3.Bölüm

1.9K 165 21
                                    

Kimsenin olmadığı yatakhanede kitap okumaya çalışırken aklımı kitapta yazan cümlelere veremiyordum. Melisa'nın akıl hastanesine yatırılması beni çok sarsmıştı. Hem kendi kötü hatıralarımı yeniden yaşamış gibiydim hem de Melisa'nın bu hale gelmesi beni çok üzmüştü. Onu hiç sevmeyen birinin yüzünden. Açıkçası Sarp'ın birini sevebileceğini hiç düşünmemiştim. Beni sevdiğini söylediğinde de pek inanmamıştım. Melisa umrunda bile değildi. Sarp'la konuşmak için bahaneler bulurdu ama Sarp, Melisa sanki görünmezmiş gibi yanından geçip giderdi. Beş altı kez ateşi izleme odasında Melisa yanına oturunca kalkıp başka bir yere oturduğuna tanık olmuştum. Melisa asla vazgeçmemişti. Sarp öldüğünde bile. Her gün pencereden onun gelmesini bekledi. Söylemese de anlıyordum. Günlüğüne her gün bir şeyler karalıyordu. Belki de Sarp'a yazıyordu her gün. Kitabımı kapatıp Melisa'nın dolabına yaklaştım. Bu yanlış bir şeydi ama çok merak ediyordum. İlk çekmeceyi açınca solmuş bir gülle karşılaştım. Elime aldığımda kırmızı taneleri siyah pantolonuma döküldü. Parmaklarımı hareket ettirerek gülü eski haline getirdim. Kokusunu içime çektim. Çekmecede solacaktı ama Melisa gelene kadar onun koyduğu yerde durmalıydı. Geleceği gün yine eski haline getirecektim. Çekmecedeki defteri aldım. İlk sayfasını çevirdiğimde karşıma sarı saçların çevrelediği yeşil gözler çıktı. Sarp'ın resmini çizmişti. Altına yazdıklarını okumaya başladım.
"Kağıda çizdiğim gözlerinin bir kez gözlerime bakmasını isterdim. Bir kez benimle konuşmanı. Bağırsan, git başımdan desen bile sevinirdim;çünkü benimle konuşmuş olurdun. Okula ilk geldiğim gün çok hastaydım. Üvey abim beni öldüresiye dövmüştü. Üvey babamla birlikte. Erkeklerden nefret ediyordum. Duymuştun çünkü gözlerimi aralayabildiğim o kısa anlarda yeşil gözlerinin üzerimde olduğunu gördüm. Sen benim yaşama tutunma sebebimdin. Artık yoksun ve ben ruhumun yok olduğunu hissediyorum. Seni uzaktan izleme şansım da senin dokunmayı hayal ettiğim bedenin gibi parçalanıp yok oldu. Bugün de pencereden birlikte oturduğumuz banka baktım. Yanımda hiç konuşmadan oturmuştun ve ben ağlıyordum. Elimi tuttuğunda zamanın içine hapsolmak istedim. Beni önemsediğini düşündüm ama bu hayatımdaki en acı şeydi. Sen orada bana mavi ışık verdin. Biliyor musun? Beni sevmen uğruna kötü olmaya da razıydım."
Son kelimeyi okuyunca ağladığımı fark ettim. Ağlıyordum çünkü onları bankta görmüştüm. Melisa çok mutluydu. En sevdiği oyuncağıyla oynayan bir çocuk gibi mutluydu.
"Test çözeceğiz. Derin?"
Gözyaşlarımı hızla sildim. Eylem elinde test kitabıyla bana bakıyordu.
"Melisa gidince kötü oldum da. Geliyorum," diye geçiştirdim. Eylem gizli yapılan şeylerden hiç hoşlanmazdı. Onu takip edip büyük salona girdim. Neredeyse herkes oradaydı. Berk'in yanına oturdum. Matematik problemi çözüyordu. Soruyu inceledim.
"Bir türlü sonucu bulamıyorum. Bulduğum sayı şıklarda yok," dedi bıkkın bir ses tonuyla. Gözlerimi kısıp inceledim.
"Toplamayı yanlış yapmışsın," dedim kalemi elinden alıp. Sonucu hemen bulmuştum. Berk güldü.
"Matematiğim hiçbir zaman çok iyi olmadı zaten. Birlikte coğrafya testi çözecektik," dediğinde gözlerimi devirdim. Ben de coğrafyadan hiç anlamıyordum. Yetimhanede büyüyen biri için dağlar, ovalar çok fazla hayal ürünüydü. Kitaplarda adlarını duyuyordum. Test kitabımı isteksizce açtım. Yapamadığım bir sürü soru vardı. Berk kalemi eline aldı ve anlatmaya başladı. Kendimi soruya odaklamam çok zordu çünkü ses tonu yüzüne bakmaya zorluyordu. Soru bitince aklını okudum. Dışarda benimle dolaşmak istiyordu. Gülümsedim.
"Anladın mı?" Dedi şüpheyle. Hızla başımı salladım.
"O zaman diğerini sen yap."

