00|giriş

15.6K 720 196
                                    


Zifiri karanlığın tüm şehri kapladığı bir akşamdı. Bardaktan boşanırcasına yağan yağmur, içleri ürperten uğultulu rüzgar sesine eşlik ediyordu.

Uyuyamıyordu. Gök bir kez daha gürlediğinde içi tiredi genç kadının. Ensesinden aşağı su gibi akan terlerini, uzun kollusunun bilek kısmıyla sildi. Korku, bir duman bulutu gibi etrafını öyle bir sarmıştı ki nefes alamıyordu. Kendinde ters giden bir şeyler vardı ve bu his vücudunun her kısmını uyarıyordu. Eliyle korumak istercesine şişkin karnını sardı. Bebeğine sarılıp kendini cenin pozisyonuna getirdi. Karnına ani bir sancı saplandığında ağzından bir inleme kopardı.

"Geçecek, geçecek." Diyerek avutmaya çalışıyordu kendini lakin hissetmişti. Bebeği kollarına geliyordu, biricik bebeği, onu sarmaya, yalnızlığına çare olmaya geliyordu.

"Yalnız değilsin, yalnız değilsin, yalnız değilsin."

Gözlerini sıkıca yumdu kadın. Bir sancı daha saplandığında dişlerinin arasından tısladı. Birkaç dakika sonra altında bir ıslaklık hissetti, kalbi yerinden çıkar gibi oldu. Evinde yapayalnızdı , elektrikler yoktu, karnına bıçak gibi saplanan sancı yüzünden koltuğuna sinmişti. Ani bir panik sardı her yerini.

Telefonunun nerede olduğunu aklına getirmeye çalışıyordu. Gücünü toplayıp kalkmaya yeltendi ama birkaç adımdan sonra bir kasılma ile daha yere düştü. Sürünerek yatak odasına ulaştığı sırada acıdan yüzü buruşmuştu ve korkudan ağlıyordu. Yatağının üstünde elini gezdirip telefonunu bulmaya çalışıyordu.

Bulamıyordu.

Ağlaması şiddetlendi. Tenha bir binada oturuyordu, alt kattaki komşusu olan arkadaşını arayacaktı. Tabi telefonunu bulabilseydi. Kendini kaybetmekten korkuyordu, sakinleşmeye çalıştı. Kendini zorla da olsa ayağa kaldırdığı anda içeriden bir ses geldi.

Tak. Tak. Tak.

Düzenli gelen seslerin olduğu yere olabildiğince hızlı gitti, mutfak ile oturma odasını birleştiren kapının önündeki telefonunu gördü.

"Teşekkür ederim, teşekkür ederim." Daha da şiddetlenen ağlamaları arasında konuştu. Telefonu eline aldı ve önce ambulansı aramak istedi. Numarayı yazıp telefonu kulağına götürdü lakin bir terslik vardı. Hat düşmüyordu. "Lanet olsun. Lütfen. Lütfen. Lütfen." Tekrar, tekrar denedi. "Bu gece lanetlendim, ben lanetlendim, değil mi?"

Kasılmaları artıyor, hareket etmesi zorlaşıyordu. Derin nefesler alıp kendini sakinleştirmeliydi. Duvarlardan tutunarak dış kapıyı bulmaya çalıştı. Kapıyı açıp ezbere bildiği daireye gitti ve son gücüyle kapıyı çaldı.

"Kim o?" Jinae'nin sesini duyan kadın heyecanlandı. "Jinae." Fısıldamasının ulaşmış olmasını diledi. Bilincini kaybetmemek için kendiyle savaşıyordu. Kapı açılır açılmaz kendini Jinae'ye doğru attı.

"Hana, Hana!" Kadın, kollarını arkadaşına sararak onu yatağına kadar götürdü. Dolabının içinden pil ile çalışan lambasını buldu ve açtı. Hana'ya baktığında gözleri büyüdü. Yüzü solmuş, terden sırılsıklam olmuştu. Hana bir kasılma ile daha karnını tutup bacaklarını kendine çektiğinde Jinae gözlerini büyüttü. Anında kadının bacaklarına dokundu ve ıslaklığı  hissetti.

"Tanrım."

Genç kızın ambulansı aramasının üzerinden neredeyse bir saat geçmişti. Hana arada gözlerini kapatıp sakinleşmiş gibi oluyor, kasılan karnı ile yerinden sıçrıyordu. O sırada doktorluğunun son senesini okuyan kız bilgileri ile arkadaşına müdahale etmeye çalışıyordu. Eline zor bulduğu eldivenlerini taktı ve doğumun boyutunu öğrenmek için elini Hana'nın vajinasına soktu. Eline gelen aşırı boşluk onu korkutmuştu, çok yaklaşmıştı. Bebeğin doğurtturulması gerekiyordu. Genç kız çaresizlik hissinden sessizce ağlamaya başladı. Bir yandan arkadaşını sakinleştirmeye çalışıyor, bir yandan temiz su getiriyordu. Suyun sıcak olması gerekiyordu lakin ısıtacak bir şey yoktu. Ambulans biraz daha geç kalırsa bebeği kendi doğurtmak zorunda kalacaktı.

can't see my reflection in your eyes |jikook|Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin