XV - The Forgotten Thing

197 13 2
                                    

Birden irkilip yatakta doğruldum ve pijamamın askılarını düzelttim.

“Scarlett, uyanık mısın? Girebilir miyim? Bir şey söylemeyi unuttum.” Harry’nin, hayalperest zihnimin bana oyun oynamadığını kanıtlayan tereddütlü sesini duyduğumda gözlerimi irileştirdim.

“G-girebilirsin.” Bu sesin benden çıkmadığına yemin edebilirdim.

Kapım yavaşça açıldığında ilk gördüğüm aradan çıkan bir bukleydi. Harry kafasını uzatıp komik bir şekilde sırıttıktan sonra içeri girip kapıyı kapattı. Altında siyah bir Adidas eşofman, üstünde de beyaz bir kolsuz tişört vardı.

Onu dar kot pantolonsuz ilk görüşümdü sanırım.

“Öncelikle rahatsız ettiğim için pardon,” diye mırıldandıktan sonra birkaç adım attı. Kaşlarımı merakla kaldırmıştım.

“Ayakta kaldın, gelebilirsin, yani, oturman için söyledim tabi,” dedim suratım kızarırken. “Tabi sen bilirsin.”

“Teşekkürler,” deyip yatağın kenarına oturdu ve tekrar gülümsedi. Kendimi gülüşünü seyretmemek için zorlayarak bordo ojeli parmaklarımı incelemeye çalıştım.

“Ee, ne diyecektin?” dedim ve dayanamayıp yüzüne baktım.

“Ne diyecektim…” diye mırıldanıp gözlerime baktı. O şekilde on beş saniye falan geçtikten sonra dudaklarını ıslattı. “Bir saniye,” dedi hemen ardından gözlerini kaçırarak. Güldüm ve saçlarını karıştırma isteğimi elim havadayken bastırdım. Biraz geç olmuş olmalıydı ki, Harry sorarcasına havadaki elime baktığında sırıtıp parmaklarımı şıklattım.

“Belki aklına gelir diye yaptım…”

“Hala gelmedi.”

“Biraz dur o zaman, aklına gelene kadar?”

Tabii Scarlett, söyleyeceği şeyin aklına gece boyunca gelmemesini de dile tam olsun.

Harry beni başıyla onaylayıp biraz düşündükten sonra eski okulum hakkında birkaç soru sordu. Beni öyle güzel dinliyordu ki anlattıkça anlatasım geliyordu. Aradan ne kadar vakit geçtiğini bilmiyordum ama en son Harry yanımda dirseğini yastığa koymuş uzanırken bana küçükken ablasının arkadaşlarına duyduğu hayranlığı anlatıyordu ve ben de gülmemi tutmayı uzun süre önce bırakmıştım.

“Çapkın olmadığına eminsin değil mi?”

“Belki de emin değilimdir,” deyip kaşlarını oynattı.

“Şu an yatağımda olman da bunu doğruluyor…” diye mırıldandığımda Harry birden dondu.

“Şey, rahatsız oluyora benzemiyorsun?” Bu cüretkâr soruya vereceğim cevaba göre kalacak veya kalkıp gidecek gibi bir hali vardı.

“Sence, Potter?”

“Bilmem ki,” dedi cılız bir sesle. Nefesi yüzüme çarptığında irkildim. “Ev arkadaşları bu tarz muhabbetlere giriyor mu?”

“Ben de bilmiyorum,” dedim omuz silkerek. Rahatsızca kıpırdandığımda, parmaklarım yanlışlıkla karnına değdi, bunun üzerine Harry bir tereddütten sonra ufak bir sırıtışla aniden kendini geri çekti. “Ö-özür dilerim, yoksa canını m-” derken jeton düştü. “Dur bir dakika,” dedim suratımdaki hınzır ifadeyi gizlemeden. “Yoksa sen gıdıklanıyor musun?”

Harry gözlerini irileştirip başını iki yana salladığında, gülümsemem tüm yüzüme yayılmıştı.

Aniden doğrulup karnını dürtmemle yatağa sırt üstü uzanıp bağırarak gülmesi bir oldu. Açıkçası bu beni daha da heveslendirmişti. Ben onu gıdıkladıkça ellerimi yattığı yerden tutmaya çalışıyor, bense bir şekilde elimi kurtarıp yeniden karnına -beni heveslendiren tek şey gıdıklanmasıydı, karnına dokunmak falan değil- saldırıyordum.

