12 ☆

19.6K 728 110
                                    

Yaklaşık 30 bölüm sonra ilk kez: Multimediadaki tatlışımız -ne kadar tatlış olduğu tartışmaya açık- Şafak!

12

"Ve seninleyken daha iyi biriymişim gibi hissettim. Daha mutlu. Daha az yalnız. Daha az kimsesiz."

Yatak takımını değiştirip Özgür'ün uzanmasına yardım ettiğim sırada zihnimdeki mücadele beni meşgul tutmaya devam ediyordu. Yorgunluktan kapanan gözlerine bakarken gülümsemeden edemedim. Ne yaparsam yapayım onu uyanık tutamayacaktım herhalde. Ama reddedilemez bir gerçek vardı Özgür Yılmaz'a dair, öyle ki: Uyurken kesinlikle daha sevilesi bir insandı.

Yerdeki cam parçalarını toplayıp çöpe attım ama gözden kaçırdıklarımın hoş olmayan bir sürpriz yaratmasına karşın iki çift terlik bulup geri döndüm. Odamın tabiri caizse her yeri her yerindeydi. Dolabımın içe göçmüş kısmını görünce hayalgücüm sınırlarını zorladı ve gözlerim otomatik olarak Özgür'e kaydı.

Ah, aptal çocuk!.. Kalbimin yerinden fırlamasına sebep olacaktı bir gün!

İyi olacağına kendimi inandırdıktan sonra diğer bir endişe kaynağıma odaklandım: Kırık gitarı ne yapacaktım? Ah, onu niye odama getirdiğimi bile hatırlamıyordum. Zaten ne kadar gereksiz iş var, orada büyük ve renkli harflerle benim tam adım yazılı olmak zorundaydı ya...

En azından, diye düşündüm. Babamın gitarını getirmemiştim.

Sonuçta o gitarın manevi bir değeri vardı. Nereden baksan yirmi yıllıktı ve o kadar iyi kullanılmış, bakımı yapılmıştı ki...

Adımın oradan geldiğinin altını çizmeme gerek var mı?

Eğer ona bir şey olsaydı, Ayaz'ın dönüşeceği canavarı ben bile sakinleştiremezdim. Etrafımdaki herkes şiddet yanlısıydı, yakında ben de baltalı bir katile pekala dönüşebilirdim. Bu beni şaşırtmazdı.

Ah, peki ya Şafak buraya gelince ne olacaktı? Yani, Ayaz'ın ona zarar verdiğini anlayınca?..

Beni öldürmeye kalkmazdı umarım, hem aralarındaki bağ ne kadar güçlü olabilirdi ki?

Özgür'ün inlemesiyle gitarı odanın uzak bir köşesine koyup yatağa yaklaştım. "İyi misin?" Benimki de ne aptal bir soruydu ama... Çocuğun her bir milimi çizikler, çürükler ve kesiklerle kaplıydı.

"İlaçların etkisi... geçiyor." diyebildi sadece. Ayaklarımı altıma toplayıp rahat bir pozisyonda yatağın kenarına iliştim. Konuşursam dikkatini ağrılardan başka bir şeye çekebilirdim. Mesela bana. Hem onun, şu sonsuz özgüvenli laflarından ne kadar nefret etsem de yine reddedilemez bir gerçek vardı: Onları seviyordum.

"Bunun olacağını tahmin edemedin mi, Bay-Ben-Her-Şeyi-Bilirim?" Planladığımın aksine sesim daha çok üzgün çıkıyordu çünkü elini karnının üstüne koyup sanki acıyı azaltacakmış gibi daha da ezerek bastırması ve sonradan eklem ağrısı çekmesine neden olacak kadar sıktığı dişleri dudağımı dişlememe neden oluyordu.

"Hala mı yapıyorsun bunu?" diye sorarken sesini sert çıkarmak için uğraşmıştı ama çok kısık bir şekilde konuşabiliyordu. "Bana söz vermiştin..." diye mırıldandı azarlar gibi. Sadece o iyi olsun, diye düşünürken aptalca bir laf edip ona dair tüm plan kırıntılarımı alt üst edebiliyordu. Ben ne yazık ki, şalterleri kolayca isyan bayrağını çekip havaya kalkabilen bir kızdım.

Kaşlarımı havaya kaldırdım. "Söz mü? Bana sözlerden mi bahsediyorsun?" Gözlerini açtığında "Sana sarıldım." dedim yarı titrek bir sesle. "Bir gün gitmenden korkuyorum dedim." Gözlerimi yere çevirdim ve halının desenini incelemek için sınırsız bir arzu duymaya başladım aniden. "Gitmeyeceğim dedin."

Kayıp Sayfalar | İz Serisi #2Where stories live. Discover now