37. Bölüm ''Kuş Hanımı''

143 7 1
                                    

Vardıklarında güneş, haşin Quentin dağlarının koynundan güne veda ederken tepeleri altın sarısına boyama cömertliğinden geri kalmıyordu. Hava dün geceden sonra daha yumuşamıştı. Kafile göze batmamak için kullanılmayan yollardan geçiyor, eşkıyaların saldırısına uğramamak için pür dikkat ilerliyordu. Öyle ki ihtiyaçlarını karşılamak için durduklarında ağaçların arasına geçip mesanelerini boşaltıyorlar ardından sefil bir şekilde yollarına koyuluyorlardı. Lord Darian sayesinde onların izini sürmek, rüzgarı kovalamak gibi bir şeydi.
Köye girdiklerinde hiç kimse yaşamıyormuş gibi ıssızdı. Halk ayaklanmanın haberini almış olacaktı ki kimse evinden çıkmamış, hayvanlarını sürmeye gitmemişti. Hiçbir evin bacası tütmüyor, hiçbir tarla sürülmüyordu.

Antares tıpkı hatırladığı gibi küçük ve samimiydi. Yolculuk bittiğinde atından inip onları geride bırakırken kapıda gördüğü tanıdık simaya doğru yürüdü. Gözleri o geceki hararetli kahveleri tekrar gördüğünde içindeki kanın onu boğduğunu hissetti. Ona sarılırken Evan'ın gözleri arkada dolanıyordu. Çekilip gözlerinin içine baktığında Evan kaşlarını kaldırarak ona baktı ve beklentiyle bir şey söylemesini istermiş gibi konuşmadı fakat Sylvia bir şey söyleyemedi. Evan dudaklarını birbirine bastırdı ve acı bir şekilde gülümsedi, gözleri acıyla kısıldı.

''Kendini feda etti Evan, kendini benim için feda etti.'' dedi onun kahramanlığını yüceltmek için. Herkes onun artık aklanan bir adam olduğunu öğrenmesini istiyordu. Albert Theodore'un iyi bir adam olduğunu anlatmak istiyordu. Fakat Evan sessizce başını salladı ve içinde her ne oluyorsa belli etmedi.
Her zaman için biliyordu ki Evan ondan nefret etmiyordu, ama artık onu kendisinden mahrum bıraktığı için nefret edecekti. Onu sevmemenin bir yolunu bulmak çok kolaydı, bir baba her zaman çocuğunun ilk düşmanı olurdu ve bazı babalar büyüyünce bile öyle kalmaya devam ederdi.

Evan onu geçip Lord Darian'ın yanına gitti. Bu sırada kapıdan Alfred ve Ingrid çıktı. Yaşlı adamın yüzünde pervasız bir gülümseme vardı. Sanki Theodore Kalesi'nin bir koridorunda karşılaşmışlar gibi umursamaz ve sakindi. Ona sevgi dolu bir baba gibi sarıldı ve hırpalanmış eli saçlarını okşadı. ''Benim güzel kızım.'' dedi selamlayarak.

Sanki aradan yıllar geçmiş gibiydi, onunla en son konuştuğunda bambaşka bir kızdı. Tutsak, ürkek ve kimliksizdi. Yalnızca birkaç ay geçmişti ama görüyordu ki onun küçük kızı olmaktan hiçbir şey kaybetmemişti. Günler yitip geçmiş olsa da, ayrı düşmüş olsalar da o Alfred'in en başarılı öğrencisi ve kızı olmaktan hiç çıkmamıştı. Seyrek saçlarını boynunun arkasında bağlamış, kocamış yüzü ortaya çıkmıştı fakat o dimdik duruşundan hiçbir şey eksilmemişti.

Sessizlik aralarında bir nehir gibi yüzüp giderken ona biraz daha sokuldu ve o bilindik duygunun teslimiyetine kapıldı.

Bütün adamlar arkalarından geçip giderken biraz zaman öylece kaldı. Konuşacak çok şeyleri vardı.

Daha sonra kalacağı odaya geçip dinlendi, yüzünü yolun isi ve çamurundan arındırdı ve Alfred ile Evan'ı çağırdı. Onlardan James konusunda fikir alacak ve planını oluşturacaktı. Bunun mantığa aykırı bir strateji olduğunu biliyordu ama başka çaresi yoktu, savaşı ancak böyle kazanabilirdi. Bu sırada onu düşüncelerinden sıyıran şey kapının çalması oldu.
Genç bir kız içeri girerken elinde küçük bir şey taşıyordu. Çekingence yürüyüp elindeki şeyi yatağın üzerindeki lame yorgana bırakırken bunun bir kiraz çiçeği olduğunu fark etti.
''Bay Alfred sizi dışarıda bekliyor efendim.'' dedi ve odadan ayrıldı. Sylvia çiçeği avuçlarının arasına alırken çiçeğin etrafında dolanan narin yaprakları okşadı ve anılar zihninin içine bir sel gibi döküldü. Alfred bunu gönderirken bu çiçek hakkındaki açıklamasını hatırlamasını istediğine emindi. Ona güvenin kokusu demişti, Sylvia için güven böyle kokuyordu. O güvense annesinin kokusuydu.

Kuşların Zamanı (Kitap Oldu)Where stories live. Discover now