i want to remember our memories

313 55 8
                                    

Ertesi gün Jaebum iş için evden ayrıldığı zaman Jinyoung da hazırlanıp çıktı. Gizli mektup arkadaşı ondan fotoğraflar istiyorsa...bunu ona verebilirdi. Zaten yarım kalmış bir işini halledecekti. Liseye vardığında çantasından kamerayı çıkardı ve etrafa baktı. Liseyi öylesine çekecek değildi. Başka bir şey yapmak istiyordu. Mektubu yazan kişinin ondan umudu kesmemesi için uğraşıyordu. Liseden içeri girdi ve aynı güvenliğe başıyla selam verdi. "Acaba...bir şey sorabilir miyim?" Adam başını sallayıp yerinden doğruldu. "Sınıflar...sınıfları hiç yenilediniz mi?" Adam başını yavaşça sağa sola salladı. "Hayır, okulumuz çok eski bir okul. Bu yüzden bir restorasyon yapmıyoruz." Başını sallayıp teşekkür etti ve üst kata çıktı. Etrafa bakıp sınıfları tek tek gezdi. İçeride çok seyrek öğrenci vardı ve olanlar da ya uyuyor ya ders çalışıyordu. Sonunda tanıdık sınıfı bulduğunda kapıyı arkasından kapadı ve etrafa baktı. Hiç öğrenci yoktu. Sıralardan birine oturup etrafa baktı ve kamerayı yavaşça kaldırdı. Aynadaki yansımasına bakıp saçlarını karıştırdı ve derin bir nefes aldı. 

Mektuptan çıkan fotoğrafı çantasından çıkarıp inceledi. Aynalı duvarın önünde sınıf arkadaşlarıyla gülümseyen yüzüne baktı. Sonra da çeken kişiye. Öğretmen masasına oturmuştu bir ayağını masaya yaslamış, dirseğini de dizine koymuştu. Kamerayı kaldırmıştı, yüzünün hizasında tutmuştu. Saçları koyu kahverengiydi. Jinyoung sadece onu görebilmişti. Gülümseyip fotoğrafı lensin önüne getirdi ve Jackson'ın verdiği pozu verdi. Bir eliyle fotoğrafı bir eliyle kamerayı tutuyordu. Her şeyin net olduğundan emin olunca kameranın üstündeki tuşa bastı ve flaş patladı. Bir süre bekledikten sonra fotoğraf makinesinin alt bölmesinden çıkan siyah fotoğrafa baktı. Onu eline alıp hafifçe salladı ve renkler yavaş yavaş belirginleşti. Fotoğrafa bakıp kendi kendine gülümsedi ve başını salladı. Masadan aşağı atlayıp fotoğrafı ve makineyi çantasına geri koydu. Müdürün odasına gidecekti ama vazgeçti. Belki de ona bu kadar hızlı sahip olmayı istemiyordu. Gizem hoşuna gitmişti.

Mark telefonu çalınca yattığı yerden doğrulup oyunu durdurdu. Kim olduğuna bakmadan telefonu açtı. "Alo?" Jinyoung'un sesini duyunca dudaklarına küçük bir gülümseme yayıldı. "Hey Mark şey..." sesi çekingendi. Bu Mark'a çok tatlı gelmişti güldü ve o görmese de başını salladı. " Hey Jinyoung! Seni özledim. Nasıl gidiyor?" Jinyoung gülümsedi. "Ben...ben de iyiyim. Bir yerde buluşabilir...miyiz? Sana vermem gereken bir şey var da...onun için." Mark sırıttı. "Jac-" aniden durdu. İsmini bilmiyordu ki! Öksürüp dudaklarını yaladı. "T-tabi...tabi buluşalım Jinyoung. Nerede?" Jinyoung emin değildi bu yüzden mırıldandı. "Şey...ahh şey bir kafede falan buluşabiliriz?"  Mark onaylar bir mırıltı çıkarttı.

Bir saat sonra ikisi de kafede karşı karşıya oturmuş kahvelerini yudumluyorlardı. Mark oradan buradan biraz konuştuktan sonra meraj ettiği konuyu sonunda açtı. "Bana ne verecektin Jinyoungie?" Jinyoung hızlıca başını sallayıp arkasını döndü ve çantasını açtı. İçinden mor bir zarf çıkarıp ona uzattı. "Şey ben...zarfın içine çektiğim fotoğrafı ve küçük bir not koydum. Bunu ona verirsin değil mi?" Mark hevesle başını sallayıp zarfı Jinyoung'un elinden aldı ve gülümseyerek sırt çantasına koydu. "Bugün ona götürürüm!" Jinyoung güldü. "Şey...Mark onunla konuşabilir misin? Gizli kalmak istediğini biliyorum ama...en azından bana adını söyleyebilir ya da...ya da gerçekten oturup konuşabiliriz. Ben...onu hatırlamak istiyorum." Mark ona bakıp yavaşça başını salladı. "Ben...ben onunla konuşacağım. Söz veriyorum." Uzanıp elini tuttu. "Sonunda her şey olması gerektiği gibi ilerliyor...buna o kadar sevinecek ki. Hafızanı kaybetmen korkunç bir şeydi biliyorum ama bu...onun için bir fırsattı. Kendini bu kadar iyi ifade edip sana kanıtlamak için." Jinyoung, Mark'ın elini sıkıp derin bir nefes aldı. "Jaebum...Jaebum öğrenir diye biraz endişeliyim. Sinirlendiğinde sesine hakim olamıyor..." Mark göz devirip mırıldandı. "Sadece sesine olsa iyi...hareketleri de aptallaşıyor." Yavaşça başımı salladı Jinyoung. Mark'ı onaylayacak bir kanıtı yoktu. Bu yüzden sessiz kalmayı seçti.

Bir süre sonra ikisi de kafeden ayrıldı. Jinyoung evine gidip akşam yemeği için bir şeyler yaparken Mark "o"nun yanına gitti. Kapıyı çaldı ve heycanla bekledi. Kapı yavaşça açıldı ve birkaç gündür doğru düzgün uyumadığı belli olan arkadaşı gözler önüne serindi. Mark ona her zaman olduğu gibi sıkıca sarıldı ve nasıl olduğunu sordu. İşlerin yoğun olduğunu biliyordu. Çok yoruluyordu. En iyi arkadaşını bu şekilde görmek ona acı veriyordu ama yapabilecek bir şeyi yoktu. İçeri girdi ve arkasından kapıyı kapatıp ona döndü. "Sana bir sürprizim var!" Arkadaşı gözlerini ovuştururken birkaç mırıltı çıkarttı. Arkasındaki çantaya uzanıp fermuarı açtı ve ona mor zarfı uzatırken kıkırdadı.

"Hey Jackson Wang! Elimdeki mektup senin için!"

~~~~~~~~~~~~~

Uyuyamıyorum...

💚

-Light

thirty day love lettersWhere stories live. Discover now