"S-sadece sarılır m-"

Hıçkırıklarla kesilen kelimelerime rağmen daha cümlemi tamamlayamadan içeri girip kapıyı arkasından çekti, yanıma uzandı ve kollarını bana doladı.

Yağmur, arabanın camlarını döverken hıçkırıklarım ve iç çekişlerim arabanın içini dolduruyordu. Sessizdi. Kasları gergin, vücudu kaskatıydı fakat sessizdi. Yüzümü göğsüne gömüp içimdeki her şeyi serbest bıraktım.

"Artık istemiyorum."

Boğuk kelimelerin oluşturduğu boğuk cümle aramızdaki sessizliğe düştü.

"Artık onu sevmek istemiyorum."

Saçlarımın arasında dolanan belli belirsiz dokunuşlar ve gözlerime vuran sıcak güneş ile uyandım. Gözlerimi kırpıştırırken saçlarımdaki baskı yok oldu, yerini boşluk hissi aldı.

"Ah, lanet olsun."

Gözlerim ve tüm bedenim acıyordu. Dizimdeki sancı azalmıştı fakat geçmemişti. Ellerimin üstündekin yaralar kabuk bağlamıştı. Hafifçe gerinirken sırtıma giren ağrı ile yüzümü buruşturdum ve kollarımı esneterek rahatlamaya çalıştım.

"Al."

Gözlerimi hafifçe aralayıp bana uzatılan iki hap bir su bardağına baktım.

"Bu ne?"

Jackson güldü. "Ağrı kesici, vitamin ve su."

Uzanıp elinden aldım ve ilaçları ağzıma atıp su ile birlikte yuttum. 

"16 saattir uyuyorsun. Nasıl hissediyorsun?"

Şaşkınlıkla boğazıma kaçan su ile öksürmeye başladığımda kahkahası odayı doldurdu. Birkaç dakika içinde kendime geldikten sonra, "16 saat mi?" diye sordum.

Başını salladı. Ardından yataktan kalkıp odanın içinde döndü ve benim oturduğum tarafa geçip siyah perdeyi çekti, güneş kayboldu.

"Ah, teşekkür ederim."

Bir şey demeden omuz silkti. Televizyonun yanında duran telefonu kaldırıp 1'e bastı ve birkaç saniye sonra, "Yemeği hazırlayın." dedi ve telefonu kapattı.

Bakışları bana döndü. Eliyle tekli koltuğun üzerindeki kıyafetleri gösterdi. "Bunlar temiz kıyafetler. İç çamaşırı ise hiç giyilmemiş. Rahat rahat kullanabilirsin." Ardından eliyle yanağını kaşıdı ve başka bir yönü gösterip, "Banyo da burada." dedikten sonra odadan çıkmak üzere hareketlendi. Tam çıkacaktı ki, "Bir saniye..." diye seslendiğimi fark ettim.

Durdu ama dönmedi. Omuzları gergin görünüyordu fakat kelimelerimden sonra yavaş yavaş gevşedi. Gülümsedim.

"Teşekkür ederim."

Dönüp bana baktığında gözlerimden yüzüme yansıyan gülümsemenin etkisiyle olacak ki, yüzü içten bir gülümseme ile aydınlandı.

Odadan çıktığında yavaşça yerimden doğruldum ve ayağa kalktım. Dizime saplanan ağrıyı umursamadan koltuğun üstündeki kıyafetleri aldım ve banyoya yürüdüm.

Kısa ve hızlı bir duş alıp kısa saçlarımı havlu ile kuruladım. Kıyafetlere kısaca bir göz attığımda hepsinin Jackson'ın olduğunu fark ettim ve yanaklarıma oturan kan ile elimdeki boxerı hemen üstüme geçirip dar siyah pantolonu da ardından giydim fakat onun için dar olan pantolon, benim üstümde boyfriend tarzında durmuştu. Sütyenim olmadığı için, getirdiği siyah düz tişörtü üstüme geçirdiğimde kendimi garip hissettim.

Tişörtün önünü, pantolonun bel kısmına sıkıştırıp kendimce düzelttim ve sonunda hazırdım. Aynadaki yansımama daha dikkatli bakıpta gözlerim ile dudaklarımın şişmiş, yüzümün çökmüş olduğunu gördüğümde bakışlarımı kendimden çekip banyodan çıktım.

Odada kısa bir göz gezdirip bana ait olan botlar ile montumu alıp odadan çıktım. Merdivenleri inerken Jackson'ın büyük siyah deri koltuklarda oturmuş telefonuyla uğraştığını gördüm. Montumu ve botlarımı bulduğum ilk müsait yere koyup yanına yürüdüğümde bakışları otomatik olarak beni buldu.

Gözleri vücudumda kısa bir tur attı, ardından ifadesiz bir yüz ile telefonuna dönüp ekrandaki uygulamayı kapattı ve telefonu kilitleyip cebine attı.

"Acıkmışsındır. Yemek hazırlattım."

"Teşekkür ederim ama gerek y-"

"Yalnız yemek yemeyi sevmem. Beraber yiyelim." dedikten sonra yerinden doğruldu ve mutfağa doğru yürümeye başladı.

Peşi sıra onu takip edip masaya oturdum. Masaya yayılmış birkaç çeşitte yemek, mezeler ve önümde tepeleme duran pirinç kasesi yüzünden şaşkınlık dolu bir ifade ile ona baktım. Bakışlarımı yakalayıp sırıttı ve omuz silkip çubuklarını alıp yemeye başladı.

Başımı iki yana sallayıp güldüm ve ben de çubukları alıp kimçi tabağına uzandım ve pilavımın üstüne bir parça kimçi alıp çiğnemeye başladım.

Yemeğimizi yedikten sonra birlikte evin bahçesinde yürüyüşe çıktık. Jackson'ın evi gerçekten büyüktü. Çiftliği andırıyordu ve bu yüzden Seul'ün biraz dışındaydı. Şehirden uzak olduğu için havası bile güzeldi.

İkimiz de sessizdik. Biraz daha yürüdükten sonra, "Ben artık gideyim." diye mırıldandım.

Adımları durdu. Bakışlarını gözlerime dikti ve derin bir nefes aldı.

"O eve dönmeni istemiyorum."

Bakışlarım ellerime düştü. "Orası benim evim. Başka gidecek yerim de yok zaten."

Bir şey söylemedi. Birkaç saniye daha suskunluğunu koruduğunda bakışlarımı ona doğru çıkarttım.

"Kendi kendine ayakta durabilen bir kadın olduğunu biliyorum. İstersen oradan çıkıp sokakta bile olsa kendi başına kalabileceğini biliyorum ama... Ama bırak bu sefer sana yardım edeyim."

Birkaç adım atıp önümde durdu.

"Sana bir söz verdim. O sözü tutmak istiyorum."

Kaşlarım dediklerini anlamaya çalışırken çatıldığında, gülümsedi.

"Artık onu sevmemeni sağlayacağım."

•

Oops! This image does not follow our content guidelines. To continue publishing, please remove it or upload a different image.
Amnesia | Jackson WangWhere stories live. Discover now