Harry, tekrar iki elimi yakalayıp gözlerime baktığında, gözlerinin ne kadar güzel olduğu ve ellerinin benimkileri ne de güzel kavradığı düşüncesi zihnimi tamamıyla dolduruvermişti. Harry bu boşluğumdan yararlanıp beni tepetaklak etti. Şimdi sırt üstü uzanan bendim, ellerimse onun ellerindeydi.

Hiç şansım yoktu.

Bir sır olarak, bu durum hoşuma gitmişti. Şşşt. Onun bilmesi gerekmiyor.

“Peki, sen gıdıklanıyor musun?” dedi yüzüme eğilip.

Yutkundum. “Yoo. Gıdıklansam seni gıdıklamazdım. Sonuçta sen benden daha güçlüsün?” dedim ifadesiz bir surat takınmaya çalışarak.

Aslında yalan söylemiştim. Tanrım, deli gibi gıdıklanırdım. Ama bunu da bilmesi gerekmiyordu. En azından şimdilik.

Harry, memnunsuzca dudaklarını büzdüğünde rahatlayarak tuttuğum nefesimi verdim.

Tam bir saniye sonra, olmuştu.

Yakalanmıştım.

Harry’nin yüzünde arsız bir sırıtış belirdiğinde artık çok geçti. “Seni yalancı.” Tek elini çekip beni gıdıklamaya başladığında öyle gülüyordum ki, kendisi de en az deminki kadar gülmeye başlamıştı.

Saçları darmadağınık olmuş, yanakları pembeleşmişti ve gamzeleri resmen buradayım diye bağırıyordu. Harry Styles’ın kahkaha atışını izlerken tahrik olmak gayet olasıydı.

Ancak ciddi anlamda gülmekten ölecektim. Gerçi eğer öleceksem de böyle ölmeliydim. Onunla gülerken. Her neyse.

Harry sonunda ellerini çekti ve kızardığından yüzde yüz emin olduğum suratıma baktı. Nefes nefese yüzüne bakarken kaşlarımı çattım. Omuz silkti. “Sen kaşındın.”

“Çok acımasızcaydı,” diye söylendim.

Ben kaşlarımı çatarak ona bakmayı sürdürürken Harry, yüzüme gelmiş saçlarımı düzeltti ve birden doğrulup hiçbir şey olmamış gibi az önce uzandığı yere geçti. Ben, içimdeki tuhaf dalgalanmayı görmezden gelmek için Harry’yi azarlamayı seçmiştim ama bu onun daha çok hoşuna gitmişti. Bu yüzden konuyu değiştirmeyi seçtim.

Beş dakika sonra birbirimizin suratına esnemeye başladığımız sırada Harry eve kedi almak istediğinden bahsederken birden duraksadı. “Uykun geldi değil mi?”

“Heeeevettt,” dedim esnemeyle karışık.

“Dur!” dedi zaferle. Ağzımı kapattığım elimle donup kaldım. Gülümseyip –bu kaçıncı shottı artık- devam etti. “Hatırladım.”  

Yorgunca güldüm. “Biiiz şampiyonuuuz, dostuum…” diye mırıldandım. “Daha doğrusu sen. Ama şarkı böyle, değiştirmek olmaz. Freddie’yi anıyoruz.”

Harry yarım bir gülümsemeyle beni izleyip başını salladı. “Ben diyecektim ki,” derken başımı yastığa koydum. “Bayan Nell, sabahları saat 10’da gelir, ortalığı süpürür ve işi bitince gider. Sabah banyoda bir kadın görürsen korkma. Veya odana girerse falan.”

“Bu muydu?” deyip omuz silktim. Harry gözlerini kaçırdı. Alaycı ifademle devam ettim. “Peki gördüğüm kadının Bayan Nell olduğunu nasıl anlayacağım?”

“Gördüğün tek kadın o olacak çünkü.”

Aldığım cevaptan kesinlikle aşırı derecede etkilenmemiştim. Kesinlikle.

Harry, ne yapacağını bilemez bir halde kıpırdandığında elimi omzuna koydum. “Kalabilirsin,” diye mırıldandım açıp kapattığım gözlerimi gözlerine odaklamaya çalışırken. Harry, sanki dünden razıymış gibi başını yastığa koymuştu. Üstümdeki yorganı onun üstüne de örttükten sonra hemen yanına kıvrılmıştım. Harry, kolunu çekingen bir şekilde sırtıma sardığındaysa tamamen içgüdüsel olarak ona sarılarak başımı tıpkı dün geceki gibi göğsüne koymuştum.

Dünyanın en yumuşak yastığı bile Harry Styles’ın gövdesinden daha rahat olamazdı.

Moves Like StylesHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin