Bölüm 1

515 97 405
                                    


"Eğer bu dünyada var olan her şeyi seversen, yaşadığın ve başına gelen her şey daha az acı verir."

Sonbaharın son haftalarında havanın hafif soğuğuyla balkonda oturmuş kupamdaki kahvemi yudumluyordum. Bir yandan da ben küçükken babamın her fırsatta söylediği bu cümleyi düşünüyordum. Bu vakte kadar beni ayakta tutan cümleyi.

Annem ve babamı kaybedeli 2 yıl oldu. Onlar haricinde hayatımda tanıdığım bir akrabam yok. O zamanlar dağılmıştım -onları kaybettiğim zaman daha 20 yaşındaydım-. Ama kendimi toparladım. Çünkü biliyordum annem ve babamın beni izlerken üzüleceklerini. Onları üzmemek için elimden geleni yapıyordum. Bu dünyaya bir kere geliyorduk ve insanları üzmek bence çok kötü bir davranış.

Üzerimdeki yünlü şala biraz daha sarıldım ve kafamı gökyüzüne kaldırdım. İnsana huzur veren bir aktiviteydi benim için geç saatlerde gökyüzünü izlemek. Kıskandıracak bir güzelliğe sahipti. Gündüzü ayrı gecesi ayrı güzeldi. Kupamdaki kahvem bitince telefonumdan saate baktım ve saatin gece yarısını geçtiğini görünce oturduğum, rahat koltuğumdan kalktım. Ne kadar oturduğumu hatırlamıyorum ama uzun bir süre oturduğum bacaklarımın ağrımasından belliydi.

Balkondan çıkıp kapısını kilitledim ve perdemi çekip salondan çıktım. Mutfağa doğru giderken üzerimdeki şalı gevşettim. Kupamı tezgaha bırakıp odama geçtim. Üzerimdeki şalı çıkarıp yatağımın çaprazındaki berjerin üzerine düzgünce koydum. Dolabımdan geceliklerimi alıp bir çırpıda üzerime geçirdim. Daha sonra da banyoda dişlerimi fırçalayıp yatağıma girdim.

Tek başıma yaşamaya başlayalı 2 yıl olmuştu ve artık alışmıştım bu eve. Ailemi kaybettikten sonra o evde yaşayamamış ve evi satmıştım. Ev hem büyük hem de anılarla dolu olduğu için daha fazla hırpalanmak istememiştim. Evden aldığım para ile kendime yetecek bu evi almıştım. Kalan parayla da sevdiğim bir işi yapmak için küçük bir kafe satın almıştım. Düşüncelerimin ağırlığıyla gözlerimi bu geceye veda eder bir şekilde kapattım.

Sabah telefonumun alarm sesiyle yeni güne gözlerimi araladım. Tül perdenin izin verdiği kadarıyla cansız güneş ışınları odamı aydınlatıyordu. Yatağımdan kalkıp camın önüne geldim. Perdemi çekince havanın güzelliğine baktım. Soğuk olduğu belliydi ama yine de güzel görünüyordu. Camı açıp, penceremin önündeki çiçeklerime yüzümde büyük gülümsemeyle baktım.

"Günaydın benim güzeller güzeli çiçeklerim. Nasılsınız? Hımm, demek susadınız. Hemen sizi suluyorum bekleyin burada."

Şen bir kahkaha atıp çiçekleri sulamak için mutfaktan bir sürahiye su doldurdum. Daha sonra odama doğru ilerledim. Sakın beni deli sanmayın. Ben sadece çiçeklerimi çok seviyorum. Özellikle onlarla konuşmak bana iyi geliyordu. Bu özelliğim bana annemden kalma. O da sürekli çiçekleriyle konuşur ve vakit geçirirdi. Camın önüne gelince çiçeklerimi şarkılar eşliğinde suladım daha sonra hepsinin yapraklarını güzelce okşayıp veda ettim. Camı kapatıp perdemi tekrardan çektim.

Elimdeki sürahiyi mutfağa bırakıp banyoya girdim. Elimi yüzümü yıkarken kâküllerim her zaman olduğu gibi bugün de ıslanmıştı. Ama yine de seviyordum onları. Yüzümü kuruladıktan sonra yine odama döndüm. Yatağımı topladıktan sonra da giyinmek için dolabıma yöneldim. Dolabımı açıp içinde göz gezdirdim. Ankara'nın havası belli değildi. Temkinli olmam gerektiğini öğrenmiştim artık.

Dolabımdan siyah kalın boğazlı kazağımı ve lacivert yüksek bel kotumu alıp üzerime geçirdim. Aynadan kendime bakınca gülmeye başladım. Saçlarım gerçekten komik duruyordu. Tarağımı elime alıp hem saçlarımı taramaya başladım hem de onları güzelce uyarmaya.

"Bakın güzel saçlarım, ben sizi her sabah tarayıp güzelce şekil veriyorum. Ama siz bana inat olsun diye sürekli dağılıyorsunuz. Lütfen yapmayın, valla seviyorum demem keserim hee."

Bana deli dediğinizi duyar gibiyim. Ama kimin umurunda ki akıllı olmak? Saçlarımla işim bitince kâküllerimi de düzleştirdim. Şu an hazırdım. Telefonumu alıp saate baktığım zaman 9.15 olmuştu. Evden çıkmama 15 dakika kalmıştı. Odama şöyle bir bakınca hafif dağıldığını fark ettim ve hemen odayı gelişigüzel toparladım.

Eveeeet, şimdi daha düzgün görünüyor. Odamdan çıkıp evin tüm odalarını kontrol ettim. Portmantodan siyah deri ceketimi ve siyah hafif yüksek topuklu botlarımı alıp giyindim daha sonra da beremi takıp kâküllerimi düzelttim. Anahtarları da alıp evden çıktım.

Apartmanın üçüncü katında oturuyordum ve asansöre gerek duymadan merdivenleri indim. İş yerim evime 10 dakikalık bir mesafedeydi. Sokağın bitimindeki fırına girip iş yerinde bizimkilerle kahvaltı yapmak için bir şeyler aldım. Tekrardan yola döndükten sonra gelmiştim çalıştığım yere.

Dediğim gibi burası bana ait bir yer. Ama daha çok patron gibi değil de çalışan gibiydim. Benle beraber toplam çalışan sayısı dörttü. Kasada duran Ahmet amca, menüyü hazırlayan Nihal teyze, patron ama garson gibi çalışan ben, benim gibi çalışan Onur. Biz bu kadardık. Hepimiz insanların mutluluğu için hizmet ederdik.

Çünkü en başından beri burada olan herkes mutluydu. Çalıştığımız yerin adı Mutluluktu.
Bana göre içerisi mutluluğu yansıtıyordu. Ortada yanan bir şömine, en arka tarafta duvarı kaplayan bir kitaplık, ahşaptan yapılmış masalar ve sandalyeler, birkaç kuş kafesi ve içeriden hiç eksilmeyen lavanta kokusuyla tam bir mutluluktu. Burayı seviyordum.

İçeri girdiğim gibi buradaki küçük ailemle karşılaştım. Yüzümdeki gülümseme her zaman olduğu gibi biraz daha büyüdü.
"Günaydınn! Nasılsın Ahmet amca?"
"İyiyim kızım. Sen nasılsın?"
"Ben de iyiyim. Nihal teyze nerede?"
"Aşağıda o çay koyuyordu gelir şimdi."
Başımı olumlu anlamda sallayıp şöminenin yanındaki masaya elimdekileri bıraktım.
"Ahmet amcacığım, ben üzerimdekileri çıkarıp hemen geliyorum."
Ahmet amca beni kafasıyla onaylayınca giyinme odasına girip deri ceketimi ve beremi çıkarıp astım. Çantamı da bırakıp odadan çıktım. Masaya geldiğim zaman Onur hariç hepimiz tamdık. Saat 11 de açıyorduk burayı. O yüzden her sabah beraber kahvaltı yapardık. Ahmet amca ve Nihal teyze evlilerdi. Onur ise üniversitede okuyan, ailesine ekonomik açıdan destek olmak isteyen biriydi. Akşamları gelir gündüzleri okulda olurdu. Nihal teyze ve Ahmet amca kendi aralarında atışırken istemsizce gülüp masaya oturdum.
"Ne yaptı yine Nihal teyze, Ahmet amca?"
Nihal teyze derin bir nefes alıp, Ahmet amcaya kınayan bakışlarla baktı.
"Ne yapacak kızım? Tutturmuş bu sefer de ben çay yapmayı bilmiyormuşum."
"Bilmiyorsun tabi. Yaşlandın artık baksana eski Nihal yok karşımda."

"Ayol ne yaşlanması daha 45 yaşındayım."
"Ahmet amca deme öyle şeyler. Daha gencecik Nihal teyzem benim." Şen şakrak bir kahvaltıdan sonra ortalığı toplayıp kafeyi açtık
.

Evet, işte günüm böyle başlıyordu benim. Hikayem ise başlamıştı artık. Tek eksik sevdiğim kişiydi. Birazdan o da gelirdi.

Can Kırığı (KİTAP OLDU)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin