! O merhametlidir, o... O hayatlarınızı güzelleştirir! Hadi ama Draco, bulanıkların olmadığı bir dünya düşün..." 

"Bu işin içine bulanıklar yüzünden girdiğini sanmıyorum." diyorum iğrenerek. "Korkuyorsun, Peter. Korkmuşsun."

"Hayır! Ben tamamen efendimiz istediği için, bulanıklar ölsün diye-"

"Yeter!" diye bağırarak ayağa kalkıyor Hermione. "Sözlerine dikkat et." Çevik bir hamleyle asasını elinden alıyor. "Yoksa işler kötüleşir, bundan emin olabilirsin."

"Ah..." diyor Peter yere çömelerek. "Bir bulanık mısın? Hayatım, kokundan belli..."

Peter'a doğru bir adım atıyorum, geriliyor. 

"Draco, bir bulanıkla mı arkadaşsın?" Bu kelimeyi her söyleyişinde suratına bir yumruk atmak istiyorum. 

"Arkadaşım değil..." diyorum. Hermione alınmış bir şekilde gerilerken elindeki asa titriyor, sonra kendine geliyor ve dimdik tutuyor asayı. "Arkadaşım değil," diye tekrar ediyorum. "Onu seviyorum, yani eminim bu seni rahatsız ediyordur ama umrumda değil..."

"Bir bulanığı seviyorsun!" diye bağırıyor sanki dünyanın en kötü şeyini yapmışım gibi. Hermione gülümsediğini saklamaya çalışıyor ancak anlayabiliyorum. Çünkü o güldüğü zaman içime doğan iyi hislerden haberdar değil. Bu "iyi hisler" bana özgüven veriyor ve Peter'ı omuzlarından tutuyorum, sonrasında da yere itiyorum. Kısa boylu, şişman adam yere düşerken Hermione'yle koşmaya başlıyoruz. "Hermione!" diyorum. "O pisliğin asasını yere bırak!" 

Hermione asayı yere atıyor ve hiç durmadan koşuyoruz. Bir süre sonra arkama baktığımda Peter'ı göremiyorum, yaprakların üstünde hafif bir hareketten sonra az önce durduğumuz yer sanki hiçbir şey yaşanmamış gibi gözüküyor. Ormanlık alandan çıktığımızda duruyoruz ve soluklanıyoruz, Hermione bana baktıkça gülümsüyor.

"Ne?" diyorum ben de kendimi tutamayıp gülümseyerek. "Ne diye gülüyorsun?"

Yazarın Notu: Selam! Umarım bölüm hoşunuza gitmiştir, siz de gülümsemişsinizdir. Çünkü bazen seri bitmesine rağmen Dramione'nin olmasını o kadar çok istiyorum ki bu acı verici.

Yorumlarınız benim için çok önemli, eğer Dramione sizi aynı zamanda mutlu edip aynı zamanda acı veriyorsa konuşup arkadaş olabiliriz, gerçekten. Ki ben çoğu okuyucumun kullanıcı ismini falan biliyorum- yani harikasınız.

Yeni bölüm büyük ihtimal haftaya gelecek, o zamana kadar eğer okuyacak başka bir Harry Potter hayran kurgusu istiyorsanız profilimden Teddy Lupin hakkında yazdığım hikayeye göz atabilirsiniz. Haftaya görüşene kadar hepiniz sihirle kalın! :D

Draco Malfoy: Gerçekte Nasıl Biriydi?Where stories live. Discover now