29. Bölüm

291 11 0
                                    

Bihruz Bey sal a manjeden çıktığı gibi doğruca kabine dö travayına gitti. Mumlarını yaktı. Armuvarını açtı. İçinden mektup gibi bükülmüş bir kâğıt çıkardı. Orta yerdeki masanın üzerine koydu. Kendisi de bir sandalyeye geçti. Masanın yanına oturdu. Bükülü kâğıdı açtı. Bunun arasından bir diğer kâğıt daha çıktı. Bunları kemal-i dikkatle mütalâaya [büyük bir dikkatle] başladı.

Bu kâğıtlar Periveş Hanıma Gülşeker Hanımın yediyle takdim olunan muhabbetnamenin müsveddesi ve ona melfuf [eklenmiş] bulunan kuplelerin sureti idi. Bunları mütalâadan maksadı ise mündericatı içinde maşuka-i "siyeh-çerde"nin mucib-i infiali olacak [içeriğinde sevgili "karayağız"ını kızdıracak] bir fena lâkırdı, bir çirkin ibare, bir manasız kelime olup olmadığını anlamaya münhasır [yönelik]idi.

Bihruz Bey iptida muhabbetnameyi süzerken o âşıkane sözleri ziyadesiyle beğenir, o santimantal[322] ibarelerden bizzat fevkalâde müteessir olur ve bunları okumuş olması lâzım gelen maşuka-i bîmürüvvetin [vefasız sevgilinin] nasıl olup da insafa, yani Çamlıca'ya gelmediğini düşündükçe taaccübe düşerdi [hayret ederdi].

"Bu sizi görerek, bu sizin letafetleriniz içinde natürün en sevimli işlerinden birisini admireederektir ki kendimi kandırdım ki benim fikirlerim mütecasirane [cesurca] olduğu kadar sehivli [yanlış] de imiş. Zira hep benim mağrur [gururlu] safsatalarım karşı konulması muhal bir letafetten [imkânsız bir güzellikten], bir cazibeden beni müdafaa edemedi. Aşka cesurane karşı koymuş idim. Aşk kendi kudret ve kuvvetini dil-firib [gönül alıcı] bir şey üzerinde kamaşmış gözlerime karşı kâmilen arz-ı izhar ederek [bütünüyle göstererek] beni cezalandırıyor."

Böyle dil-şikâr [gönül avlayıcı] sözler, böyle sevda-nüvaz [sevdayı okşayıcı] tabirlerle dopdolu olan bir name-i muhabbetin [aşk mektubunun] nasıl olup da sarışın hanımın gönlünü aldatmaya kifayet edemediğine Bihruz Bey taaccüplerle [hayretlerle] beraber teessüfler etmekte [yazıklanmakta] haklı idi.

"Evet küçük hanımefendi! Bir görüşte âşık olunabiliyor, tekmil hayat için tapınılabiliyor, o müennese [kadına] ki yal- nız süratli bir gölge gibi görülmüştür. Bunun ispatı sizsiniz ey cism-i lâtif [güzel varlık]!"

Bu fıkrayı okuduğu zaman bîçare Bihruz Bey o kadar tuşe oldu ki hemen ağlayacak idi. Bereket versin fıkranın içindeki müennes kelimesinin manasını ve orada ne işi olduğunu unuttuğundan bunu anlamak için muhabbetnamenin Fransızcasına ve sonra da Biyanki ve Hançerî lugatlerine müracaat mecburiyet ve meşguliyeti kirpiklerine kadar gelmeye istidat gösteren sirişk-i teessüratı muvakkaten [yaklaşan üzüntü gözyaşlarını geçici olarak] durdurmuş idi.

Fıkrada "tekmil hayat için tapınılabiliyor o müennese ki" ibaresi Fransızcasındaki "lon pö tadore pur la vi sel kö"nün tam tercümesi olduğunu epeyce bir zahmetle anladıktan sonra Bihruz Bey fıkrayı tekrar okudu ve ilk okuyuştaki tatlı mahzunluğu buldu ise de gözleri bu defa yaşarmak istidadını göstermedi.

