20. Bölüm

415 13 2
                                    

Birinci olarak karaladığı mektuba bile hande-bahş-ı hayret olmaya [şaşkınlıktan güldürmeye] şayan olan bu udhuke-i garabeti [tuhaf ve gülünç mektubu], bu ucube-i kitabeti [yazı ucubesini] Bihruz Bey kemal-i dikkatle [büyük bir dikkatle] hemen bir on defa okudu. Biraz ziyade alafranga düşmüş olmasından başka hiçbir kusurunu bulamadı. Bu kusur ise takdim olunacak zatın alafrangalığına göre mükemmeliyete delâlet edecek bir hâl [mükemmelliğin kanıtı olacak bir durum] idi. İşte müsvedde bu suretle hazırlandıktan sonra hüsn-i muvaffakiyet emaratından [başarısının göstergelerinden] olan mahzuziyetler, beşaşetler asarından [haz ve sevinç eseri] olmak üzere beyefendi kâh ıslık çalarak, kâh ağzından "lel lele lel lele lel lele lel lel" diye mühmel lâfızlar [anlamsız sözler] çıkararak Bel Elen havalarını terennümle [söyleyerek] odanın içinde dolaşmaya başladı. Nihayet yazıhanesini açtı. Kenarı yaldızlı, bir ucuna goncalı pembe bir gül resmolunmuş, misk gibi kokar bir kâğıt, bir de zarf çıkardı. Müsveddeyi kemal-i itina ile [tam bir dikkatle] bu kâğıda nakletti. O zaman bu mektuba bir güzel poezi veya bir kuple leffetmeyi [eklemeyi] düşündü. Sökreter de zaman'ı karıştırırken gözüne ilişen şiirlerden bazılarını tekrar okudu. İçlerinden bir tanesini pek beğendi. Bu şiir ismi bilinmeyen bir kadın için yapılmış üç kuple'den ibaret bir şanson idi. Bihruz Bey ismini henüz haber alamadığı maşukasına bu şiiri takdim etmekte hüsn-i muvafakat [uygunluk] düşündü. Lâkin bunu aynen yazmayı –şayet bilinir diye– istemedi. An ver tercümeye Türkçe'nin müsaadesizliğini [yetersizliğini], an proz tercümede ise bir letafet [güzellik] olamayacağını mülâhaza etti [düşündü]. Mamafih kuplenin içindeki o güzel fikirlerin, o nazik hislerin Türkçe'ye çevrilmişi nasıl olacağını anlamak için şu suretle tercüme ediverdi:


"Gül tesmiye ederim [adlandırırım]

O müennese [kadına] ki benim aklımı bulandırır.

Eğer kelime şeyi resmetmeye borçlu ise

O müennesin [kadının] bu dilber ismi almaya hakkı vardır,

Bir gül gibi.

Bir gül gibi

Beni kendisine doğru çektiğinden beri

Yüreğim hiç durmayarak vuruyor.

Onu koklamaktan yanıyorum.

Bir gül gibi!

Bir gül gibi

Düşünmeksizin mest eder;

Sebep olduğu santiman

O santimanlardan değildir ki geçtiği görülür

Bir gül gibi.

Bu tercüme fena değildi. Lâkin Bey bunu şayan-ı takdim [sunmaya uygun] bulamadı. Çünkü poezinin aslını gözünün önünden uzaklaştırdığı gibi tercümesinden hiçbir şey anlayamıyordu. Hele "Kelime şeyi resmetmeye borçlu ise" cümlesinden evvelâ, bu şiiri yazan şair-i Fransevî'nin [Fransız şairinin], saniyen, mütercimin [ikinci olarak, çevirenin] kastettiği manayı bulup çıkarmak muhal [imkânsız] idi. Ve bir de gül denilen bir çiçeğin insanlar gibi düşünmek hassası bulunduğuna dair Langaj de Flör'de, Histuar Naturel'de bir bahse tesadüf etmediği gibi Mösyö Piyer'den de şimdiye kadar böyle bir şey işitmediğinden şairin bu sözünde de bir rezon bulamıyordu.

Böyle sözleri anlamak şair olmaya mütevakkıf [bağlı] olduğunu teemmül ile [düşünerek] kendisinin de bir şair olamadığına bir aralık teessüfler etti [yazıklandı] ise de bu santimanı pek çok devam etmedi:

— "Tu le poet son fu!" diyerek bu mahrumiyetin dahi tesellisini buldu. Lâkin muhabbetnameye [aşk mektubuna] bir şiir leffetmek [eklemek] ziyadesiyle yakışacağından bu arzudan kendisini alamıyordu.

"Ah! Türklerde adam gibi bir şair gelmemiş ki. Yalnız Vasıf isminde birisi şansonette'de epeyce meşhur olmuş ise de bunun yazdığı şeylerin de ekseri komik nevinden. Sanki Türklerin Moliére'i olacak. 'Sokak Süpürgesi' filân gibi inyobl lâkırdıları da şiire sokmak, hem de bunu bir kadına karşı söylemek ne kadar bayağılık!.. Dün akşam bizim Mösyö Piyer de kadınlar için epeyce münasebetsiz şeyler söyledi. Lâkin sal a manjede çok beklettiğim için canı sıkıldığından söyledi: Kes köse kö lamur? Set ön tambur. Set ön tambur. Mon şer kavaliye, anfen javu kö lö bo seks vo miyö kön lapen! Amma tuhaftı ha!.. Başında tüylü şapka, sırtında rob dö şambr, iki koltuğunda birer Bordo şişesi. Ah, darılmayacağını bilsem şu rüyayı kendisine hikâye ederdim. Bizim Keşfi de arabacı olmuştu! Ya benim yağız atın havada uçuşu!.. O kaplumbağalar da ne idi. Fino köpeğinin Bel Elen'i şante etmesi, hepsinden drol! Lel le le lel lel. Lel lele lel lel. Lel lele lel lel. Lel lel la!.."

Araba SevdasıHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin