Bölüm 13

48 19 7
                                    

Denizli sokaklarında ilerliyorduk. Hiç bilmediğim bu sokaklara yabancılık çekerken Kıraç'ın yanımda olması ile anılarımıza bir yenileri daha ekleniyordu. "Kıraç, sen benimle gelmek zorunda değilsin. Ağabeyinin  yanında biraz daha kalman iyi olur." Bakışları yolda, elleri cebindeydi.

"Nida ablaya sözüm geçmiyor, hem özledim şehrimi. Gelmeyi istiyorum." Başımı salladım. "Ağabeyime hala dargınım. Ne kadar konuşursam konuşayım içimde ona olan kırgınlığım geçmiyor. Benden 3 yıl saklaması çok yaktı canımı Anka. Hastalığını öğrendiğim an içimden bir şeyler koptu. Onu da kaybetmek istemedim."

O konuşuyor ben sadece dinliyordum. Konuşmasının bittiğini anlayınca kollarımı birbirine bağladım. "Kıraç, o senin ağabeyin. Hiçbir zaman kötülüğünü düşünecek bir hareket yapmaz. Hissettiğin şeyler çok normal ama kendini üzecek şeyler düşünme daha fazla. Her şey olacağına varır."

Elleri cebinde bana döndü. "Neden bilmiyorum ama seninle konuşurken kendimi çok rahatlamış hissediyorum. Sanki tüm sorunlarım ortadan yok oluyormuş gibi hissediyorum. Bir de-..." Yarım bıraktığı cümle ile bakışlarım yüzünde gezindi. "Bir de ne Kıraç?"

"Sen bana sarılıyorsun ya, o zaman içim daha da çok huzur buluyor." Yüzüm kızarmıştı. Cidden ona huzur veriyorsam bu beni çok mutlu ederdi. Huzur bulsun diye sarıldım ona öylece. Çevremdeki sesler kesildi ve tek odak noktam kalp atışları oldu.                                                     "Huzurun hiç eksik olmasın."                                                                                                                                           "Sen hiç eksik olma asıl Anka."

Kıraç ile eve kadar yürümüştük. Yürümeyi seviyordum ve o olunca yanımda, yollar hiç bitmesin istiyordum. Salonda oturmuş çay içiyorduk. "Ağabeyin ile Nida abla ne zaman evlenecekler?" "İki ay sonra düğün düşünüyorlar. Ağabeyim de kendini tam toparlamış olur." Kahvemden bir yudum alıp kafamı salladım.

"Kıraç, ağabeyinin en sevdiği yemek ne?" Bakışları üzerimde gezindi. "Neden soruyorsun?" "Hastanede pek yeteri kadar istediğini yiyemiyordur. Ben de hazır burada kalıyorken yapayım bir şeyler." Gözlerinin içi parladı ama birkaç saniye sonra hüzün doldu. "Bilmiyorum. Yıllardır ağabey-kardeş ilişkimiz pek olmadı." Üzülmüştüm. Ama yüzümdeki gülümsemeyi kaybetmeden yerimden kalktım. Onun da elini tutup kaldırdım.

"Ben tahmin edebiliyorum ve sen de bana yardım edersen çok güzel bir iş çıkarabiliriz." "Tamam, olur. Ne yapacağız peki?" Dudaklarımı ıslatıp gülümsedim. "Yaprak sarması ve mercimek çorbasına ne dersin?" "Kesinlikle kabul ederim." İkimiz de gülümseyip mutfağa girdik.

Ben saçlarımı tepeden topuz yapıp kaküllerimi kulağımın arkasına koyduktan sonra ellerimi yıkarken Kıraç'ta söylediğim malzemeleri çıkarıyordu.

İlk olarak yaprakları yıkayıp tencereye koydum ve üzerine ilave ettiğim su ile kaynamaya bıraktım. "Kıraç ben sarmanın içini hazırlarken sen de 2 su bardağı mercimeği yıkayıp suya koyar mısın?" "Tabi, hemen."

Her şeyi hazırlamış, sıra soğanları doğramaya gelmişti. Gözlerim baya baya yanıyordu. Kıraç yanıma gelip yüzüme baktı daha sonra bir peçete alıp göz yaşlarımı sildi. Burnumu çekip ona döndüm. "Cidden arasam bu kadar acı soğan bulamazdım." Güle eğlene bitirmiştik.

Kıraç önündeki yaprağa iç koyarken bir gözü de benim nasıl yaptığımdaydı. "Hayır Kıraç, o kadar çok koyma. Patlar sonra." Ona gösterirken verdiği tepkiler komiğime gidiyordu. "Ya Anka, neden olmuyor benim yaptıklarım? Sen ne yaparsan aynısını yapıyorum ama yok, olmuyor."              "Hayır, gayet güzel yapıyorsun. Hem ilk denemende bu kadar güzel yapıyorsan ileride yaptıklarını düşünemiyorum bile."

Can Kırığı (KİTAP OLDU)Kde žijí příběhy. Začni objevovat