Bu mahzunlukla mütalâada devam ediyordu. Muhabbetnamenin en çok yürek yakıcı parçalarından "Aşk! Aşk bana bu keskin ateşleri hissettirişin bilâhere meprize[326] olmuş şiddetli bir pasyonun[327] ümitsizliğiiçindeterketmekiçinisebenibitirdin!"fıkrasınıokuyuncabiraz evvel menbaına avdet etmiş [kaynağına dönmüş] olan katarat-ı teessürden [üzüntü damlalarından] birkaç tanesi kirpiklerinin ucundan elindeki kâğıdın üzerine "tıp! tıp!" diyerek düştü. Bu damlaların sukutu [düşüşü] Bihruz Beyin yüreğini daha ziyade tuşe ettiğinden bîçare âşık kendini bütün bütün alâm-ı yeise [ümitsizlik elemlerine] terk ile eni konu ağlamak istedi ise de âşıklığının en büyük nişane-i temayüzü[göstergesi] olan kabiliyet-i bükâsından [ağlama kabiliyetinden] husule gelen nihanî [gizli] memnuniyeti o bükâ-yı teessürü girye-i sürura [üzüntü gözyaşlarını sevinç gözyaşlarına] çevirdi. Fakat o da çok devam edemeden kesildi.

Muhabbetname yukarıdan aşağıya kadar fıkra-be-fıkra,ibare-be-ibare nazar-ı muayeneden [parça parça, kelime kelime kontrolden] geçirilerek içinde fena bir söz olmadığı ve bilâkis her sözü bir başka tesiri, bir başka neşeyi havî bulunduğu [içerdiği] anlaşıldıktan sonra müsvedde bir tarafa bırakılarak nevbet-i muayene [kontrol sırası] kuple suretine geldi.

Kupledeki lugatlerden [kelimelerden] çoğunun manalarını unutmuş idi. Lugat-i Osmaniye'ye müracaatla bunları tekrar öğrendi. Hepsi de güzel manalara delâlet ediyordu. Geçen defa üç noktalı "çerde"dir diye bakmış olduğu "cerde" kelimesinin "sarı" demek olduğunu hatırda pek iyi tutmuş olduğu hâlde buna da bir kere daha baktı. Bu sefer kelimenin lugatte bir nokta ile yazılmış olması ve tarifinde: "sarı renk" cümlesini "at ki kuladan açıktır" sözlerinin takip etmesi nazar-ı dikkatini celp etti[dikkatini çekti].

Evvel emirde [İlk olarak] bu nokta hakkındaki şüphesini hall [çözmek] için tekrar Vasıf Divanı'na müracaat etmek istediyse de Divan yine haremden aldırılmış bulunduğu ve bir nokta için gece vakti oda oda dolaşıp şunu bunu taciz etmek reva [uygun] olamayacağı cihetle bundan sarf-ı nazar ederek [kaçınarak]: "at ki kuladan açıktır"ı düşünmeye ve buna zihninde bir tevil [yorum]aramaya başladı.

Halbuki bu tevili bulabilmek "bir siyeh-çerde civandır" mısraındaki "bersiye" kelimesinin manası bilinmeye mütevakkıf [bağlı], bu kelime ise Lugat-i Osmaniye'de mefkud [yok] idi. Fakat "bersiye" Bihruz gibi lugat kitaplarına dahil olmayan bir nom propr olmak –mısraa, "Bersiye nam kız, genç bir blonddur" manası yakıştırılabildiğine nazaran [bakılarak]– karibü'l-ihtimal [ihtimale yakın] görünüyordu.

Mısraa böyle bir mana vermek ise bayağı zarurî bir keyfiyet idi. Çünkü bir şansonetin içinde kula atın ne işi olacak? Vasıf şair, bir at uşağı değildi ya? Mamafih "bersiye"nin ne demek olduğunu kalem arkadaşlarından sorup öğrenmek de mümkün değil mi? Elhâsıl Bihruz Bey gerek muhabbetnamede gerek kuplelerde sarışın hanımı gücendirecek fena bir söz olmadığına kail olduktan sonra, "bir siyeh-çerde civandır" mısraını bir kâğıt parçasına yazdı, kağıdı büktü, jilesinin cebine koydu. O zaman saate bakmak hatırına geldi. Saat beşe yaklaşmıştı. Dadı kalfayı yinebaşında beyaz örtüile odakapısının eşiğinde dimdik görmemek için Mişel'i çağırdı. Mumların söndürülmesini ona havale ile kendisi hareme girdi. Soyundu yatağına yattı. Nüzhetgâh-ı hayalînin [hayalî gezinti yerinin] civar ve kenarında ruhunu gezindire gezindire tatlı bir uykuya daldı. 

Araba SevdasıHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin