2

453 54 15
                                    

Bay Park, Min Yoongi'yi bir çivi misâli çakmıştı olduğu yere. Genç adam özenle taradığı dalgalı, siyah tutamlarını kemikli parmakları yardımıyla seri bir şekilde dağıtarak başını yukarı kaldırdı. Apartmanın boş tavanı ona bir çözüm yolu sunmayacaktı fakat birkaç saniye olsun nefes almaya ihtiyacı vardı. Üzerinde oldukça hoş duran dar gömleğin ilk üç düğmesini de takılsa da açmayı başardıktan sonra yuktundu. Adem elması ağır bir şekilde hareket etmişti aşağı-yukarı. Annesine kavuşmak istiyordu -babasının yüzünü dahi görmek istemiyordu- uzun bir aradan sonra, bir iki kahve içerler, sonra da evine giderdi Yoongi. En azından düşünceleri bu yöndeydi. Yeni bir ev almıştı Londra'dan dönmeden evvel. Bu binada pek huzurlu kalamayacağı aşikârdı. Kendine bir çeki düzen verdikten sonra işaret parmağı eskimiş kapı ziliyle buluşmuştu.

Orta yaşlı kadın, yattığı koltuktan büyük bir uyuşuklukla kalkarak kapıya doğru söylene söylene ilerledi. Pembe ev terliklerinin altı parkelere sürtüyor, pek iç açıcı olmayan bir ses çıkarıyordu. Yaşından dolayı kırışmaya başlayan eliyle kulbu kavrayıp aşağıya doğru çektiğinde, aylardır göremediği biricik oğlunu karşısında görmesiyle, aniden dolan gözleri eşliğinde ellerini yüzüne kapattı. Gerçek değildi sanki, inanamıyormuş gibi bir hâli vardı. Ellerini çekip oğlunun geniş omuzlarına yerleştirdiğinde, Yoongi elindeki çantayı yere bırakıp sıkı sıkı sarmıştı annesini. Annesine olan derin hasretini sızlayan burnundan hissediyordu. Bir tek annesine böyleydi Yoongi. Çocuklaşırdı yanında. Eskiden, Jimin'in yanında da böyleydi. O konuya hiç girmemek en iyisi.

Annesi onu içeri almadan hemen önce geri çekilmiş, yere bıraktığı el çantasını kavrayarak omuzları dik bir şekilde içeri girmişti. Babası salonda televizyon izliyordu. Onu özlememişti, emin di ki babası da onu özlememişti. Bu sebeple direkt mutfağa geçerken, Bayan Min ikisinin arasındaki buzların hâlâ erimemesine üzülüyordu içten içe.

Bunları düşünmemeliydi, içeride doyurması gereken biricik oğlu vardı.

Bay Park'ın oğlu ise tamamen yıkılmıştı. Yatağında Taehyung ile beraber uzanmışlardı, ağlaması dinse bile sızlanmaları dinmemişti. Sanki acı çeken bir köpek yavrusu gibiydi.

Ağlamaktan küçülen gözler kendi kahramanını bulduğunda, doğrularak dizleri üzerinde yatağın ucuna doğru ilerledi. Babası ne istediğini anlamış olacak ki o da yatağın uç kısmına yaklaşmış, kollarını aralamıştı. Kısa kolları güçlü bedenin boynunun etrafına sarılırken, yeniden başlamıştı ağlamaya.

"Baba..." sesi çatlamış olan siyah saçlı, sıkı sıkı sarılıyordu babasına.

Bay Park oğlunun ince beline sardığı kollarını sıkılaştırdı ve çenesini çizgili tişörtün kapattığı omzuna yasladı. Taehyung ile göz gözeydiler. İkisi de Yoongi'ye karşı büyük bir kin tutuyordu.

Jimin kendi gözyaşlarında boğulurken Taehyung biliyordu ki uzun bir gece olacaktı.

.

O iç karartıcı gecenin ardından Jimin için bazı şeyler daha katlanılabilir hâle gelmişti. Bugün tatildi ve evde oturup test çözmeyi planlıyordu. Taehyung ise sabah erkenden Jimin'in evinden ayrılmış, uzun süredir görüşemediği için oldukça özlediği genç adamla buluşmaya gitmişti. Aslında iptal edecekti fakat Jimin bunu yapmasını istemeyince el mahkûm gitmişti. Gitme deseydi, gitmezdi elbet. Jimin onun için çok değerliydi.

Yine de tam şu an kalbinin delicesine attığı bir gerçekti. Göğüs kafesinden fırlamayacak gibi bir hâli vardı. Derken, adımları sahilin girişinde kendisini bekleyen Jungkook'un yanına doğru iyice hızlandı. Çok özlemişti.

Dağınık kahverengi tutamları yer yer buklelenmişti. Muhtemelen sadece duş alıp çıkmıştı. Üzerinde kırmızı bir sweat ve siyah dar paça pantolon vardı. Takım elbisesi olmadan da bir şaheser gibi görünüyordu. Şu görüntünün karşısında saatlerce oturabilirdi sessiz sedasız. Tamam, belki dayanamayıp yüzüne tonlarca buse kondurabilirdi.

tell me pretty lies, yoonminHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin