Gülnihal kendine gelmeye başlayınca gözlerinin ve ağzının bağlı olduğunu fark etti. Sonra ise arkadan bağlı olan bileklerini. Başında hala güçlü bir ağrı vardı. Ve olup biteni anlamış değildi. İstemsizce ellerini kurtarmaya çalıştı fakat başarılı olamadı. Küçücük bir boşluk bile yoktu. O kadar sıkı bağlanmıştı ki bırakın kurtulmayı, o an sadece kangren olmamak için dua etti. Nefesi garip ve kesikti. Bağırmaması için ağzına iki katlı bir bez bağlanmıştı. Ne olup bittiğini anlamaya çalışarak geçirdiği bir kaç dakika sonra beynindeki nöronlar normal şekilde çalışmaya başlamış olacak ki, kaçırıldığını anladı ve paniğe sürüklenmemek için kendine telkinlerde bulunmaya başladı..

"Sakin olmak zorundasın Gülnihal. Senin düşünmek zorunda olduğun bir bebeğin var artık. Sakin ol!" Evet artık kendinden önce düşünmesi gereken bir can vardı. Kendinde, içinde.. Henüz onu hissedemese de orada olduğunu biliyordu. Ve bu onun için yeterliydi. Onu korumalıydı.

Biraz düşündükten sonra yaşadığı sarsıntıdan bir fayton da olduğunu anlamıştı. Keşke nerede olduğunu da anlayabilseydi. Ama hiç bir şey belli olmuyordu. At nallarının çıkardığı ses haricinde bir ses de duyamıyordu. "Allah'ım" dedi içinden "Bana yardım et, güç ver, koru. Senden başka kimse bana yardım edemez"

"Kımramayı kes!"

Bu ses diye düşündü Gülnihal. Ve tam o sırada yine aynı yerdeki aynı şiddetli acı ile sarsıldı. Beyni sallandı adeta. Akabinde zihni karıncalanmaya başladı ve film koptu. Tüm bunlar yaklaşık 10 ila 15 saniye kadar sürmüştü. Bayıldı yeniden oracıkta.

İkinci ayılması ise asla aklına gelmeyecek bir yerde gerçekleşti.. Başı ağrıyor, beyni korkunç şekilde zonkluyordu. Acıyla inledi. İlk etapta tam olarak doğrulamadı. Sonra tekrar denedi ve tüm acısına rağmen oturur pozisyona geldi ve bacaklarını kendine doğru çekip sırtını nemli duvara dayadı. Islak ve pis kokan zemin nedeniyle kıyafeti tiksinç bir hale gelmişti. Gözlerini etrafta gezdirdi. Dört duvar ve oldukça yüksekte minicik bir pencere bulunuyordu. Burası nasıl bir yer, diye geçirdi içinden. Sonra kendi mizacı gereği iç sesi betimledi ortamı 'Kötü cadının şatosunda esir olarak tutuluyorsun' Gülnihal acıyla gülümsedi. O halde bile saçmalıyor olması sinirlerini bozmuştu.

Bacaklarını biraz daha kendine çekti üşüyor olduğunu fark etmeden. "İnsan burada, bu pis yerde çürür, imkanı yok sağ çıkamaz" dedi. İçinde bulunduğu durumu yavaş yavaş idrak etmeye başlamasıyla birlikte ve derince nefes aldı. Leş gibi rutubet kokuyordu. Birazdan ortalıkta oynaşan lağım fareleri görse şaşırmazdı, emindi.

Her şeyden öte korkuyordu da. Neyle karşılaşacağını bilmiyordu. "Yusuf" diye mırıldandı. "Beni hep kokumdam tanıdığını söylerdin. Bu kez kokumdan bul beni ne olur. Korkmuyorum"

O an ne çok ihtiyacı vardı ona. Yanında olması bile Gülnihal'i bütün kötü krallardan, cadılardan, canavarlardan ve doğa üstü varlıklardan korumaya yeterdi. Sadece kendini bir masal karakteri varsayıp, Yusuf'u düşünerek sakinleşmeye çalıştı. Başka türlü altından kalmayacaktı sanki. İnanıyordu ki Yağız atlı korkusuz şövalyesi gelip, onu o korkunç şatodan kurtaracaktı. Yada mahzenden. Evet orası kesinlikle bir mahzendi.

Başını olumsuz anlamda sallayıp gerçek dünyaya döndü ve ayağa kalkıp odanın demir kapısına doğru ilerledi. Oda da denilemezdi ama neyse. Kapıda pencere yerine demir parmaklıklar vardı. Tamamen yaklaşıp yüzünü dışarı doğru uzatıp baktı. Önünde neredeyse karanlığa yakın upuzun bir koridor gözüküyordu. Ve tavandan beton zemine damlayan suyun çıkardığı ses haricinde bir ses yoktu. Ürktü küçük bir serçenin kalbi gibi göğüs kafesini zorladıkça zorladı kalbi.

Pişmanlığı çığ gibi büyüyüp üzerine düştü. Başına bunların geleceğini bilse asla evden dışarı çıkmazdı. Tabi bir de Yusuf'tan sakladıkları vardı. Bahçe de gördüğü adamı, sonra yolda önünü kesen adamı söylememişti ona. Aslında o ikisinin aynı kişi olduğunu da biliyordu. Hata ettiği gün gibi ortadaydı. Ve artık ne yazık ki bunların bir önemi kalmamıştı.

"Dövünmenin faydası yok Gülnihal, her şey için çok geç" diye mırıldandı. "Bunların olacağını hesaba katmalıydın!" Sonra ilerleyip tekrar ıslak ve soğuk yere oturdu. Eline karnına koyup yalvardı rabbine 'onun' içinde yaşamaya devam edebilmesi için. "Eğer o da giderse artık dayanamayacağım Allah'ım ne olur onu bana bağışla, benden gitmesine izin vetme" Yakarışı kendi ciğerini de yaktı.. Her şey ne zor, ne katlanılmazdı. Dayanma yetisi giderek azalıyordu.

Aradan kaç saat geçmişti bilemedi Gülnihal. Kulağına ulaşan tok topuk sesleri ile gözleri zar zor açıldı. Bütün vücudu soğuktan kasılmıştı. Berbat hissediyordu. Pis, ıslak ve kokmuş. Kollarını daha çok kendine bastırdı. Biri yada birilerinin geldiği aşikardı. Neyle karşılaşacağını bilemediği için heyecan ve korku sentezli bir his ile burun buruna geldi. Yaklaşık 30 saniye sonra demir kapı anahtar sesi ile usulca açıldı. Küçük pencereden içeri sızan ay ışığı ortamı aydınlatmaya yetmediği için gözlerini kısıp baktı Gülnihal. Biri iri yarı bir adamdı anlaşılan hemen yanında duran ise bir kadındı.

"Hoş geldin" yüzleri seçemese de duyduğu sesi tanıdı Gülnihal. O zehirli sesi nasıl tanımazdı ki zaten.

Topuk sesleri o korkunç mekanda ardı ardına tok tıkırtılar çıkarırken daha çok yaklaşıp Gülnihal'in bir metre kadar önünde durdu kadın.. Gülnihal ise şaşkınlıktan neredeyse dilini yutmak üzereydi..

"Sen" diye bildi. Cılız sesi eşliğinde.

"Evet ben" dedi kirli ve bir o kadar kibirli çıkan sesi ile Elena. Devam etti;

"Sana benden korkman gerektiğini, hatta benden köşe bucak kaçman gerektiğini söylemiştim küçük şey. Ama sen beni dinlemedin. Ayağıma bağ olmaya devam ettin. Hayatımızdan çıkıp gitmedin"

Açılan diline öfkesini sarıp kendi etrafını kuşattı Gülnihal "İlk intiba olarak senin iyi birini olmadığını anlamıştım ama görüyorum ki yanılmışım. Sen çok daha öte bir şeysin.. Hastasın! Hem de hekimlerin çare bulamayacağı türden bir hasta. Ama senden korkmuyorum. Bakalım Yusuf beni bulduğunda ne yapacaksın. Köşe bucak kaçması, girecek delik araması gereken kişi de sensin, başkalarının hayatına pislik gibi bulaşan da! Defol git hayatımızdan artık"

Öfke ile gülümsemeye çalıştı kadın.. Duymak istediği şeyler bunlar değildi. Bir yalvarma, korku ile ayaklarına kapanma falan olması gerekiyordu. Artan öfkesi nefretini kamçıladı. Acıma duygusunu yitirmiş bir avcının avına baktığı gibi baktı Gülnihal'e..

"Çok güzelsin dedi.. Tıpkı kardeşin gibi.. Ama maalesef güzelliğinizi artık kimse göremeyecek. Tıpkı onlar gibi sen de bu mahzende çürümeye layıksın"

Bütün harfler, kelimeler havalanıp Gülnihal'in zihninin içinde uçuşmaya başladılar o an... Toparlayamadı, anlayamadı...

"Nasıl" diye bildi çatlak çıkan sesi eşliğinde, o kadının önünde ağlamamak için kendine gem vurmaya çalışırken.. Başka hiç bir şey söyleyemedi. Baktı kaldı gözlerinin içine zaferle bakan kadına...

Güz Sancısı (Beyzadeler Konağı)Nơi câu chuyện tồn tại. Hãy khám phá bây giờ