twelve ☄

318 50 3
                                    

Aradan haftalar geçmiş, yedi gencin arasındaki bağ daha da güçlenmişti. Günlük hayatlarında pek bir şey değişmiş sayılmazdı fakat yine de asosyalliklerinden biraz olsun sıyrılmışlardı.

Örneğin, Jisung'un ona Korece öğretmeye başlamasıyla Chenle artık çevresinde konuşulanları anlamaya başlamıştı. Jeno, Renjun ve Jaemin fazlasıyla yakın arkadaş olmuşlardı. Mark ise Donghyuck'un kendine güvenini artırmak için elinden geleni yapıyordu, esmer çocuk artık eskisi kadar pasif kalmıyordu. Başını tehlikeye sokmayacak derecede kafa tutabilir hale gelmişti. Jisung'un okul çıkışlarına ise dönüşümlü olarak gidiyorlardı.

Ufak da olsa bir arkadaş çevresi edindiklerini gören ailelerinin tavrı da değişmişti, artık daha az baskıcı davranıyorlardı. Oğullarının sosyalleşiyor olması onları mutlu ediyordu. Eh, bu durumdan en çok memnun olanın Jeno olduğu söylenebilirdi.

"Sayılmaz!" Chenle'nun aniden cırtlak bir sesle bağırması hepsinin sıçramasına yol açmıştı. "O bir kelime sayılmaz, banane!"

"Ne demek sayılmaz, kelime işte!"

Jaemin ne olduğunu ancak bakışlarını oyun tahtasına çevirince anlamıştı. Kahkahalarla gülmeye başladı. Renjun, harf taşlarıyla bir terimin kısaltılmışını yazmıştı ve inatla bunun bir kelime sayılabileceğini savunuyordu. Chenle ise ciyak ciyak bağırarak kısaltmaların geçerli olmadığını anlatmaya çalışıyordu.

"Lele haklı," dedi kıkırdamalarının arasından, "kısaltmalar sayılmaz."

"Bence sayılmalı." Bu kez konuşan Donghyuck'tu, elini çenesini altına koymuş, düşünceli bir ifadeyle oyun tahtasını izliyordu. Sonra sağ köşeye yakın bir kelimeyi işaret etti. "Özel isimleri kabul ediyorsak kısaltmaları da kabul edebiliriz."

Renjun, birinin ona destek çıkmasıyla mutlu olmuştu. Başını geriye atıp bir kahkaha patlattıktan sonra kollarını solunda oturan Donghyuck'a sardı. "Teşekkür ederim~"

"Tamam, öyleyse bütün kuralları yıkıyoruz!" diye bağırdı Jeno, yumruğunu havaya kaldırmıştı. Diğerleri onun bu heyecanına kahkahalarla gülmeye başladı. Gerçekten de oyun başladığından yapmadıkları saçmalık kalmamıştı, akıllarına ne geldiyse onu yazmışlardı. Oyun tahtasında yarısı Korece, yarısı Çince bir kelime bile vardı ve hiç kimsenin bunun ne anlama geldiği hakkında bir fikri yoktu.

Tahtaya birbiri ardına saçma sapan kelimeler eklemeye devam ederlerken hiç olmadıkları kadar mutlulardı ve eğleniyorlardı. Mark içinden o ilanı vermenin hayatında aldığı en mantıklı karar olduğunu geçirdi, belki milyonuncu defa. Masanın etrafını çevreleyen altı genç de onunla benzer fikirdeydi. O ilanı dikkate alıp bu kafeye gelmek, yaptıkları en doğru şeydi.

dear dreamWo Geschichten leben. Entdecke jetzt