Ne Yar Senin Ne Yara

17.2K 1.6K 4K
                                    

Bölüm Parçası; Ahmet Kaya- Sevemezsin(Biliyorum tarihler tutmuyor ama hikayeye çok uyuyor;) İdare edin arkadaşlar:))

"Mahir bırak Allah aşkına." dedim arkadaşımın elinden, köpürtmeden yıkamaya çalıştığı bardağı alarak. "Yıllardır kullanılmadı o bardaklar. Böyle temiz olmaz."

"Sana yardım edende kabahat zaten."

"Sen git semaveri yak." dedim sitemine kulak asmayarak. "Ben burayı hallederim."

"Suyu bitirdin. Gidip Ayten teyzeden alayım mı?"

"Gerek yok. Sabah camiden bir bidon daha doldurup geldim." Kapının yanındaki dolu bidonu köpüklü parmağımla gösterdikten hemen sonra bulaşıklara geri döndüm. Tesisatta bir sıkıntı çıktığı için bir hafta olmasına rağmen suyum maalesef hala yoktu. Yarın sorunun çözüleceğini söylemişlerdi. Sabırsızlıkla bekliyordum. Su olmadan evi de doğru düzgün temizleyememiştim.

Yeterince bardak yıkadıktan sonra Mahir'in getirdiği çekirdekleri derin bir kaba koyup, kabuklar içinde bir boş tabak ayarladıktan sonra buradaki işim bitmişti. Tezgahın üzerindeki artık dolu olan tepsiyi alıp bahçe kapısına ilerledim. Tepsiyi verandaya taşıdığımız masanın üzerine koyarak merdivenlerin en alt basamağına oturmuş semaverle uğraşan Mahir'in yanına indim.

"Yanıyor mu?"

"Tutuştu sonunda." dedi elindeki çırayı yanan kısma dikkatli bir şekilde yerleştirerek. Semaverin kendi başına idare edebileceğine kanaat getirince ikimiz de ayaklanıp masanın başına geçip oturduk. "Neden üç tane bardak var?" Yan yana dizili bardaklara bakınca hafifçe tebessüm ettim.

"Rahmetli babamdan kalma bir alışkanlık. Mutlaka bir bardak fazladan koydururdu tepsiye. Hesapta olmayan misafirler için."

"Allah rahmet eylesin, iyi adamdı Asım amca." Bardakları izlemeye devam ettiğimde Mahir, tam da ondan beklenildiği üzere sessizliğin uzamasına engel oldu. "Nereye daldın gittin yine?"

"Yarın gidiyorlar değil mi?" Kaşlarını çatarak sorumu anlamaya çalıştı bir süre. Beceremeyince;
"Anlamadım." dedi. "Kimi soruyorsun?"

"Kağan'a kız istemeye yarın gidiyorlar değil mi?"

"Evet." Dikkatlice beni izlemeye devam ediyordu. Bakışlarının ağırlığı canımı sıkmaya başladığında kafamı semavere doğru çevirdim. "Hani unutmaya çalışıyordun. Adını zikrederek, onu düşünerek yapamazsın bunu." Gülümseyerek sert yüzünü yeniden izlemeye başladım.

"Meddah Dede, Şehzade Mustafa öldükten sonra babasının ne halde olduğunu anlatmıştı biz lisedeyken. O hikayeyi hatırlıyor musun?"

"Hayır." dedi kafasını sağa sola sallayarak. "Bir sürü hikaye anlatıyor her sene. Senin aksine aklımda tutamıyorum biliyorsun."

"Biliyorum. Bir kere de benden dinle o zaman." dedim anlatmaya başlamadan hemen önce. "Şehzade Mustafa infaz edildikten sonra Kanuni Sultan Süleyman tam anlamıyla perişan olmuş. Evladının ölümü yanında bir de bu ölüm emrini kendisinin vermiş olmasının ağırlığı varmış üstünde. İki kat büyüklükte bir acı... Rivayete göre, yine böyle evladının acısı ile yanıp tutuştuğu bir gün Rüstem Paşa, onu teselli etmeye yanına yanaşmış. Hiç tatmadığı bir acı ve çaresizlik hakkında konuşup, Kanuni'yi rahatlatmaya çalışan Rüstem Paşa'nın bu çabası evladı ölen bir babaya muhtemelen çok suni gelmiştir. Bu yüzdendir ki Kanunî, Paşa'ya hitaben; 'Konuş Rüstem konuş. Ne evlat senin ne devlet senin.' demiş." Derin bir nefes alıp bahçe kapısındaki aşık olduğum adama çevirdim bakışlarımı. Daha kısık bir sesle gülümseyerek devam ettiğimde hala ona bakıyordum. "Şimdi ben de sana aynısını diyorum kardeşim. Konuş Mahir konuş. Ne yar senin ne de yara..."

İpsiz UçurtmaDär berättelser lever. Upptäck nu