10.Bölüm

1.2K 120 13
                                    

Uyuyan annemin elini tuttum. Ateşi izleme odasında bayıldığından beri iki gün geçmişti. Arada uyanmıştı ama hâlâ iyi değildi. Güçleri kullanabiliyor mu diye deneyememişti bile. Deneyecek gücü olmadığını görebiliyordum. Yüzü daha beyaz geliyordu artık bana. Babama baktım. O da uyuyordu. Cadı onlara ne olduğuna dair bir şey bulamamıştı. Sıla gelip yanıma oturunca ona bakmadım çünkü annemden gözlerimi ayırırsam ölecekmiş gibi geliyordu. Ona bakabildiğim kadar bakmalıydım.
"Cadı seninle konuşmak istiyor."
Yutkundum. Belki de onların öleceğini söyleyecekti. Eskiden Berk'in öldüğünü söylediği gibi. Sıla da denemişti onları iyileştirmeyi ama olmamıştı. Sıla'ya bakmadan başımı salladım. Salona çıktığımda Deniz ve Eylül'ün bana hüzünle baktıklarını gördüm. Herkes üzgündü. Annemle babam onların da ailesiydi çünkü. Çoğunun ailesi onları farklı diye istememişti ama annemle babam onlara sahip çıkmıştı. Birkaç kişinin gözlerini sildiğini gördüm. Merdivenlere yöneldim. Berk yukarıdan iniyordu.
"Nereye gidiyorsun?" Dedi. Sesine umutlu bir ton katmaya çalıştığını anlayabiliyordum ama üzgündü. Onu tanıyordum.
"Cadının yanına gideceğim," dedim düz bir sesle. Nefesini sıkıntıyla geri verdi. Elimi tuttuğunda benimle geleceğini anladım.

Cadı, masasında oturuyordu. Önünde büyük kitap açıktı. Bir şeyler okuyordu durmadan.
"Gel, Derin. Ve... Berk. Sana sormam gereken şeyler var. Şu siyah, beyaz ve kırmızı maddeler hakkında. Labaratuvarda onlar hakkında başka bir şey duyduğunu hatırlıyor musun?"
Dudağımı ısırdım. Berk'in haberi yoktu. Gizli gizli zamanda yolculuğa çıkıp mavi gözlü adamın labaratuvarını izlediğimi bilmiyordu.
"Evet, Derin. Anlat bakalım. Neler duydun?"
Çok bozulmuştu. Ondan bir şey saklamamdan nefret ederdi. Ağlamamaya çalışıyordum.
"Ne anlattıysam o oldu. Daha sonra izlemedim. Ne olduklarını bilmiyorum. Onlarla alakalı olabilir mi?"
Cadı başını salladı.
"Bundan eminim. Eğer nasıl oluştuklarını öğrenebilirsek onları etkisiz hale getirebiliriz. Bunu öğrenmemiz gerek. Derin sen öğrenebilir misin?"
Boğazımı temizledim.
"Ailem için her şeyi yaparım."
Odadan çıktım. Berk yatakhanesine yönelince kolunu tuttum. En azından açıklama yapmalıydım.
"Ben sadece mavi gözlü adam yok oldu mu diye emin olmak istemiştim. Biliyorsun şu not. Şüphelerim var ve..."
"Açıklama yapmana gerek yok. En baştan söylemediğin şeyleri sonra öğrensem ne fark eder ki? Cadı bile biliyormuş. Eminim ki bütün okul biliyordur. Onlarla birlikte öğrenirsin yok olup olmadığını."
Kaşlarımı çattım.
"Ne demek istiyorsun? Seni tehlikeye atmak istememiştim. Gidiyorum desem sen de gelirdin ve yakalanabilirdik. Eğer yakalanırsak o zamana hapsoluruz ve aynı günü yaşarız." Eline dokundum ama elini geri çekti.
"Özür dilerim. Belki de söylemeliydim. Emin olamadım."
Gözlerini kıstı. Bir şey hatırlamış gibi beni geri itti.
"Ölüm perisini de gizli işler çevirirken gördün değil mi? Bana dolaştığını söylemiştin. Yalan söyledin bana!"
Derin bir nefes aldım.
"Seni korumak istedim. Berk lütfen. Çok üzgünüm. Beni anlaman gerek," dedim gözlerine bakarak. Bana öfkeyle baktı.
"Anlamıyorum. Bir süre konuşmayalım. Bu yaptığını sindirmem gerek."
Son kelimeleri tıslayarak söylemişti. Sanki çok kötü bir şey yapmışım gibi. Sinirlenme sırası bendeydi.
"Hadi ama. Çok kötü bir şey yapmışım gibi davranmayı kes artık. Alt tarafı gizlice labaratuvarı gözetledim. Birini öldürmedim ya!"
Cümlem bitince yaptığım hayatı anladım ama çok geçti. Berk hayal kırıklığıyla bana baktı. Yatakhaneye girip kapıyı kıracakmış gibi kapattı. Pencerenin pervazını yumrukladığını gördüm.

