Onlarda tıpkı nefes nefese gelip olayı ona ileten muhafız gibi 'Emrindir komutan Tuğrabozan' diyerek aynı hızla oradan ayrıldılar.

Onlar yanlarından ayrıldıktan sonra bu sefer de Mehmet, Hau'ya bakarak:

"Hau, babam fethe giderken onun yanında bulunup ağabeyimin şehit edilmesini gören bir er bul. Onu gemileri gören yamaca getir. Yamaca çıkarken de bir yakınlaştırıcı bul. Ona gemileri gözlemesini, içlerinde ağabeyimin katili var mı yok mu bana bildirmesini istiyorum. Ne olursa olsun tüm önceliğin bu. Dükkanda haber bekleyeceğim." dedi.

"Söz senindir beyim. Hemen." dedi Hau, kılıcını çıkarıp. Sol elini kalbinin hızasında bulunan zırha dokundurdu. Dokunur dokunmaz sanki o yerden güç alıyormuş gibi bir ruh haline büründü. Huzurlu bir yüz ifadesiyle sol elini dokunduğu yerden çekerek hızlıca oradan uzaklaştı. Bunu yapmasının sebebi Eçine ile üç ay önce aralarında başlayan sevgi kıvılcımı neticesinde, nihayet dün ondan ak örgü alıp onu, tıpkı Mehmet gibi zırhının sol içten kalbinin hızasına diktirmiş olmasıydı.

O giderken görev aşkıyla tutuşan Alakurt da Mehmet'e bakıp:

"Beyım ben." dedi yine heyecanlanıp dilleri birbirine karıştırarak.

Mehmet, belindeki hançerleri çıkarıp:

"Tüccar erlere kargaşa anında yağma olmaması için gözlerinin açık olmasını ilet. Tüm ahaliye can ve mallarının Tuğrabozan'a emanet olduğunu haykır. Son olarak Ala... Limanın doğu kanadı bizde. Canlı talimi kaçırma." dedi.

Her zamanki heyecanı ile kılıcını kalkanına vurarak Alakurt:

"Kaçırır mıyim beyım. Kaçırır mıyim. O halde söz senındur yol da benım." dedi ve kılıcını kabzasından çıkarıp eline aldı. Ardından gezmeye başlayıp gür sesiyle birlikte halka baskın olduğunu, panik yapmamaları gerektiğini, can ve mallarının Tuğrabozan'a emanet olduğunu bağırmaya başladı.

Mehmet ise hançerleri elinde, kimseye belli etmeden etrafı inceleye inceleye babasının dükkanına doğru ağır adımlarla yürüdü. Bir yandan da ahaliden korkmuş olan kişileri teselli edip kendisinin burada olduğunu, endişe etmemelerini söyledi.

Biraz sonra dükkanın önüne yaklaştığında erlerinden birinin Hau ile beraber atlara binmiş dükkandan uzaklaşıyor olduğunu gördü. Tam bu esnada oranın halkındanmış gibi görünen ve üzerinde eski püskü kıyafetleri olan bir kişi ona yaklaşıp haberlerin doğru olup olmadığı sordu. Amacı Mehmet'i oyalamaktı. O, Mehmet'i oyalayacaktı, arkadaşı da Mehmet'in arkasından gelerek onu hançerleyecekti. Ama hesaba katmadıkları bir şey vardı. Mehmet üç aydır orada görev yaptığından dolayı kimin yüzü yeni kimin yüzü eski çok iyi biliyordu. Bu adamın da yüzü yeniydi. Dahası hareketlerinden onu oyalamak istediği de çok belli oluyordu.