Nihayet sorularım bittiğinde yemek saati gelmişti. Yaklaşık üç saat yerimizden kalkmamıştık. Arada Berk'e matematik ve geometri de anlatmıştım. Birbirimizi tamamlamız güzeldi. Test kitabını bıkkınlıkla kapattım. Sınav bir an önce bitse de kurtulsam diye her gün düşünüyordum. Berk üzerini değiştirmek için yukarı çıkınca ben de dışarı bakmaya başladım. Babam ellerini cebine sokmuş gökyüzüne bakıyordu. Yanına gitmeye karar verdim. O benim babamdı ama hâlâ bir yabancıymış gibi hissediyordum. Çocukken bana bisiklete binmeyi öğretmemişti. Birlikte doğum günümü kutlamamıştık. Kendimi güçsüz hissettiğimde,bütün o uyuyamadığım gecelerde,bir babam var ve o beni her şeyden koruyabilir diye düşünmemiştim. Ürkek adımlarla yanına yaklaştım. Esen rüzgar parfümünün kokusunu burnuma getirdi. Babamın kokusu... Boğazıma bir şey düğümlenmişti sanki. Onun babam olduğunu öğrendiğim günden beri ilk kez yalnız kalıyorduk. Sanki bir ses duymuş gibi bana döndü.
"Ben... Seni yalnız görünce yanına gelmek istedim. Belki konuşuruz diye," diye geveledim. Çok komik göründüğüme emindim. Babam gülümsedi ve bana sarıldı. Başım siyah tişörtünün üzerindeyken gözyaşlarımın akmasına izin verdim. Mutluluktan ağladığım nadir anlardan biriydi.
"Seni ilk gördüğümde o kadar küçüktün ki kötülüklerle dolu bu dünyada nasıl hayatta kalacak bu kız diye düşünmüştüm. Annen gibi kahverengi saçların vardı. Minik eline dokunmuştum ve parmağımı sıkmıştın. Sanki baba ben çok güçlü bir kız olacağım demiştin bana. Bizimle bir ay kalabildin. Vampirler şüphelenmeye başlamıştı. Seni yetimhaneye bırakırken gözyaşım bir an bile dinmedi. Annen güçlüydü. O da seni yetimhane görevlisine verirken gözyaşlarını tutamadı."
Yutkundum. Bu sözler acı veriyordu. Babamdan ayrılıp göz yaşlarıyla karışık gülümsedim.
"Kötü şeylerden bahsetmeyelim baba. Güzel şeylerden konuşalım," dediğimde gururla gülümsedi.
"O zaman sana bir sır vereyim. Her doğum gününde kırmızılar içinde yetimhaneye gelen palyaçoyu hatırlıyor musun?" Dedi göz kırparak. Hatırlıyordum. Bana her yıl başka bir hediye verirdi. Başımı salladım.
"O palyaço bendim güzel kızım. Sana böyle ulaşmaya çalışıyordum. Annen de seni gizlice izliyordu. Çizdiğin resimleri hep bir ablanın aldığını söylüyorlardı sana değil mi? Hepsini annen alıyordu."
Elimi oynatıp yerdeki papatyalardan bir taç yaptım.
"Bu annem için," dedim gülümseyerek. Pantolonumun cebinden kırmızı keçeli kalemimle babamın burnunu boyadım.
"Bu da iyi kalpli palyaçom için," dediğimde kahkahalarımız birbirine karıştı.

Patates püremi yavaşça çiğnerken masada oturanları süzüyordum. Deniz ve Eylül bir şey hakkında konuşuyorlardı. Sedef yemeğe odaklanmıştı. Hayal ve Eylem telefonla uğraşıyorlardı. Sağ arka taraflardan futbol konuşmaları geliyordu. Bakışlarımı sol çaprazıma çevirdim. Melisa'nın sandalyesi boştu. Yemeğimi yutup oraya uzun süre baktım.
"Melisa'yı düşünüyorsun değil mi?"
Berk'e bakıp başımla onayladım. Çatalını masaya bıraktı.
"İstersen gidip onu görebiliriz. Belki diğerleri de gelmek ister."
Ona gözlerim parlayarak baktığında burnuma patates püresi sürdü.
"Neden sana her gözlerim parlayarak baktığında burnuma bir şeyler sürüyorsun?" Dedim kızmış gibi yaparak. Dudağı yukarı kıvrıldı.
"Bana öyle baktığında kalbim boğazımda atıyor. Komik görünürsen sakinleşirim diye düşünüyorum."
Ne diyebilirdim mi? Berk, kalbimi kazanmayı her zaman çok iyi biliyordu.

Güzel bir rüya görüyordum. Annem, babam, Sıla ve ben güzel bir evde yaşıyorduk. Berk'in evi de yürüme mesafesindeydi. Birlikte sahile inmiştik. Biraz garipti ama Berk' le kumsalda dans ediyorduk. Kimse tuhaf tuhaf bakmıyordu ve tamamen özgür hissediyordum. Sonra hep birlikte yüzmeye başladık. Berk bana su attığında kulağıma bir ağlama sesi geldi. Etrafıma bakınırken her şey silindi ve uyandım. Gözlerimi açmadım çünkü rüyanın devam etmesini istiyordum. Belki de ağlama sesi rüyaya aitti. Yatakta kıpırdanıp diğer tarafa dönmeye hazırlanırken yine o ağlama sesini duydum. Alt ranzadan geliyordu. Yani Sıla'dan. Kalkıp yere indim. Kabus görüyordu. Uyandırmak için koluna dokundum.
"Lütfen... Bırak beni. Yapma. Hayır. Bırak. Ne istediysen yaptım."
Galiba yaşadığı kötü bir anı tekrar görüyordu. Kolunu iyice tutup sarstım. İrkilerek uyandı. Ter içinde kalmıştı. Gözlerini kısıp yüzüme baktı.
"Abla... Rüya mıydı? Şükürler olsun."
Yanına oturdum. Alnına yapışmış saçlarını düzelttim. Gözlerinde hâlâ korku vardı.
"Rüyanda sayıkladın. Bırak beni, ne istediysen yaptım dedin. Kimdi o?"
Yere baktı. Yalan söyleyemezdi çünkü zamanda yolculuk gücünü kullanıp kendim görebilirdim.
"Bana işkence yaptı. Psikopat biriydi. Andromeda yani mavi gözlü adamın en yakınıydı. Sarp ta onun oğluydu."
Kaşlarımı çattım. O adam ölmüş müydü? Hatırlamıyordum.
"Öldü mü?" Dedim korkuyla. Ağlamaya başladı.
"Sen mavi ışığı yok edince düzeldim. Dediğim gibi mavi gözlü adamın labaratuvarını yok ettim. Mavi ışık cihazları vardı. Atlas yoktu. Kendilerine mitolojik isimler koyuyorlardı. Öldü mü bilmiyorum. Mavi ışık yok olunca o da iyi biri olmuş mudur bilmiyorum. Çok korkuyorum abla."
Bu canımı sıkmıştı. Ya Atlas saçma intikam oyunlarına başvurursa ne yapardık? Derin bir nefes aldım.
"Vampirlerle ateşkes yaptık. Atlas belki de vazgeçmiştir. Vazgeçmeseydi ateşkese izin vermezdi. Hem mavi ışık ta yok artık."
Başını salladı. Yine yanına yattım. Sarılarak uyumak ikimize de iyi geliyordu.

Hava yağmurlu olduğu için yatakhanedeki pencerenin pervazında oturuyordum. Yetimhanedeyken de böyle dışarı bakar hayal kurardım. Annem ve babam beni alıp evimize götüreceklerdi. On dört yaşına geldiğimde bu hayalden vazgeçmiştim çünkü hayat hayallerdeki gibi değildi.
"Düşünceli görünüyorsun Derin."
Arkama baktım ama kimse yoktu. Önüme döndüğümde benekli kırmızı vücudunu gördüm. Bir uğurböceğiydi.
"İşler biraz karıştı. Arkadaşım akıl hastanesine yattı. Dün gece Atlas adında kötü bir adamın yaşıyor olabileceği ihtimalini öğrendim. Bir de ateşten oklar meselesi var."
Uğurböceği elimde ilerledi. Bir çeşit dans ediyor gibiydi. Gülümseyerek izliyordum.
"Bu neydi?" Dediğimde durdu.
"Sana uğur getirsin diye yaptım. Kötülükler uzak dursun senden."
Yavaşlayan yağmur tanelerinin arasında uçarak gözden kayboldu. Dediklerinin gerçek olmasını bütün kalbimle diliyordum.

Kıvılcımların Dansı-IIWhere stories live. Discover now