Eylem, gözümden akan yaşı sildi. Ağlamamı durduramıyordum. Berk'in en hassas olduğu konu öldürdüğü kızdı ve ben yine ona hatırlatmıştım. Nasıl ağzımdan kaçmıştı? Öfke beni mahvediyordu.
"İstersen birlikte zamanda yolculuk yapabiliriz. Maddelerin nasıl oluştuğunu öğrenebiliriz. Ağlama artık. Her şey zamanla düzelir."
Başımı iki yana salladım.
"Düzelemeyecek şeyler söyledim galiba. Nasıl kaçırdım ağzımdan bilmiyorum."
Elini omzuma koydu.
"Önce ailen düzelsin. Sonra her şey düzelecek. Eminim bundan."
Ayağa kalktık. Maddelerin nasıl oluştuğu önemli bir konuydu ve zamanda yolculuğun asıl sahibinden başkasıyla gidemezdim. Gözlerimi açtığımda laboratuvarın yanındaydık. Güneş batmak üzereydi. Eylem'le görüntümüzü şeffaflaştırdık. Pencerenin önüne geçtik. İçerde mavi gözlü adam ve Atlas vardı.
"Bunlar ölüm perisinden aldığımız güçle yapıldı. Vampirler yaptı. Etkili hale getirdiğimizde bütün güçleri çalabilir." Dedi Atlas. Yutkundum. Annemin ve babamın güçlerinin gitmeye başlaması bu yüzden miydi?
"Çalışması için mavi ışık gerekli. Tam olarak tüketmeyin sakın. Yok etmenin tek yolu ölüm perisindeki panzehir."
Eylem'e baktım. Dikkatle dinliyordu. Konuşmaları bitince ölüm perisinden aldıkları gücü öğrendik. Hiçbirimizde yoktu. Ölüm perisine muhtaçtık. Eylem'e döndüm.
"Şimdiki zamana dönüp mavi ışık kalmış mı diye öğrenelim mi?" Dediğimde yanımızda Sıla belirdi.
"Ben laboratuvarın her yerini biliyorum. Birlikte arayalım," dediğinde gülümsedim.

Sise dönüşüp her odaya girdik. Güçlerimi başkalarına da yansıtabiliyordum artık. Büyük bir odaya girince Sıla durdu. Anılarını hatırladığını anlamıştım. Dolapları sisten elimle açtım. Hepsi boştu. Eylem diğer odalara bakıyordu. İyice karanlık çöktüğünde Eylem'in yanına gittik.
"Yakalanabiliriz. Dönelim artık. Vampirleri görmüştüm geçen sefer burada. Anlaşmayı bozduğumuzu iddia edebilirler." Dedim. Tam çıkmak üzereyken Sıla gizli bir bölmeyi açtı. Bir süre baktı ve dışarı çıktık. O bölme mavi ışığın saklandığı bölmeymiş ve boş olduğuna göre mavi ışık büyük ihtimalle artık yokmuş. Tabi başka bir laboratuvar yapılmadıysa. İhtimallerden nefret ediyordum. Okula varınca revire yöneldim. Biri kapıyı açtı. Annem ve babam yataklarında oturuyorlardı. Onlara her şeyi anlatmak isterdim ama bana kızacaklarından emindim.
"İyi hissediyor musun?" Dedim anneme bakıp. Gülümsedi. Elini havaya kaldırdı ve ateşten bir kalp oluşturdu. Kalbin yanına ikinci bir kalp oluştuğunda arkama baktım. Babamın elinde ateş kalıntıları vardı.
"Bir çeşit hastalık geçirdik sanırım. Halsizliğimiz yüzünden güçlerimizi kaybettiğimizi sandık. Güçlerimiz yerinde ve iyiyiz," dediğinde rahatladım. Maddelerle alakası yoktu o halde. İkisine de sarıldım.