Onu oyalayan adam doğru an olduğunu düşünüp bir anda arkadaşına 'Şimdi.' dedi ama onlar henüz hançerlerine el atamadan Mehmet, elindeki hançerlerle bir hamlede ikisini de öldürdü. Planlarının işe yaramadığını gören hainlerden biri de uzaklardan Mehmet'e ok attı ama onları fark eden Mehmet oktan kendini kurtarmaya başardı. Ok hedefi tutmayınca hainler kılıçlarını çıkarıp Mehmet'e saldırmak üzere koşmaya başladılar. Ama Tuğrabozan'a saldırıldığı gören halk ve obasının esnaf kılığındaki erleri, kendi dertlerine yanıyor gözükürken hainlerin hiç beklemedikleri bir anda üzerlerine çullanıp işlerini bitirdiler.

Orada bulunup hainlerden birinin işini bitiren gayrimüslim ahaliden bir kişi avazı çıktığı kadar bağırdı.

"Tuğrabozan'ı kimseye yedirmeyiz."

Tuğrabozan Mehmet, duyduğundan hoşnut bir biçimde onlara başını sallayıp Hau'nun haberi getirmesini bekledi.

Aradan çok geçmemiş, kaleden ve Ceneviz gemilerinden karşılıklı top sesleri yeni duyulmaya başlanmıştı ki Mehmet, Hau lakaplı Çalgan'ın er ile beraber gelmekte olduğunu gördü. Onları görür görmez hemen yanlarına gidip ağabeyinin katilini görüp görmediklerini sordu. Er gördüğünü söyleyip onun fiziksel özelliklerini tarif etti. Mehmet ona 'Eyvallah.' anlamında kafa sallayıp Hau ile birlikte Cenevizli hainlerle savaşa savaşa limanın doğu kanadına doğru ilerledi. Limanın doğu kanadının girişine geldiğinde uygun gördüğü bir yerde hançerlerini beline taktı. Yayını eline aldı ve ona bir ok taktı. Sonrasında Hau ile saklanıp onunla beraber Cenevizlilerin gemilerinden inmelerini beklemeye başladı.

Ceneviz gemilerinden bazıları kaledeki top atışlarına karşılık verirken bazıları da limandaki yapıları topa tutup onları harabeye çevirdi ve nihayetinde limana yanaşıp ok yağmuru olabilir diye kendilerini koruya koruya gemilerden indiler. Fakat böyle bir şey olmadığı görüp bir anlığına kalkanlarını indirdikleri sırada, batı kanadındaki bir okçuya saldırıp onu öldüren merkezde saklanmış Cenevizli bir korsan, durumun tuzak olduğunu anlayıp 'Kalkanları indirmeyin tuzak.' diye bağırdı.

Onun bağırmasına müteakip yayını germiş şekilde bekleyen Mehmet, hemen 'Okçular' diye bağırıp gerdiği oku fırlatmasıyla, Cenevizli korsan okçuların tamamı daha kendilerini koruyamadan birden fazla ok yiyerek öldüler. Zaten çok az olan okçularının ölmesine sinirlenen Cenevizli korsan lideri Tanner, adamlarına 'Saldırın.' diye bağırdı. Tanner emir verir vermez Mehmet de aynı biçimde emir verdi ve iki taraf karşılıklı silahlarını çekip birbir üzerlerine koşarak saldırmaya başladılar.

Mehmet'in hedefi abisini öldüren kişiden intikamını almaktı. Bu yüzden diğerleri ile uğraşmayı bırakıp direkt olarak fiziksel özelliklerinden tanıdığı Tanner'in üzerine gidip onunla çarpışmaya başladı.

Aradan geçen dakikalara rağmen yorulmayan Tanner, ne yaparsa yapsın Tuğrabozan'ı alt edemediğini, azalmayan bir hırsla ona saldırmaya devam ettiğini görünce aslında onu ne kadar küçümsediğini anlamış oldu.

Mehmet de Tanner'in bazı saldırılarına güç bela kuvvet yettirebiliyordu ama asla pes etmeye niyeti yoktu. Zaten ağabeyini öldüren bu kişinin yetenekli bir kişi olduğunu, işinin zor olacağını biliyordu. Ama içinde intikam ateşi vardı. Ona göre bu çarpışma günler de sürse kanının son damlasına kadar savaşacaktı.

Tanner adamlarının yavaş yavaş azaldığının farkına varıp bağırarak daha hızlı vurmaya başladı. Öyle ki bir yerden sonra Mehmet, iri yarı olan bu korsana karşı gelemez oldu. Derken ondan yediği yumrukla yere düşerek hançerler elinden fırlayıverdi. Tanner sonunda onu yendiğini düşünüp kılıcıyla Mehmet'i öldürecekti ki Mehmet, hemen yana yuvarlandı. Kılıç darbesinin Mehmet'e isabet etmediğini gören Tanner tekrar bir darbe indirip Mehmet'i ölümcül bir şekilde yaralıyordu ki bu sefer de Mehmet, arkasındaki yayı çıkarıp kılıcın vuracağı yere siper ederek kendini korudu. Korudu korumasına ama darbeyle birlikte yayı da ikiye bölünmüş, bölünen yay ona yeni bir fikir vermişti.

Hemen kırılan yayını onun kılıç tutan eline doladı ve tüm gücüyle onu kendine çekti Mehmet. Nihayet vurabileceği kadar onu kendine yaklaştırmayı başarınca da sol bilekliğinin sivri yeri ile bozağını kesti. Boğazının kesilmesiyle birlikte Tanner, kılıcını yere düşürüp acıyla kıvranmaya başladı. Çok geçmeden korkuyla Mehmet'in gözlerine bakarak oracıkta can verdi. Ölümsüz gördüğü liderlerinin öldüğü gören korsanlardan biri, bunu korkuyla dillendirince diğer korsanlar da korkuya kapılıp kaçmaya yeltendiler ama bunu başaramadan Mehmet ile onun emrindekiler tarafından limanın sularına gömüldüler.

Kısa süre içerisinde şehir tekrar eski güvenine kavuşunca Mehmet, kırık yay parçalarının babasına iletilmek üzere ata yüklenmesini söyleyip, hançerlerini beline takarak İmparatora rapor vermek üzere kaleye yürümeye başladı.

Buruk bir mutluluk vardı içinde Mehmet'in. Bu mutluluk kimliğini gizlemek zorunda olduğundan diline şükür, kendini zayıf göstermemek adına da gözünde yaş olarak beliremese de yüzünde bir parça tebessüm olarak belirmişti onun. Ne de olsa hiç düşünmediği bir anda ağabeyinin katiliyle karşılaşmış, kanını yerde bırakmayarak onun intikamını bugüne kadar karşılaştığı en zor düşmandan almıştı. Üstelik şehri de başarılı bir şekilde savunup korsanların halka zarar vermesine de engel olmuştu. Bu sayede hem halkın hem de İmparatorun ona olan güvenini iyiden iyiye arttırmıştı ve atalarının uğruna canlar ödediği hedefine bir adım daha yaklaşmıştı...

Merkezde, hedefleri uğruna obadan ayrılan kişilerin gönüllerinde, Orhan beyin intikamının alınmasıyla buruk bir mutluluk hakimken öte yandan obada da mutluluk veren bir olay yaşandı.

Ayla'nın sağlıklı bir şekilde ikiz kız bebekleri doğdu. Ayla, kızlarının adlarını, şehit eşi Orhan'ın annesinin adı olan Gülbahar ve yıllar önce hastalıktan kaybettiği annesi olan Hafsa'nın adını koydu. Akabinde ölene kadar eşinin emanetlerini sıkı sıkıya koruyacağına dair kendi kendine söz verdi. Onun da kalbinde, eşinin intikamının alındığından habersiz buruk bir mutluluk vardı. Üzgündü çünkü eşi yanında olup çocuklarını görememişti. Mutluydu çünkü bir beklerken tam iki tane sağlıklı kızı olmuş, hayat onun için şimdi biraz daha iyi bir hâl almıştı...

ÇEPNİ TuğrabozanWhere stories live. Discover now