Bölüm 2: Yılan ve Aslan

10.4K 483 174
                                    

  Tren büyük bir sarsıntıyla durduğunda, gözlerim hâlâ küçük yağmur damlalarının sırayla düşmekte olduğu tren camında. Kompartımanımdan çıkıp "Birinci sınıflar!" diye bağıran gür sesin kulağıma nereden geldiğini bulmaya çalışıyorum. Bulmak çok zor olmuyor. Yaklaşık 3 katım boyu ve kocaman, koyu renk sakallarıyla bir yarı-dev duruyor karşımda. Elinde bir gaz lambası var, öğrencilerin sıra olmasını bekliyor. Herkes itiş-kakış halindeyken, sakin bir şekilde öne geçiyorum. Kimse gelip bana itiraz edemiyor. Henüz, bir sürü arkadaş edindiğimi söyleyemem. Trendeyken ismini küçüklüğümden beri duyduğum Harry Potter'ın bu sene bizimle okula geleceğini duydum. Karanlık olduğu için ne kadar arkama baksam da göremiyorum. Elime bir gaz lambası verilmesiyle sarsılıyorum: "Hey, hadi kayığa geç." 

  Küçük kayık, dahil olduğum 3 öğrenciyle birlikte karanlık suyun üzerinde yol alırken, önümde tuttuğum gaz lambasıyla etrafı görmeye çalışıyorum. Hemen önümdeki kayıkta yine o kızı görüyorum. Yanındaki çocuklara bir şeyler anlatıyor. Kayıklar karaya varana kadar, anlatacağı şey bitmiyor. Kızın peşinden sıraya takılıyorum.  Bir süre yürüyoruz ve kocaman bir kapının önünde duruyoruz. Etrafımdakilere oldukça soğukkanlı ve korkusuz gözükmeye çalışıyorum. Insanlar, onlara verdiğiniz ilk izlenimi asla unutmazlar. Yaşlı ancak yaşına göre oldukça iyi görünen, yeşil cüppe giymiş bir kadın, bize neler yapacağımızı anlatmaya başlıyor. Bina seçiminde o kızla aynı binada olmak istiyorum, ancak o Slytherin'de olmazsa da ailemi ve ait olduğum binayı utandıracak şeyler yapmamam gerek. Babamın yüzüğünü parmağımda çeviriyorum.

  Kendime gelmem gerekiyor, başkalarını kendimden daha fazla düşünürsem hayatımın mahvolacağını biliyorum. Kızdan oldukça uzaklaşmaya çalışarak sıranın öbür ucuna geçiyorum. Içeri geçerken trende yanıma oturan iri çocuk ve diğer iri arkadaşı iki yanıma geçiyor: "Senin yanında olacağız, devam et."

 Biraz korkutucu olduğunu itiraf etmeliyim; ancak korumam gibi davranıyorlar. Daha özgüvenli yürümeye başlıyorum. Büyük Salon'a geldiğimizde seçim töreni başlıyor. Kızın ismi çoğu kişiden önce okunuyor: "Granger, Hermione". Hayatım boyunca unutamayacağım bir isim. Bunu o an bilmiyordum. Hermione, gerçekten çok güzel bir isim. Duyduğum andan itibaren bana melodileri hatırlatıyor. En sevdiğiniz filmlerden birinde duyduğunuz bir melodi, her şey kusursuzken yanınızda çalan bir şarkı...

  Birini sevmenin beni aptallaştıracağını biliyorum, bu yüzden kendimi zorluyorum. Içimdeki her şeyi yok etmeye çalışıyorum ki bilmeyenler için söylemek gerekirse; bu gerçekten çok zor. Kalbinize atma demeniz gibi, sanki insan olmaktan utanıyormuşsunuz, böyle olmamanız gerekiyormuş gibi. Ben kendimi tutmaya çalışırken kız Gryffindor'a seçiliyor. Boğazıma bir yumruk yemiş gibi oluyorum, bilmeliydim, birini sevdiğiniz zaman asla mutlu olamıyorsunuz. Hermione, neşe içinde kırmızılarla ve altın renkleriyle süslenmiş masaya gidiyor, insanlarla tokalaşıyor. Her tuttuğu elde, biraz daha kırılıyorum.

  Böyle düşünürken, ismim okunuyor: "Malfoy, Draco". Sandalyeye oturur oturmaz gözlerimle onu arıyorum, bana bakmıyor. Seçmen Şapka beni hemen Slytherin'e yerleştiriyor, Hermione de diğerleriyle birlikte alkışlıyor; ancak umursuyor gibi gözükmüyor. "Potter, Harry" diyorlar. Herkes nefesini tutuyor ve bu meşhur çocuğun hangi binaya seçileceğini bekliyor. Bence Slytherin'e seçilecek, çünkü en iyiler hep ordadır. Yanılıyorum, çocuğu Gryffindor'a yerleştiriyorlar, Hermione'nin yanına oturuyor. Sıra "Weasley, Ronald"a geliyor. Çocuk, düzensiz ve solmuş okul kıyafetleriyle tam bir baş belası gibi gözüküyor; yine de Hermione gözlerini ondan alamıyormuşcasına ona bakıyor. Içimde bir şeylerin yeniden kırıldığını hissediyorum.

  Yatakhanelere geçmeden önce, Harry'i koridorda durduruyorum. Yanında Ronald denen şu çocuk da var. Ona Ron diye sesleniyorlar. Harry'le arkadaşım olması için konuşmaya başlıyorum, Ron'dan uzak durması için onu uyarmaya çalışıyorum. Çünkü o çocuğa ne zaman baksam, aklıma seçim anı geliyor. Ondan daha iyi olmama rağmen neden onu kıskandığımı bilmiyorum. Harry, kibirli bir şekilde Ron'u korumaya başladığında sinirden ağlamak üzereyim. "Ikiniz de beş para etmezsiniz," deyip Ron'u kenara itiyorum, dikkatsiz, küçük çocuk hemen yere düşüveriyor. Ondan iyi olduğuma şüphem yok. Ama Harry konusunda kararsızım. Kararsızlık, öfkemi dindirmiyor. "Git ve ağlayan arkadaşını yerden kaldır." diyorum ve gözlerinin içine bakıyorum. Tüm öfkemi damarlarında hissettiğinden emin olduktan sonra arkamı dönüp zindana, Slytherin ortak salonuna gidiyorum. Arkadan Hermione'nin "Aman Tanrım! Ron!" sesleri geliyor. O anda iyi bir şey yapmadığımı anlıyorum. Gidip Hermione'den bunun için özür dileyebilirdim ama umrunda olduğumu sanmıyorum. Kaskatı bir şekilde Slytherin ortak salonunun önünde bir süre bekliyorum. Siyah saçlarına göre daha solgun bir siyah cüppe giymiş, ciddi yüzlü bir adam kapının önüne gelene kadar, ellerimin soğumasını bekliyorum. Iyi hissetmiyorum. "Bak sen şu işe," diyor, "ne parlak bir birinci sınıf öğrencisi." Adama o an kanım ısınıyor, yüzümde hırsımın getirdiği bir gülümseme, başım hafif kalkık, ona bakıyorum.

Draco Malfoy: Gerçekte Nasıl Biriydi?Where stories live. Discover now