fourteen ☄ the end

306 52 19
                                    

Mark: Bugün kafeye gitmeyin, direkt meydanda toplanalım.

Yılın son günü, altı gencin telefonuna gelen mesaj onları şaşırtmıştı. İlk defa kafe dışında bir yerde toplanacaklardı, bu garipti. Yine de çok sorgulamadan okul çıkışı aynı saatte meydanda toplandılar.

İlk defa geciken kişi Mark olmuştu. Her hafta toplandıkları saatte, altısı da meydanda bekliyordu fakat Mark yoktu. Jeno gergince ayakkabısının burnunu yere sürtüyordu. Jisung ve Chenle kendilerinden beklenmeyecek derecede sessizdi. Donghyuck'un bakışları ise etrafı tarıyordu, siyah saçlı çocuğun ne taraftan geleceğini görmeye çalışır gibiydi.

Onlara saatler gibi gelen birkaç dakikadan sonra, Mark'ın ayaklarını sürüyerek onlara yaklaştığını fark ettiler. Omuzları düşmüştü, başı önüne eğikti. Onu ilk defa böyle görüyorlardı. Bu biraz telaş yapmalarına yol açmıştı, Chenle ve Jisung o sessiz hallerinden bir anda sıyrılıp Mark'ın yanına koştu.

"Hyung!"

Altısı birden çocuğun etrafını sardı, bir şey demesini bekliyorlardı. Belli etmeseler de hepsinin içinde kötü bir his vardı. Kanadalı olan başını kaldırıp arkadaşlarına baktı, gözleri kızarmıştı. Söyleyecek olduğu kelimeler onu da üzüyordu fakat elinden gelen bir şey yoktu.

"Çocuklar...şöyle oturalım mı?"

"Oturmayalım bence, neler oluyor hyung?" Renjun'in kaşları çatılmıştı. Yavaş yavaş endişesi artıyordu.

Mark gergince saçlarını karıştırdı, altı çift gözün merakla ona bakıyor oluşu onu daha çok germişti. Gözlerine dolan yaşları geri göndermek adına birkaç kez gözlerini kırpıştırdı. Başarılı olabildiği söylenemezdi, yine de bunu onlara belli etmemek adına başını daha çok eğdi. Elini havaya kaldırıp 'bir dakika' dercesine bir işaret yaptı. Çabaları işe yaramamıştı, ağladığını fark eden Jeno ve Renjun iki yandan kollarını bedenine sarıp sımsıkı sarıldı. Neler döndüğünü anlayamamışlardı.

"Sizi böyle bırakıp gidiyor olmaktan nefret ediyorum." dedi Mark burnunu çekerek. "Ama burada da daha fazla kalamayız."

"Homofobikler mi yine?" Jisung bu soruyu öyle sessiz bir tonda sormuştu ki, duymadıklarını düşünmüştü ama Mark hafifçe başını salladı. Babalarına yapılan baskılar ve edilen hakaretler gün geçtikçe katlanılmaz bir hal almıştı. Üzüleceğini bildikleri için Mark'a belli etmemeye çalışmışlardı, ancak artık daha fazla Seoul'de kalabileceklerini sanmıyorlardı.

"Hyung..." Donghyuck zor duyulur bir tonda mırıldandı. "Seni bizimle kalman için zorlayamayız, zaten eninde sonunda aramızdan biri ayrılacaktı. Bu kişinin sen oluşu bizi daha çok üzüyor tabii ki ama elimizden bir şey gelmez." Gülümsemeye çalıştı, gözlerinin dolduğuna inanamıyordu. Diğerleri de bunu fark etmiş, şaşkınlıkla onu izliyorlardı. "Şu kısacık zamanda bize destek olmayı bir an bile bırakmadığın için sana teşekkür ederim."

Donghyuck'un kısa konuşması çocukları cesaretlendirmişti. Her biri düşüncelerini kelimelere döküp en azından gitmeden önce Mark'a onlar için ne kadar önemli olduğunu anlatmaya çalışıyorlardı.

"Evine güvenle git." dedi Jeno, zar zor toparlayabildiği bir kaç cümleden sonra, ardından çocuğa sıkıca sarıldı. Herkes vedalaşırken Jisung en arkada, ağlamamak için kendini sıkıyordu. Mark bunu fark edince kollarını açıp Jisung'un etrafına sardı.

"Seni özleyeceğim."

"Ben de sizi çok özleyeceğim."

En sona Donghyuck kalmıştı. Sanki vedalaşmak istemiyormuş gibi bir kenarda durmuş, diğerlerini izliyordu. Mark herkesle vedalaştıktan sonra dolu gözleriyle Donghyuck'a döndü, neden uzakta durduğunu anlamamıştı.

"Hyuckie?"

Donghyuck kendini daha fazla tutamayarak ellerini yüzüne bastırdı, bir anda ağlamaya başlamıştı. Büyük olan bunun üzerine çocuğa sıkıca sarıldı, şefkatle saçlarını karıştırdı. "Elbette bir gün yine görüşeceğiz, bu kadar ağlamayın."

"Seni seviyorum Mark hyung." Esmer olan, kollarını büyüğünün etrafına sararken titreyen bir sesle konuşmuştu. Mark dayanamayıp geri çekildi.

"Beni de ağlattınız ya," dedi elinin tersiyle gözlerini kurulayıp. "En azından gözüm arkada kalmayacak, çünkü birbirinize her zaman destek olacağınızı biliyorum."

O sırada bir araba gelip biraz ilerilerinde durdu, bunlar Mark'ın babalarydı. Taeil camı indirip başını dışarı çıkardı, çocuklara baktı. "Mark."

Gitme zamanı olduğunun hepsi farkındaydı, yapacak bir şey kalmamıştı. Yeniden ve son kez sevgiyle sarıldılar. Bu defa hepsi ağlıyordu, artık gözyaşlarını tutmaya çalışmıyorlardı.

"Kendinize iyi bakın çocuklar." Bunlar, arabaya binmeden önce Mark'tan duydukları son kelimeler olmuştu.

Son bir bölüm daha kaldı, üzgünüm ama biraz daha ağlayacağız :')

O bölüm henüz bitmediği için biraz gecikecek, yarım saat ya da kırk dakika içinde paylaşırım.

dear dreamWhere stories live. Discover now