Yemekte Berk yoktu. Belki de benimle karşılaşmamak için gelmemişti. Aramızın bozuk olmasından nefret ediyordum. Annemle babam iyileşmişti ama şimdi de Berk yoktu. Kendimi iyice toparlayıp karşısına çıkacaktım. Cadının yanına gitmeye karar verdim. Ölüm perisi konusunu öğrenirsem belki Berk'i nasıl tanıyabildiğini de öğrenirdim. Odasına girip karşısına oturdum.
"Üzgünsün. Ailen iyileşti ama kalbin kırık değil mi?" Dediğinde gözlerim doldu. Ağlamamak için yukarı baktım. Konuyu değiştirmem gerekiyordu.
"Ölüm perisinin panzehiriyle yok olurmuş maddeler. Bundan ne anlıyorsun? Ölüm perisini nasıl bulabiliriz? Bize yardım eder mi?"
Boynundaki tüylü kolyeyi düzeltti.
"Kendi isteğiyle gelebilirler. Çağırmanın yolu yok diye biliyorum. Yardım etmeyi istemeleri lazım ki gelsinler."
Kaşlarımı çattım.
"O zaman mavi gözlü adam ve tayfası nasıl buldu onu? Mutlaka bir yolu olmalı. O ölüm perisini tuzağa düşürmüş olmalılar. Onu çağırdılar ve yakaladılar. Bundan eminim. Kötü insanlara neden yardım etsin ki? Onu çağıracağım ve Berk'i nereden tanıdığını soracağım. Ben..."
Cadı ayağa kalktı. Yanıma geldiğini bir çeşit buharın içinden görüyor gibiydim.
"Derin? Rengin soldu. İyi misin?" Dedi sanırım. Dedikleri uğultu gibiydi. Anneme ve babama olan bana da mı oluyordu? Hemen güçlerimi denemeliydim. Odaklanmaya çalışıyordum.
"Güçlerini deneme! Derin, dur! Sana ne olduğunu bilmiyoruz."
Nefesim kesilir gibi olunca kolunu tuttum. Vücudumdan yayılan mor ışık ikimizi de sardı.

Uyuyor muydum? Bilincim açık mıydı? Neredeydim? Büyük bir güç sarf ederek gözlerimi açtım. Cadı yanımda yerde gözleri kapalı bir şekilde yatıyordu. Etrafıma bakındım. Açıklık bir alandaydık. Çimenlerin üzerindeydik. Cadıyı sarstım. Kalkıp oturdu.
"Geceydi ama şimdi gündüz. Zamanda yolculuk gücünü mü kullandın? Hemen geri dönelim."
Başımla onayladım. Benim için çok kolay bir şeydi. Cadının yanına gidip odaklandım. Olmuyordu. Elimden ateş çıkarmaya çalıştım. Yapamıyordum. Cadının zihnini okumaya çalıştım. Bomboştu. Üzerimden geçen kuşla konuşmaya çalıştım. Olmuyordu. Hiçbir gücümü kullanamıyordum. Annemle babam gibi olmuştum. O hastalık bana da bulaşmıştı.
"Yapamıyorum. Sen bizi götürebilir misin? Nasıl olsa cadısın. Yapabilirsin değil mi?" Dediğimde dudağını ısırdı.
"Yapamam. Öyle bir gücüm yok. Burada kapana kısıldık. Bizi nasıl bulacaklar? Belki Eylem bulur."
Eylem bulamayabilirdi çünkü nerede olduğumuzu bilmiyordu. Zamanda yolculuğa çıktığımızı bile bilmiyordu. Tekrar odaklanmaya çalıştım. Buraya gücümle gelmiştim. Şimdi neden olmuyordu ki? Cadı boynundaki kolyeyi kullanmayı denedi. O da çalışmıyordu. Sanki güçlerin etkili olmadığı bir yerdeydik. Aklıma zamanda kapalı kaldığımda neler yapmam gerektiğini getirmeye çalışıyordum. Acaba bu zamanda ölsek kendi zamanımızda uyanabilir miydik? Ya normalde de ölürsek? O kadar çaresizdik ki oturup güçlerimin gelmesini beklemekten başka yapacak bir şeyimiz yoktu. Cadının koluna girdim. Sürekli buradan kalmaktan korkmaya başlamıştım. Bir daha diğerlerini hiç göremeyebilirdik. Gökyüzüne bakıp iç geçirdim. Uçma gücümü kullanabilseydim belki bir çıkış yolu bulabilirdik. Düşüncelerim tanıdık bir sesle bölündü.
"Biz de tam seni bekliyorduk Derin. Bizi fazla bekletmedin. Yanında getirdiğin kız da hiç fena değil."
Cadının yanında kabarık siyah saçlı, siyah rujlu, yüzünde kuru kafa dövmesi olan tuhaf bir kadın belirdi. Cadıyı kokladı.
"Bir cadı," dedi memnuniyetle. Bana bakıp konuşan adama baktım. Siyah giysisinden sadece gözleri görünüyordu. Mavi olmaması içimi rahatlatmıştı ama beni tanıyordu ve bu rahatsız ediciydi. Güçlerim olmadan onlardan nasıl kurtulacağımızı hiç bilmiyordum.

Kıvılcımların Dansı-IIWhere stories live. Discover now