I | tenin, bedenin

832 33 6
                                    


Hiçbir şey yapmak istemiyordum. Yapabilseydim eğer derimi atıp bambaşka bir bedene bürünürdüm. Tıpkı bir yılan gibi... Sıkılıyordum. Bir şeyler, bir şeyler, bir şeyler kafamda dönüyordu. Anlamalandıramadığım bir şeyler beni boğuyordu. İnsanlar sıkıcı, dersler sıkıcı, şuan elimi gezdirdiğim tozlu raflardaki kitaplar bile sıkıcı geliyordu. Sahi, neden buradaydım? Ne işim vardı benim kütüphanede? Sanki ayaklarım benden habersiz getirmişti beni buraya. Umursamadım. Küçük bir an için kütüphanede olmak hoşuma gitmişti. İnsanlardan kendimi zaman zaman soyutlardım. Ve soyutladığım zamanlarda kütüphaneye gelirdim. Bunu ne zaman farkettim bilmiyorum ama kendimi sığınakta gibi hissederdim. Benim kimseden habersiz sığınağım tozlu raflardan, eski kitaplardan ve derin bir sessizlikten oluşuyordu. Kitaplar güzeldir, dokunmayı bilirsen. Sessizlik daha da güzeldir, delirmeden durabilirsen. Ama sanırım ben ikisini de beceremiyordum. Ne dokunabiliyordum, ne de delirmeden durabiliyordum. Aklımı kaçıracak gibi hissettiğim zamanlar saçlarımla oynardım. Çocukluktan kalma bir alışkanlış işte, daha fazlası değil. Defalarca pembeye boyadığım, boyamaktan uçları kırılmış uzun saçlarım... Pembe renginide sevmezdim aslında ama o bana çok yakıştırmıştı... Belki kendisi pembeyi sevdiğindendi 'beyaz tenine çok yakışıyor' derdi. Anılarım kitap raflarının arasından taşıp, kitap yığının altında kalmışcasına acıtmıştı canımı... Gülümsemekle yetindim. Sanki gülümsemek her şeyin üstesinden gelmek gibiydi benim için. Gelebilmiş miydim? Hayır. Lakin bunu içten içe bilsemde ağzım söylemeyi, mantığım kabul etmeyi redediyordu. Bense kalbimin derinliklerine atıp üstünü örtmekle yetiniyordum. Geçmişti. Geçmiş, geçmişte kalmalıydı. Adı üstünde "geçmişti" geçmesi gerekiyordu, gözlerimin buğulanması değil.
Yapabileceğimin en iyisini yapmaya çalıştım. Acılarımı görmezden geldim. Yeni çıkan kitaplara baktım, eski kitap sayfalarını kokladım.

Sonra kitap raflarının arasında onu gördüm. Benim sığınağımda tomurcuklanmış bir çiçek gibi duruyordu.  Raflardan rastgele bir kitap alıp onu daha iyi görebileceğim bir yere oturdum. Siyah kömür karasına çalınmış saçlarını toplamıştı, kahkülleri dökülüyordu alnına. Sürdüğü kırmızı ruju dişlediği kalemden dolayı dağılmıştı biraz, önündeki kahve bardağına da dudaklarının izi geçmişti. Güneş beyaz tenini yalayıp geçiyordu. Eteğinin altına giydiği siyah çoraba lanet ettim o an, dağılmış görünüyordu. Gözaltları kaç gecenin sabahına uykusuz uyandığını belli ediyordu. Topladığı saçından sürekli çıkan saçını her beş dakikada bir kulağının arkasına atıyordu. Zarif ince parmaklarındaki kırmızı ojeler dikkat çekiciydi...

Şimdi yanımda yatan kadına bakıyorum. Sevişirken iz bırakmamaya çalıştığım sırtı bana dönük. Uykuya dalarkenki nefes alış verişlerini dinliyorum. İlk gördüğümde toplanan saçları şimdi yastığa dağılmış. İçimdeki öpme isteğini bastırıyorum, uyanmasından korkuyorum. Üzerindeki ince örtüye sıkı sıkıya sarılı kolları, üşüyor olmalı ama umursamıyorum. Çünkü elleri dikkatimi çekiyor. Yine kırmızı ojeli. Bu sefer de tırnaklarını kesmiş. Uzun zamandır kısa tırnakları, sormayı çekindiğim bir an söylemişti. "Kendim için kestim tırnaklarımı." demişti. Neden sorusunu sormaya dilim varmamıştı. Saçlarından öpmekle yetinmiştim ama o konuşmaya devam etti. "Bir başkasının teni dolmuşken tırnaklarıma seninle sevişmek istemedim, bu yüzden kestim." Oysa ki tırnakları uzunken daha çok sevmiştim,  bir şey demedim.

Boğazım acıyor kuruluktan, yataktan kalkıp şişedeki yarım kalan şarabı götürüyorum dudaklarıma susuzluğumu gidermesi için içiyorum kana kana. Ağzımdan tutkuyla seviştiğim kadının tadını siliyorum. Boğazım daha da acıyor, midem ekşiyor. Çivi çiviyi sökermiş, şarabı şişesinden içerken anladım. Yorgun bedenim, ruhum kadar değil. Ve yanıyor bedenim bir kor gibi, balkona çıkıyorum. Rüzgar bedenimi sardıkça bedenime değen ince gecelikten bedenim acıyor. Özellikle emilmekten morarmaya yüz tutmuş göğsüme uçları kırılmış pembe saçlarım değdikçe acım ikiye katlanıyor. Can kırıklarım, saç kırıklarıma karışıyor. Şehrime gün doğuyor ve ben daha çok üşüyorum. Geceleyin Yoonji'yle yıldızların isimlerini birbirimize saydığımız odaya geri dönüyorum. Beyaz çarşafın üzerindeki tenini seviyorum, dağılan siyah saçlarını. Öyle güzel ki çarşaf olup sarılıveresim geliyor bedenine. Ayak ucunda oturup onu izliyorum. Zaten ben hep onu izliyorum. Sıkılınca kulağındaki küpeyle oynadığını bilmiyor. Ben hep onu biliyorum, o ise bilmiyor...

Yerdeki yanıp sönen telefon ışığından sonra onu izlemeyi bırakıyorum. Onun telefonu, elime alıyorum.

Namjoon~iee ♡
Günaydın sevgilim

Ekranda gördüğüm mesajla öfkem artsa da mesajı silmekten başka bir şey yapmıyorum.



***

Yoongi ama Yoonji (:

Senden Önce, Senden Sonra | fem!yoonminHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin