49. Bölüm

287 9 0
                                    

Ramazanın on ikinci cuma günü Bihruz Bey saat dokuz buçuktan on buçuğa kadar Beyazıt sergisinde gezinip eğlendikten sonra avludan çıktı. Meydanın o cihetini simitçi, çörekçi, hardalcı, pideci gibi esnafın tabla ve küfeleri, fincan, tabak ve çanak çömlek satan yaymacıların sergileri, ayak berberlerinin sandalyeleri, mangalları, mahut panoramacının –başında daima mevcut olan yirmi otuz kadar temaşacısıyla [seyircisiyle] beraber– kocaman sandığı, kundura boyacılarının kutuları, dolmacı, mumcu, zenciyelerin [zenci kadınların] tencereleri, sepetleri, tefarikçi [küçük hediyelik eşyalar satan] Hindîlerin, tespihçilerin sundurmaları, kukusçuların çadırları ve bunlarla ahz u itası [alışverişi] bulunan, bunların önünde saatlerce durup bakmaktan zevk alan birkaç yüz kadar ayak takımı aleladeden ziyade ihata etmiş [çevirmiş], camiden ve sergiden çıkacak eshabını [sahiplerini] alıp götürmek üzere vürudlarına muntazıran [gelmelerini bekleyerek] bir sıraya dizilmiş yüzlerce konak arabalarının o kalabalığa inzimamı [eklenmesi] orasını sökülmez, geçilmez bir hâle getirmiş idi.

Bihruz Bey epeyce müşkülât ile Kökçüler Kapısı tarafına geçerek basmacıların önünden Kâğıtçılar'a doğru ağır ağır yürümeye başladı.

Birkaç günden beri berdevam olarak [devam ederek] ehl-i siyamı taciz [oruçluları rahatsız] etmekte olan lodosun sakil [ağır] havası o sabah poyraza tahavvül etmekle ortalığa lâtif bir serinlik yayıldığından ikindiye karib sokaklara uğrayan erkek kadın nice binlerce halk camileri, meydanları, büyük caddeleri doldurmuş ve konak ve kira arabalarından birçoğu da aguşlarına ziynet veren [içlerini süsleyen] süslü hanımları hamilen [taşıyarak] aşağı yukarı, birbiri ardınca meydanı devretmekte bulunmuş idi.

Bir takımı gidip bir takımı gelen ve izdihamın [kalabalığın] sökülmez bir hâlde olmasından dolayı birkaç adımda bir kere tevakkufa [durmaya] mecbur olan binlerce halkın içinde siyah çuhadan düz yakalı bir önlü sakoları veya koyu renk kazmirden yakası kadifeli iki önlü paltoları yukarıdan aşağıya kadar ilikli, büyücek tablalıca fesleri iki yandan kulaklarının kısm-ı alâsını setr etmiş [üst kısmını örtmüş], keçi derisi potinleriyle parlak ve sustalı kunduraları çamur lekesinden ve tozdan tamamıyla azade [arınmış] ellilik, elli beşlik, altmışlık efendilerin sol ellerinde altın veya ipek kamçılı, nadiren inci ve mercan, bazen kehribar ve necef, bazen narçıl, yüz sürü kuka birer tesbih olduğu hâlde sağ ellerindeki gümüş kakmalı, kabzası kanca şeklinde abanozdan bastonlarına dayanarak hatavat-ı mütesaviye [eşit adımlar] ve kemal-i temkin ve vakar [dikkat ve ağırbaşlılık] ile yürüyüşleri –kolalı frenk gömleklerinin dimdik yakaları aşağıdan yukarıya doğru kulaklarını yarı yerine kadar saklamış, koyu renk ve püskülü daima yan tarafta bulunur ufarak kalıpsız fesleri kaşlarının üzerine kadar inmiş, siyah redingotlu, dar pantolonlu, parlak potinli, tek gözlüklü, eldivenli şık beylerin ellerinde bazen altın, bazen gümüş veya bağa saplı birer baston bulunduğu hâlde ekseriya ikişer ikişer ve kol kola gezerken nerede bir temiz araba veya süslü bir hanım görürlerse gözlerini ona açıp veche-i cevelânlarını [gezinti yönlerini] o tarafa tevcih etmek [çevirmek] suretiyle izhar-ı hiffetten [hafiflik göstermekten] çekinmeyişleri ekserisi ipekli parlak kumaşlardan rengârenk şemsiyeleri, feraceleriyle ve gazdan rakik [ince] ve nazik, gazeden [düzgünden (makyajdan)] lâtif ve şeffaf yaşmaklarıyla öbek öbek kenarları tutmuş olan işvekâran-ı benat-ı Havva'nın [işveli Havva kızlarının] tetavul-i eydî-i teaddiden vareste [sarkıntılık için uzanan ellerden uzak] bulunmak için meşacir-i baharın [karanfil ağaçlarının] kıyı bucak yerlerinde topluca bulunmaya meyyal [eğilimli] olan hassas çiçekleri andırırcasına âleme kendilerini hem göstermek hem de göstermemek gibi iki muamele-i mütezadeyi hüsn-i cem etmek [iki zıt davranışı bir arada göstermek] hususundaki nümayiş ve bazişleri [gösteri ve oyunları], elleri, koltukları yeşil salata, soğan ve yağlı ve susamlı simit hevenkleri, ramazan pidesi çıkınları ile dolu olduğu hâlde baklava börek tahayyülâtı [hayalleri] ve kahve ve tütün tahassüratı [özlemleri] ile bî-sabr ü aram [sabırsız] kalan ve iftar dakikasına yetişmek için saatin saniyelerini adımlarıyla saymak itiyadında [alışkanlığında] bulunan şikem-perverlerle [açgözlülerle] tiryaki babaların o sökülmez geçilmez izdihamın [kalabalığın] içinde bunalıp hesaplarını şaşırdıkça lahavle-gûyan [lâhavle çekerek] baş sallayışları şayan-ı dikkat temaşalardan [dikkate değer seyirlerden] idi.

Araba SevdasıHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin