8. Bölüm "İkinci Veliaht"

1.6K 141 18
                                    

Quentin Krallığı ile olan bağını düşündüğü her vakit yüreği, durmadan uçurumdan yuvarlanan küçük bir kaya parçası gibi felaket bir şekilde şiddetle çarpıyordu. Atalarını tanımak istemiyordu, sebep olduğu yıkımları, soyunu kabullenmeyip inkar etse, kendini hala kimsesiz bir köylü kızı olarak tanıtsa bağlarının tamamen kopabileceğini düşünecek kadar saf ve iyi niyetliydi. Aslında sadece gözlerini açmak istemiyordu, öyle şiddetli korkuyordu ki hayatının değişmesinden.

Fakat insanın, havanın git gide ılıklaştığı, sıcak bahar güneşinin tenlerden geçerek kalbe süzüldüğü ve insanının kanını ısıtıp dört bir yanın ıtır koktuğu bu mevsimde kötü ve hüzün dolu dertleri unutmak çok kolay olabiliyordu. Özellikle de bereketli Theodore ve Sherwood Krallıkları'nda.
Gençler, yaşlarının getirdiği coşkuyla bağlanıyordu birbirlerine kolaylıkla.

Bella'nın bu gençler arasında olması şaşılacak bir şey değildi. İlgiyi herkes kadar onunda haketmesinin yanısıra dış görünüşünün de çarpıcı olması onu çok güzel olmasa bile çekici bir kız yapmaya yetiyordu. Bakır rengi saçları bu unsurlardan en belirgin olanıydı. Salondaki kızlara göre yaşı biraz daha küçüktü, böylelikle toyluğunun davranışlarına yansıdığı o masum dakikalarda güzelliğine katlanılamaz bir vuruculuk ekleniyordu.
Evan ile yaptığı dans onu çok memnun etmişti. Sonunda o da bir baloda eğlenebiliyordu ve uyum sağlayabiliyordu. Uysal meziyetlerinin de olduğunu o da herkes gibi yeni yeni kavrıyordu, insanlarla sıkılmadan sohbet ediyor kibar konuşmalarıyla alışılmadık bir izlenim bırakıyordu.

"Kraliçe Grace hazretleri sizi daha önce bize tanıtmamakla ne kötü bir vakit kaybı yaşatmışlar Mrs. Bella." dedi içlerinden biri. Evan'ın arkadaşı olan bu hoş adam saçlarına tezat bir biçimde sıvı altın rengi, kısık gözlere sahipti. Sohbet boyunca pek sessiz kalmayı tercih etmiş gözlemlemek için çaba sarf etmişti. Bu da sınırdaki ücra birliklerde görev yapan lordlardan biriydi. Her yakışıklı adamı, genç kızların gözlerinde süsleyen üniformalardan bir tanede bu adam giyiyordu, fakat diğer tüm subaylardan daha rütbeliydi.
Bella bu övgülere erişebilmek için çaba sarf ettiğini düşünmese dahi teşekkür etmek için eğilerek selamladı. İltifatları aldığında yalanlayıp kendini yermeye çalışmanın gereksiz ve küçültücü bir şey olduğunu neyseki kısa süre önce öğrenmişti.

Onore olmuş genç kızın ilgisi onun sorma cesaretini artırınca. "Bir sonraki dans için bir sözünüz var mı?" diye konuştu genç adam, ilgiyle. Bella teklifi memnuniyetle kabul edeceğini söylemek için ağzını araladı fakat, "Yanılmıyorsam Mrs. Bella bir sonraki dans için bana söz vermişti lordum." dedi Prens Andriel bir anda arkalarında belirerek.
Lord, hemen asilce selam verdi ve sohbeti uzatmadı.

Genç kız afallasa da bunu belli etmedi, karşı çıkmak gibi prensi küçültücü bir duruma da sokmak istemediği için lorda özür dileyen bir gülümsemeyle bakmakla yetindi.
Andriel kolunu biraz havaya kaldırıp Bella'nın girmesi için bekledi ve sonra ortaya doğru sakince ilerlediler. Birbirlerini tanımayan partnerler gibiydiler, oysa birbirlerini en iyi tanıyan onlardı. Prens gözlerini ne zaman kıza bakmak için kaldırsa Bella başka bir tarafa bakıyor ve temastan kaçınıyordu. Artık Andriel ile arkadaş kalmak değil, aşağılayıcı söz duymamaya çalışıyordu yalnızca. Bu yüzden hiç bir şekilde bir sohbete başlama isteğini göstermedi. Genç adam başta biraz bekledi fakat bu atılımın asla karşıdan gelmeyeceğini geç de olsa anladı.

"Beni şimdi nasıl da hor görüyor olmalısın." dedi sonunda ona bakarak. Bella' da gözlerini ona bakmaya zorladı, inceleyici ve rahatsız edici gözlerini görmezden gelmek mümkün değildi fakat olabildiğince sessiz kalmayı tercih etti.

"Gözlerin bu gece her şeyi anlatıyor, sanki sadece bana saplanmak üzre bir çift bıçak gibi." dedi devam ederek. "Fakat ben hariç herkes için parıldayan bir çift güzel göz... Sakın seni suçladığımı düşünme." dedi hemen sonra.

Kuşların Zamanı (Kitap Oldu)Where stories live. Discover now